Baba
umarsızca,
uzaklara bakarken, gün batarken. gözalabildiğince yemyeşilken, her yer ufka kadar, bir dut ağacının altında uyudun mu hiç. baharının başında, gecenin ayazında. karanlığın koynunda. kapattıktan sonra gözlerini, kırağıdan bembeyaz olmuş bir çayırda, titreyerek kaskatı, erkenden uyandın mı. tokadı yiyince arkana, çekerek havayı ciğerlerine, açınca gözlerini bu dünyaya, sonrasında avaz avaz haykırdığında, kaçışın yok, sahne verildi artık, rolünü aldın artık sen de bu tiyatroda. repliğin harf harf, kelime kelime yazılmış. kostümünse çoktan hazırlanmış. artık mecbursun oynayacaksın, sana verilen bu rolü. kimi kez istemeden, çoğu kere gönüllü. ufacık bir umuda dört elle sarılarak. kayıp giden zamanın kollarında, dümensiz bir kayıkta gibi savrularak, yitip giden fırsatların peşinde, kaderinin savurduğu bir denizde, bazen batıp bazen çıkarak. kimi zaman, geminin birinde tayfa. kimi kere inşaatlarda kalfa, belki de büyük vuruşmalardan sonra, zorlu bir maphushanede , kolunda kalın tespih bir ağa. çoğu zamansa, hayat denen bu yolda, bir kolunda bir kadın, diğerinde birkaç çocuk, ekmek derdinde bir baba. . . . ismail oral . . . |