VEFÂ
VEFÂ
Soğuk bir kış günü,hafta sonu, İkindi vakti, şehir meydanı. İki saat kadar olmuştu evden çıkalı. Hem üşümüş hem yorulmuştum. Sıcak çay düştü aklıma. Uzaklarda kalmış yitik sevda misali... Şöyle,daha bir sıkı sarıldım Dün aldığım kürklü yeni paltoma. Sanki biraz daha ısındım, Azıcık, Şöyle kan ılık... İnce belli bardağını özlemiş avuç içlerim. Çay kokuyor damağım. Eve dönmeliydim artık. ... Beş-on adım ötede bir bankta; Uzanmış yatıyor bir adam bu soğukta. İyice yaklaşınca farkettim. Tir tir titriyordu zavallı. Başucunda belirince ben. Belli ki korktu. İrkilip oturdu. Selam verip çöktüm yanına. Hal-hatır, ev-bark, evlat sordum. Neler neler anlattı bir çırpıda: "Çok zengin bir adammış. Fabrikaları varmış. Yalan dünyada neler neler görmüş geçirmiş. Çok işçi çalıştırmış, Ekmek-aş vermiş, Bacalar tüttürmüş. Çok yetim yüzü güldürmüş. Sekiz evladı varmış, Dört oğlan,dört kız. On altı torunun ikisi doktor, Üçü mühendis olmuş. Altısı üniversite okuyormuş. Diğerleri daha küçükmüş Hepsini de ayrı ayrı çok seviyormuş, Et, tırnaktan vaz geçmiyormuş. Baba olmak zormuş, Babalık çöpe atılan iyilik gibiymiş..." Ve daha neler neler... Bütün bunları anlatırken Derin derin nefes alıyor, Sık sık avucuna üflüyor, Ta, omuzlarından titriyordu. Zoraki gülüyordu. Belki de gülmek için zorluyordu kendini. Kim bilir belki de böyle ısıtıyordu Çok üşümüşlüğünü... ... Yüreğim acıdı: "Aç mısın?" Dedim. "Yok"dedi açlığını belli ederek. İçim cız etti. Keyfim kaçtı. Üşümeye hakkım yoktu. Çay nöbetim de geçti. "Buradan ayrılma,geleceğim." Dedim,kalktım. "Merak etme beş yıldır buralıyım. Sen yenisin galiba bu şehirde" Diyordu arkamdan. Üzüntüm bir kat daha arttı. Sinir katsayım yükseldi. Mideme kramplar girdi. Kürk paltom da pek yeniydi. Vicdanım, cüzdanıma yenildi. Kıyıp veremedim, Giydiremedim üşüyeni... Koşar adımlarla eve vardım. Birkaç kalın kazak, Ayakkabı,çorap, pantolon Ve eski paltomu kaptım, İzimin üstüne fırladım evden. Git-gel yaklaşık iki saat geçti aradan. Yatsı ezanı içime işliyordu. Hislerim alt-üst olmuş, İçimde deli taylar tepiniyor, İnsanlığımdan utanıyor, Bazen duygulanıyordum. Karmakarışıktım vesselam. Hayırlı bir iş yapıyordum. Eh işte, Kendimce mutlu oluyordum. Ama yetmiyordu bu. Bazen de isyan ediyordum. Hayata dair herşeye... ... Atlayıp dolmuştan hızla koştum. Menzile ulaştım. Sanki yüksek bir kayalıktan Kocaman bir taş düşüyordu. Zihnim bulandı. Beynim zonkluyor,yüreğim üşüyordu. Bir hoş oldum; darlandım. Uçurumlardan yuvarlandım... Hor hor çalışan bir polis arabası. Yanıp sönen ışıklar mavi-kırmızı. Düştü içime bir sızı. Gecenin karanlığında Bankın etrafında beş-on insan. Gölgeleriyle beraber uzayıp kısalan. Soruyorlardı birbirlerine Yok muydu bir tanıyan? Lapa lapa yağan kar taneleri dondu havada. Ben,kendimle mahkemelik oldum bu davada. Elimde masum eskilerim, Sırtımda suçlu yeni kürk paltom, Ruhumda patlayan bombalar, Hücrelerimi parçalar. İnsanlığımdan utandım. Ben,nasıl bir insandım... Sırtımda sırıtan bu kürk, Bundan böyle bana yük. ... Artık omuzları titremiyordu ihtiyarın. Onun kürklü paltosu yoktu sırtında. Ama şimdi de ben titriyordum kürkler içinde. Alnımda boncuk boncuk ter. İçimde ki isyan ölümden beter. ... Ambulans çağırıldı. Polis nezaretinde morga kaldırıldı. Yarın günlerden cumaydı. Garip,bari gözün yumaydı. Bakakala donmuş boncuk gözleri, Mavi mavi süzerken gökleri. Geceyi aydınlatıyordu azıcık Alnındaki ışık. Gülümseyen bir yüzü vardı. Sanki ölmemiş gibi. Ama gerçek şu ki ölmüştü. Sanki ölürken ölümüne gülmüştü... ... Ambulans ciyak ciyak öttü, gitti. Meydanı terketti. El-ayak çekildi. Ortalık tenhalaştı. Kimse kalmamıştı. Boş bank ve benden başka. Nice sonra; Ben,eve nereden ve ne zaman geldim bilmiyorum. Ama bildiğim bir tek şey vardı şu an. Suçluyu buldum. Vicdanımın veto ettiği, Yeni kürk paltom. Cezası askıda,karşı duvarda. İlelebet müebbet. Bir ömür boyu asılı kalmak. Onu ne ben ne bir başkası giymeyecek asla. Hiçbir kimseyi ısıtma mutluluğu yaşamayacak. Vicdanım hep orada asılı kalacak. ... Ertesi gün, Cuma namazından hemen sonra Musalla taşında bir adam. "Er kişi" niyetine dedi,imam. Dört oğluymuş ön safta duranlar. Arkadakiler de torunlar. Biraz daha geride de kızları: Üzüntü görüntülü, Kocaman siyah gözlüklü, Başları yarıdan siyah örtülü. Ele güne karşı bugün, Onlar için matem günü(!) Ne de olsa babalarıydı musalladaki ölü. ... Kılındı cenaze namazı. Ölüye helallik istedi imam dirilerden üç defa. Sesler yükseldi,önden arkadan,geriden. "Helâl olsun,helâl olsun,helâl olsun." Ama hiç ses çıkmadı ölüden. O da hakkını helâl etmiş miydi sahiden. Tabutun baş ucunda bir isim: Öyle ya herkes bilsin, Bu ölen adam kim. "Vefâ Ölmez" imiş meftânın adı. "Vefa Ölmez,öldü " dediler Güya üzülerek. Kocaman bir yüreği gömdüler Kürek kürek... Koca bir dağı, bir çukura sığdırdılar. Başucuna "Vefâ Ölmez" yazdırdılar. Ve... Ayrıldılar mezardan. SAĞ SANDIĞIMIZ YAŞAYAN ÖLÜLER BİR SAFTA. ÖLÜNCE DİRİLEN MEFTÂLAR DİĞER TARAFTA. ... Vefâdan geriye kalan bunca cefâ, Sermaye oldu sefâya binler defa. Bin cefâ çeksende vazgeçme vefâdan. Hayır gelmez vefâdan ayrı sefâdan. İnsan arsız, insan nisyan, insan nankör. Hiç ölmeyecek gibi yaşar,bakar kör. Sanma sakın,yaşananlar kalır lâfta. Ölüm sanada gelir belki bu hafta. Her gelen gitti; bugün, yarın,dün, ya da... Var mı kazık çakan şu yalan dünyada. Anlayan,anladı sanırım vesselam, Vefâlı dosta gönül dolusu selam. Kemal KARAPIÇAK -ÇORUM |