Yalnızlık Fırtınası 3- 2024Soru var, insan mıyım, soru var, bu şiir mi? Yaşamanın ötesi gerçek midir, sihir mi? Tanrı mıdır, Tanrı mı, beni kimdir yaratan? Her şeyde bir döngü var, nedir beni aratan. Kime baksam haklıdır, kimi görsem bir aciz. Etten kemikten oyun, yalan; en büyük aziz. Hürriyet namümkündür, özgürlük denen küldür. Gönül ölsün zihinle, gel dost, ölümü öldür. Tanrı, Evrim, Uzaylı… Zaman Mekân ve Fani. Ata, Ana, Gardaş, Yâr; iş güç meşgale yani. Aşk, nefret, sevgi, saygı, barış - savaş ve döngü. Kendisini parçalar nefes nefes her süngü. Candaki ben ölmeden, çıksın karşıma lütfen. Ben bu çağdan yoruldum, dinlenmek yok ki zaten. Varlık ve yokluk nedir, görüntüsü berhava. Hayal, sadece hayal, avcı da dönmüş ava. Tanrı’dan ses mi geldi, tapıcı; kâfir dedi Tanrı’dan önce beni, kulu pişirdi yedi. Şeytanlaşmış bu dedi, beni sattı şeytana. Sonradan da suçunu, tuttu attı şeytana. Cani oldu ömründe, hiç durmadan dişledi. Cennette çok edepsiz, bilmem neler düşledi? Cehennemin içinde Tanrıyla bir ben kaldım. Tanrı da yanmış çoktan, ben de dumanı çaldım. Savruldum rüzgâr ile âlemleri dolaştım. Sükût ile tanışıp çığlık ile buluştum. Dedi: küstah yaratık, bana bir bak ukala! Dedim: tek küstah sensin, bakayım mı, pekâlâ! Dedi: yalvar lan bana, yoksa yakarım seni. Dedim: sen yalvar bana, sana çakarım seni. Tuttum tüm rüzgârları, düşünceme bağladım. Tanrıyla birlikte ben, yalnızlığı dağladım. Yalnızlığı Tanrıyla sürü sürü döndürdüm. Yalnızlığın kendini sır diyerek kandırdım. Kandırınca ses oldum, sesime yankı oldum. Dalga dalga yayılıp, ben kendime kul oldum. O gün bugündür işte, kula tapınıp durdum Ben durunca kendime, durmak nediri sordum. Tezgâha böyle çıkıp kulak üstüne yattım. Nefesi kulağımla dipsiz kuyuya attım! Kapadım gözlerimi, varlık kayboldu gitti. Açınca gözlerimi, karşımda yokluk bitti. Sonsuzdan bir sonsuza kavga edip dururuz. Aramıza girene, biraz dokundururuz. Dokunulmayanları yakarız ve satarız. Birbirimize durmaz, atarız ve tutarız. Belki gerçek şudur ki; biz dipsiz kuyudandık. Dipsiz kuyu ile biz, dipsizlikten usandık! Dünyevî’yim Tanrı’ya, Tanrı saldım meydana. Yaşama ve ölüme, gönül denen vatana… Hani derim kendime, kimse bilmez kendini. Bilen yoktur gerçeği, hayal yıkar bendini. Yıkılan yıkıldıkça tozlanıp tozlandırır. Toz bile kendisiyle kendini nazlandırır. Ben nazdan dümen yaptım, zihnimden de bir gemi! Yelken diye kendine, üfürsün Tanrı emi! |
Şüphesiz insansın üstat, kın kanatlı ya da eklem bacaklı değilsin
Ve elbette bu şiir
Çünkü şiiri diğerlerinden ayıran duygu düşünce değildir salt, duygu düşüncenin işlenişidir
Şiirinizi heceyle örmüşsünüz ince ince, nakış nakış işlemişsiniz
Öte yandan, bir nevi dünyevi mistisizm buldum şiirinizde
Bir kere insan, varlık, evren, Tanrı kavramları etrafında limit tanımayan arayışlar, derinleşme arzusu buluyorum, paradokslar üzerinde duruyorsunuz
Başkalarına kâfir diyenlerin kendilerinin kâfirden kâfir olduklarının farkına varıyorsunuz, şeytanlaşmış insanlardan bahsedenlerin şeytandan bir suret halini nasıl olup alabildiğini sorguluyorsunuz
Sözün özü
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla hocam