Tahta Kale
Bir sabah / Tahta Kale...
-I- gel bakalım sokak köşesi, kıvrıl az koynumda, sakın, hemen uyuma ! gün, yeni başlar bu civarda sıva yüreğini dirseklere kadar tabure, kürek ve nargile, diz, teker teker cilasız dükkan hesabına.. ah be Hasan usta! geç kaldın yine, yoğun sabahlara, yorgun günahlara.. öyle, bildiğin gibi, karanlık, ve tadımlık değildir her sabah... yaşamak lazım ilk nefesi hissetmek lazım ekmekten damağa bulaşan domates ve peyniri… uyan artık usta bu karartı senindir bu tezgahta bu karanlık serin.. ölü değil usta ! parasını kazanmış, uykusuna dalmış insanlar var o dükkanda onlarda emir kulu beş kuruşun bile verilecek hesabı vardır onlarda kim bilir, belki yeni doğmuş bebekleri vardır ve o bebekler… öyle günahsız ki! geldim işte usta, asi çırağın… yorgunsan eğer, bırak beni, tek başıma idare edebilirim bu gençliği zaten, herkesten farklı olur bende her sabah -II- görmeliydin! alnımda sevgili elleri yeni bir gül koklar gibi yeni bir gün kokar eli... telaşlanma ! sende giy hüznünü çık artık şu hayattan usta çık artık şu hayata elma diye, bağıralım mı illa... tahta kurusu, geceler sökülür, şehir çivilerinden tekerlerine yaslanır herkes kendi geçmişinden durakta bekleyenler biletçiye muhtaç, duraklar ise , yolcuların varlığına... cadde sürüklenir peşimden gün doğar rüzgara karşı adım savrulur da denizlere çeker, içine tüm dünyayı… paslanır, gece nöbetçisi herkesler durakta, "sıraya gir be kardeşim!" ölmek bile sırayla dersiniz peki ya geçinmek, bu yolun sonundaki.. o rafların önündeki... müşterinin, cebindeki.. lirayla mı dersiniz.. ? hani şu kazanırken alnımızda harcarken de avucumuzda olan ter kokan lirayla... yeter geçmişliğiniz genç kalmayın artık yıllara ilerleyelim arkalara arka düşlere, tuş olmuş gülüşlere tutuşmuş hüzünlere orta kapıyı da açın hayata durmayın hep aynı basamakta, Allah aşkına! herkes yetişecek işine hem, ilk otobüs değil ki bu bu şehirden, kendine kaçan... öyle, bildiğiniz gibi, karanlık değildir her sabah.. dinlenmemeliyiz yoksa yoruluruz , yolsuzluk sarhoşu oluruz, ki olduk ta ! fazla durma kaptan geç işte var git yoluna... üstelik, evdekiler, ekmek bekler, aş bekler, üstelik, kıt kanaat sever beni, o sıcak yuvam.. gidelim be kaptan yağmur var elleri kızgın elleri ince ellerinin sıcaklığı, ıslaklığında tane tane... serinletmez ki beni bu yangın hem kim bilir, kaç bin, kaç milyon tane... söyle be kaptan ne kadar kaldı son durağa dayanamıyorum yolları kaçarken görmeye ağlama deyip durma boş yer kaldı mı ki bize gülelim ne gaziyiz, ne de çocuklu yer mi verdiler sanki, bozma kafamızı sabah sabah nasıl ilerleyelim arkaya ? geri mi diyecektin yoksa ? hangi durak doğuya hangi durak doğruya sürükler doğru düzgün anlatsana… tutmayın göstermeyin gülünçlerimizi "sevmek için düğmeye basmayınız, aşk çarpar, basamakta durmayınız !" saçmalamayın yine çok gördüm böyle uyarı leblerini kim ölmüş ki, camlara yaslanmaktan saçlarına titreyen bir yastık bulmaktan yada şehrin omuzun da, uyuyakalmaktan... kaçma hanımefendi sıçrayan bir kova çamur sadece yol kenarı kaldırım örtüsü ve asfaltın camı kirli bizim suçumuz ne şimdi? sende alma gözlerimi sırası mı yani, temmuz güneşi çağır yine gelsin yağmurlarımız uyutsun bizi, yarım kalan uyduruk uykularımızla uyandırırlar nasıl olsa son durakta.. yankılan sende, kulaklarımın kiri geldik galiba, burası tahta kale sağda indirir misiniz yoksa daha da hasret ekleyip sol yanımıza inim inim inletir misiniz? geldik galiba, burası tahta kale M. Fatih Çetinkaya 21/o6/2oo8 23:04 |
Şiirin güzelliği seslendirmeden sonra iyice netleşmiş
Yanılmamıştım...