HASTAY-I HİCRÂNIN SIRRI
HASTAY-I HİCRÂNIN SIRRI
Mühürlü zarf içinde kilitlidir mektuplar, Lebâlep dolu defînedir, gömülüdür hitaplar. Sımsıkı sıkılan dişler gizler sırrı, Âşikâr etmez; çünkü inciler deryâda saklı. Bir lâhza huzûr u sükûn bulmaz hastay-ı hicrân, Zemherî ayazda nâzenîn yaprak misâli titrer vakt-i tan. Bu lügâti ne bir bilen bulunur ne tam mealiyle okunur, Aslında bir dâvettir, yalnız yüreği yetenlere okunur. Akıl sâhibine her dâvet bir nîmettir, Bir adımlık yönelme icâbettir, nasîptir. Gönül tezgâhında renk renk, ilmek ilmek kelimeler dokunur. Belki de bu yüzden ey Nevşehrî, dilden gelen dile dokunur. Hamiyet Su Kopartan ✍ 15.02.2022 22.12 |
Kaç defa kaçtım. Kaç defa bir ip yakaladı beni, boynumdan çekti gerisin geriye, bu şiirin içine bağladı.
Şiir değil de sanki bir şehri anlatmışsınız. Her satırınız bir sokak... Her sokakta ayrı bir tuzak... Hayır, hayır! Öldüren değil, yaşatan, hayat veren bir tuzak. Evet, evet! Siz ne kadar lebâleb dolu defineler de deseniz, gömülü, sırlı hitaplarda da bulunsanız, bana göre hepsi bir tuzak. Ve işte ben bu tuzaklara düşüyorum. Sahi, aslanları da tuzağa çekerler değil mi? Yoksa siz aslan avcısı mısınız?
Benim şehir dediğime siz lügât demişsiniz. Ve bir de meydan okumuşsunuz "ne bir bilen bulunur ne tam mealiyle okunur". Nereden biliyorsunuz? "Aslında bir davettir" diyorsunuz; bu da bana göre bir başka tuzak.
Doğru. Haklısınız. "Akıl sâhibine her dâvet bir nîmettir," Tuzak da olsa, öldürse de yaşatsa da... Mânâ denizinde, âriflerin dünyasında ölmek de yaşamak da birdir. Hatta yaşamak için önce ölmek gerekmiyor mu? "Ölmeden önce ölünüz!" demiyor mu kutlu Nebi s.a.s?
Bu şiirin/bu şehrin sokaklarında öyle esrarlı şeyler saklı ki, hepsini anlatmaya kalksam... Lâkin anlatmayacağım. Onlar da bana kalsın.
Bu esrarlı şehre tekrar geleceğim. Yoksa bu şehre taşınsam mı?