Kadının (t)adı yokŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Çağ yangını...
Ne çok ezildin kadın Ne çok yandın Acımasızca nasıl da ufalandın. Sen, gün ağarmadan kalkardın Eşini öper, uğurlardın Okula giden evlatlarının arkasından bakardın Akşamlara kadar çalışırdın da Dönüp eve, bir de yorgun argın yemek yapardın Gece yarılarına kadar çamaşır bulaşık yıkar, temizlik yapardın Çatlardı ellerin, çatlardı yüreğin, duymazdın. Nasıl kıydılar sana, nasıl da lime lime ettiler Önce ruhunu pazarladılar, sonra etini dişlediler Seni kaşla göz arası salyalı bakışların Hissiz dokunuşların mezesi ettiler Elli kuruşluk bir ciklet Beş para etmez bir ayakkabı Kahrolası bir buzdolabı reklamı için Soyup soğana çevirdiler. Ne istedin peki, senden ne istediler? Seni leylekler getirdi derdi küçükken annelerimiz bize Şimdi on yaşındaki yavrular internetten Anadan üryan marifetlerini izlemekteler. Sen dolu dolu bakamazdın bir erkeğin gözüne Parkta onunla beş dakka oturamaz, utanırdın Ama bak daha yumurta kırmasını öğrenmeden Onbeşinde kürtaj oluyor, şimdiki bahtsız selviler. Sen kimseye muhtaç olmazdın halbuki Namusun için yaşardın Organların çürürdü de sıkıntıdan, çileden Taş yerdin de bedenini satmazdın. Sen anneydin, sen cennettin, kutsaldın Yine eğlenseydin, yine gönlünce gezip tozsaydın Yine ekmeğin için koşup, çalışsaydın Ama kimseye oyuncak olmasaydın. Özgürlük senin de hakkın Hatta özgürlük en çok senin hakkın Tamam suçu erkek milletine yükleyelim de Ne dersin Taşıyacağından, taşınacağından fazla mı özgür kaldın? Biliyorum sen de rahat değilsin kadın Biliyorum sen de sıkıştın kaldın Hissettirmesen de mutlu değilsin Yaşlı gözlerle yok edilişini seyrediyorsun Kendini yok edişini. Boşuna kendini kandırma kadın, gülemezsin Nasıl güleceksin Kalmadı ki (t)adın. |
Özgürlük de böyle kavramlardan biri işte! Herkes istediği anlamı veriyor ona, onu hayatını keyifli kılmak ya da aklına estiği gibi hareket etmek, sınırları yok saymak için bir kalkan olarak kullanıyor.
Oysa ‘özgürlük’ öylelerinin düşündüğü kadar basit, içi boş, saygıyı, özeni, incelikleri yok sayan bir kavram değil kesinlikle… En baş şartı da; onların düşündüğü gibi sınırları yok saymak, her istediği yere paldır küldür dalmak falan değil… aksine o sınırlara duyulan saygı…
Hele hele; aile, annelik, iyi bir insan olmak, çevresine değer katmak gibi dünya var oldukça önemini hiç yitirmeyecek, hayata anlam veren kavramların içini boşaltmak demek hiç değil, özgürlük…
Özgürlüğü öyle bir paket halinde sunuyorlar ki; aynen hani şu hükümetin kendi doğru saydığı yasaları meclise dayatmak için diğer yasaların içine tıkıştırdığı ‘torba yasalar’a benziyor. Yani güzel tarafları yanında en olmayacak, özgürlüğü bambaşka bir noktaya götürecek tarafları da dayatıyorlar.
Malesef en çok da hemcinslerim, yani kadınlar maruz kalıyor bu dayatmalara. Güzel bir eğitim almak, işte çalışmak, ayaklarının üzerinde durmak, hayatın tam ortasında olup “ben varım” demek gibi güzel şeylerin yanında; başka şeyler de şart koşuyorlar kimi sözüm ona ‘özgürlük savunucuları’: “Madem özgür bir kadınsın; yemek yapmana gerek yok… Çocuk bir tek senin mi, bırak babası ilgilensin… Akşam canın sıkıldı, arkadaşlarınla bir barda kafanı dağıtmak istedin, bunun için eşinden izin mi alacaksın, hangi devirde yaşıyoruz?” diyorlar.
Ve bunun gibi bir sürü şey sıralıyorlar özgür olmanın şartı olarak. Çocuklara, aileye, saygıya, şefkate yer vermeden; sadece sürekli isteyen, her şeye hakkı olduğuna inanan içimizdeki o ilkel yanımıza hitap edip bizi ‘gerçek bir insan’ yapan yanımıza sırt çevirmemizi istiyorlar bizden.
Ama ayaklarının üzerine basıp aynı zamanda güzel yemek de yapabilen, yemek yapmayı ya da kendisine kahve yapmışken bir fincan da kocasına vermeyi ya da ailesine, çevresine değer verdiğini gösteren herhangi bir davranışı ‘kendini aşağılama’ olarak görmeyen, özgürlüğün gerçek anlamına varmış kadınlar da var şükürler olsun. Hem de azımsanmayacak bir sayıda…
Noktasına virgülüne kadar, baştan sona katılıyorum şiirinizde belirttiklerinize. Keyifle okudum.
Kusura bakmayın, bu konuda öyle doluyum ki çok uzattım yorumu.
Kaleminize sağlık…