YÜREĞİM ENKAZ ALTINDA
YÜREĞİM ENKAZ ALTINDA
Bir dolunay vakti, Yavaşça açınca perdeleri Huzur veren sakinliğiyle kar… Ey kar! Geceyi aydınlatan zerrene beni de kar. Ey kar! Toprağa verdiğin bolluk bereketine beni de kar. Sabah okullar açılacak. Evler de okul telaşına karılacak. Her pazar olduğu gibi Çamaşırlar yıkanıp ütülenecek. Çocuklar heyecanla okul yoluna karılacak. Özlediler arkadaşlarını, Bir teneffüste kartopu oynayacak, Diğerinde kardan adam yapacaklar. Kömür gözlerine neşe karacaklar. Zifîrî karanlıkta hayallerine sarılıp, Uykudan uyandıran bir şiddetle sarsılıp, Mahmurluktan yerinde donakalıp Mahşeri dünyada yaşayıp ayılanlar… Bir daha asla ayılamayanlar… Bir gece vakti aniden sarsılan hayatlar, Bir gece vakti aniden sarsılan heyhatlar… Sıradan bir günün sıradan bir sabahı değil: Uyandığımız gün; bir daha gelmeyecek günlerin hatırası, Hiç bilinmeyen bir belirsizliğin karartısı. Her yer, her an zifîrî karanlık artık bundan sonra. Toz bulutları gördüğüm, gözümü açtığımda. Toprak, hiç olmadığı kadar yakınımda. Elimde kalan, moloz yığınları. İçime saplanan, vicdansızların taş bağırları. Yüreğim enkaz altında kaldı. Ağlamam ben, bilirsin, istesem de ağlayamam. Yaşaran gözlerime “toz kaçtı” diyelim. Tutarım kendimi, tutmayı bilirim yaşlarımı. Tuttuğum, tutunduğum hayatın dalı elimden kaydı diyelim. Dallarım enkaz altında kaldı. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık. Kalan; bir fincan kahve içtiği balkonunu özleyecek, Hatırladıkça onları, her seferinde sevdikleriyle enkaz altına girecek. Beyaz Saray Düğün Salonu’nun önünden geçerken Sümeyye’yle Doğukan’ı anacak hep. Şubatın yirmi beşine gün almışlardı. Davetiyeleri enkaz altında kaldı. “Bu yaz sıcaktı, kış çetin geçecek” derken bunu mu kastediyordu büyükler? Kışlık ekmekler yapılmıştı, Yufkalar buzdolabının üstündeydi, tek tek sulanacaktı. Önümüz ramazan. “İçli köfteleri atalım dondurucuya”, Ramazana hoşaflar yapılacaktı. Ağzımızın tadı enkaz altında kaldı. Adana’nın kebabını, Şanlıurfa’nın lahmacununu, Hatay’ın katıklısını, Adıyaman’ın tütününü, Mardin’in telkârisini, Gaziantep’in baklavasını, Osmaniye’nin pamuğunu, Diyarbakır’ın karpuzunu, Malatya’nın kayısısını, Maraş dondurmasını herkes bilir. Şahin Bey’in, Maraşlı Şeyhoğlu’nun, Sütçü İmam’ın tarihte yeri var. Necip Fazıl, Sezai Karakoç yazar, Sanatta, edebiyatta, şiirde Maraş Ekolü’nü sadece kalem ehli anlar. Maraş Ekolü sadece edebiyatta değil ki Maraş işi iğne oyaları, Maraş işi nakışlar enkaz altında kaldı. Giden, bir sayıdan ibaret sadece; Bir tahtaya yazılmış isimsiz, kimliksiz bir sayı. Yuvarlak hesap, elli bin diyelim. Gelecek hayallerini, geçmiş hesapları silelim. Yuvarlak hesap elli bin diyelim. Cansız, nefessiz, kefensiz bir sayı. Herkesin isim yapmak için uğraştığı dünyada isimler enkaz altında kaldı. Hiçbir şubat yakmamıştı bu kadar, Hiçbir yaz ısıtamaz üşüyen yürekleri. Kar yağsa ne fark eder, ne fark eder güneş açsa? Ey kar! Toprağa verdiğin bolluk bereketine beni de kar. Zaten yüreğim enkaz altında. Hamiyet Su Kopartan ✍️ 01.03.2023 |
"Maraşlı şairdir. Yüzden fazla kitabı vardır." dedi. Mersin'e gelmiş, buradan da bir yere gidecekmiş. Caminin uğultusu, yoldan geçen arabaların sesi. Arkadaşım anlattı, ben dinledim. Biraz anladım, çoğunu anlamadım. İsmi neydi? Bak onu da unuttum. Ah bu uğultu!.. Dışarda bir uğultu, içimde bin uğultu. Dışarı karanlıktı, içim daha karanlık... Havada yaprak kımıldamıyordu, ancak fırtınalar kopuyordu sanki. Sarsıntı yoktu, ancak depremler oluyordu. Ve karanlığın içinde, bir şair dikiliyordu karşımda; yıkılmamış bir enkaz gibiydi; karnı içeride, sanki sırtında bir yük var gibiydi.
"Eve gidelim, bize gidelim." dedim usulca.
"Yok," dedi, kabul etmedi.
Üstelemedim. Israr edemedim.
O akşam buraya bir şair düştü. Hava karanlıktı, bir uğultu kaplıydı yer yan. Sanki depremler oluyordu.
O akşam buradan bir şair geçti.