Bir Cuma Akşamı Şangay Sokakları
Bir cuma akşamı, Şangay sokakları...
Bir tek gökyüzü ıssız, kirlilikten olmalı. Taichi yapıyor teyzeler, Amcalar dansa dalmış. Bir hayli başarılı, Dile getirmede kendini, Alışveriş arabasına bağlanmış Yarı şaka yarı gerçek hoparlör. Fakat çok sesin çıkmamalı bu coğrafyada, Ve ille de çıkacaksa, o ses, olmamalı seninki. İşte geldi kıstırmaya hoparlörü, Bir polis ve bir zabıta. Meraklanıyoruz bir anda, Duyunca yüksek perdeden, Konuşmasını çok sayıda insanın. Sanırsınız kavga ediyorlar, ‘Elveda’ deniyormuş buna, halbuki. Ama akıllı telefoncuyla kavga eden genç han’fendi, Veda etmişe benzemiyordu hiç; Bir başlangıç da sayılamaz onunki. Burada konular öylesine tükenmiş olmalı ki, Akıllı telefonların akılsızlıkları (yoksa insanlarınki mi?) Kavga nedeni. Kim akıllı? Kim akılsız? Hatta soralım: Hangi insanlar Başkalarının telefonu gibi yaşayıp gitmekte Ya da yaşarmış gibi görünmekte. Bir cuma akşamı, Şangay sokakları. Henüz kapanmamış, durur esnaf lokantaları; AVM’ler yanında AVM’ler arasında, Bu tokikentin motorlarına, Yağ olmamışlar henüz; böyle ne zamana kadar?.. Sokak karaokesi, sokak aerobiği, sokak dansı... Elektronikçiler, berberler, galeriler, kitapçılar. Hayvanat bahçesi; insanat bostanı. Sirkle karşı karşıya düğün sarayı (Rastlantı mı?) Televizyonda çocuk şenliği, Yer yer parçalı bulutlu bir Mecidiyeköy havası, Keyefsi, mekdanılds, börgerking, starbaksa karşı, Geleneksel çay ve çaydanlık savaşı. Henüz kesilmemiş ağaçları parkın, Evsizlerin yuvası olmamış metro, şimdilik. Oturmuşum bir Gansu lokantasında, Oturulacak bir yer kalmayacak belki de, Bir daha uğradığımda bu gökdelen adasına. “Şu apartman, 2 milyon dolar” diyor bana, iç çekerek, Mao’nun kızıl kitabını satmaya çalışan amca. “Çalışan” diyorum çünkü pek de kalmadı, İnanan, kitapların kızıllığına. “Bir kitap okudum hayatım değişti” günleri, ‘Akıl oyunları’yla, Geride kaldı bir hayli. Bir nevi Pandora küfesi koca şehir; Atlas’ın dünyası. Sırtta taşınmalıdır, ama bilinmez İyiye mi kötüye mi alamettir, bu sırt ağrısı. Kimin eliyle çıkarsa sokağa, ondan gelir yazgı da. Yükseldikçe yükseliyor üç dağ, dediklerine göre, Katlanarak pahalılanıyor, Eğitim dağı, sağlık dağı, emeklilik dağı. Samuray kılıcı saplı şemsiyeler, Kızdırmaz mı o yüce gökleri? Ya yeşim kralı, efendimizi? Bir hayli değişti aslında, orta krallık. Yanardöner resmine bakılırsa ülkenin, Havai fişekler aldı kızıl yıldızların yerini. Ondan mı yoksa onun nedeni mi, Gençliğin kumbarasal havailiği?.. Yine de, bu yap-boz şehir yıkıcılığında, Dinamizmi var mı, tarihin motorunun? Kendi parasını basar mı yine, eskisi gibi, Ağaya beye isyan eden Çin köylüsü? Bu topraklar eskisi kadar bereketli mi Yetiştirmek için, umut ağacını? Sorunun yanıtı, yasaklananlardan belli; Çünkü yasakları her bir ülkenin, Korkularına karşılık gelir yönetenlerin. Uğursuz 4, 14, 44, 144 Geçer mi tur bindirince uğur çemberinde? Ve uğurlu zamanlamada ise doğum saati, Daha hızlı mı olur sulara gömülüşü, Atlantis gibi Ve elbette Titanik gibi, “Haramilerin saltanatı”nın. Artıyor pisliği kentlerin, Gökdelenlere sıkıştırılmış köylerin, Yatay köyler dikelmişler, “Ben kentliyim” demişler, Deyince olmuyor diye, Hiç düşünememişler. Atardamarlara aksa da lağımları, Karışsa da toplardamarlarla; Kim temizliyorsa bu kenti, Temizleyecek bütün ülkeyi. Söndürüp havai fişekleri, O düğünsel cephaneleri, Uçuracak tüm kirlilik sisleri içinde, İçi ayçöreği dolu dilek fenerlerini. Ve küllerinden bunca yükselenlerin, Yeni bir dünya doğacak yepyeni, Ai Çing’in özlediği. Bin yiğit bulunur elbet, en güçlü ejderhaya bile denk, Bundan başkacasını yazmamıştır, yazmayacaktır, Çin tarihi. 8-11 Kasım 2013, Şangay, Çin Kaynak: Gezgin, U.B. (2017). Haiyan Tayfunu: Şiirler 2013 [Typhoon Haiyan: Poetry]. |