Kaldırımdaki AdamŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Bir iş çıkışı.... Ulus’tan Sincan’a doğru seyreden bir otobüs... İçinde ben... Tandoğan Çarşısı girişindeki durak... Ve yanıbaşında uzanmış bir adam... O adam...
Kaldırımda bir adam, saç sakala karışmış, Güneş yakmış tenini, eti taşa yapışmış. Sormadım da adını, bu adam kim, Hızır mı? Öldü ölecek adam, bilmem kabri hazır mı? Belli ki bu adamın, ne evi var, ne barkı. Bir yaz günü mevsim kış, takvimi hayat çarkı. O yorgun gözlerinde, dünyaya dair sitem, Sâhi bugün bayramdı, bayramlar ona mâtem. Çevresi bir kıyâmet, çeşit çeşit insanlar, Göreni duyanı yok, zâten kim onu anlar. Hemen yattığı yerde, yanıbaşında durak, Bekleyenler az sonra, evlerine varacak. Yazık ki bu adamın evi taş kaldırımlar, Sohbet arkadaşları, takır tukur adımlar. Bu ne zor iş Allahım!... Yalnızlık âh yalnızlık, Çevre mahşer misali, ölmüş bir kalabalık. Bekleyen kimsesi yok, beklediği bir şey var, Bu adamı kim bekler, belki gassal ve mezar. Tenhalaştı kaldırım, zaten tenhaydı adam, Hava karardı burda, yorganı yıldızlı dam. Ne diye uyur kişi, yalnız nasıl yatılır, Niçin bana her yalnız, ölümü hatırlatır. Kaldırımdaki adam, acaba uyuyor mu?, Neden yalnızım diye, kendine soruyor mu? Sorsa ne olur ki hem, kaçamaz şu derdinden, Ben kendime bir sorsam, hani şöyle derinden. Biz de yarın böyle mi, böyle mi olacağız, Bir başımıza yalnız öylece kalacağız. İbret bu adam ibret, o şimdiden kimsesiz, Onun şimdiki hali, yarın ki ahvâlimiz. |