ikslarçŞiirin hikayesini görmek için tıklayın dokunduğu gibi değil de bazen okunduğu gibi yazmak, yaşamak lazım hayatı...
// . . . sen, ben, o, siz ve biz inan hiç birimiz masum değiliz, değiliz masum hele ki zamanın hiç ama hiç umurunda da değiliz.. düşünsenize bir ara içinizde ara da bir de olsa, kokmasa da koklamaya doyamadığınız, dokunamasanız da sıkıca tutunduğunuz bir çocuk vardı hatırlayabildiniz mi.. biraz zorlayın, zorlayın çok az hiçliğinizi hatırlarsınız, satırlarsınız belki kimliğinizi.. kiracısı olduğumuz dünyada kiraya vermek aklı niye.. fikir ki en büyük hazineyken varlığından bile eksilmek niye…akrep ile yelkovan sancılanırken yeni bir günün doğurganlığına sancılarımız yine uykusuz, günahlarımız yine, yeniden kusursuz… yarasalaştıkça, mağaralaştıkça geceye bir yıldız daha avlıyor, bir düşü daha dağlıyor çoğu zaman kimsesizliğimiz. sen, ben, o, siz ve biz inan hiç birimiz masum değiliz, değiliz masum hele ki zamanın hiç ama hiç umurunda da değiliz.. gecelerimiz istediği kadar giyinse de sabahlarımız hep çıplak.. dar gelse de yaşamak o kadar larcız ki iksliğimize bazen aklın nöbetçi koridorlarını podyumdan sayıp sırıta, sırıta modelleniyoruz modadan saydığımız şekilsizliğimize.. modası geçeli çok oldu aslında kalpten kalbe, dudaktan dudağa renklenmenin, sümbüllenmenin ne denir siz de haklısınız, haksızlığınız kadar aslında.. şunun şurasında çok az insan biraz da tabiat kaldık.. hep derim ya “son arzun nedir” diye sorsalar söyleyemediğimin haricinde söyleyeceğim şudur ki, biz kullara bahşedilen fikrin insan oğlundan acilen alınıp hayvan oğluna naklidir.. eminim ki daha yaşanası olurdu dünya en azından tabiat ananın dişiliği fesh edilmezdi ve yeşerirdi, çiçeklenirdi tüm dünya.. sen, ben, o, siz ve biz inan hiç birimiz masum değiliz, değiliz masum hele ki zamanın hiç ama hiç umurunda da değiliz.. o kadar yalnızız ki kendi kendimize bile mesafe koyduğumuzdan mıdır nedir konuşmayı, yazmak bildik yazmayı da bir türlü beceremedik.. mumyalanmış geçmişiz mumu titrek can yangısında duvara sobelenen geleceğimizde.. her ne kadar maskelerimize maskelenip mesafemiz güya sosyallense de mutasyona uğrar keşkelerimiz kim bilir belki de bu bir sopadır bize renksizliğimize, sevgisizliğimize.. dünya mı boşluk boşluk mu dünya. kabuğu soğumuş taş yürekler gibiyiz. sorarım size .niyetimiz neden hep öfke, diyetimiz neden hep aşk. şunun şurasında biraz sabır, biraz da meydan kaldık.. işin tuhafı hangi marşın ıslığıydık, hangi türkünün bam teliydik, hangi alfabeydik dilimize, hangi duanın aminiydik dinimize.. saya saya sayıklandık, ayıklandık yas ucumuzdan. ayıplandık insancıklığımızdan.. oysa, sesimiz kendine baht-ı feryatken suskunluğumuz kadar sus olduk, pus olduk içimizde ısırganlaşan patikasızlığımızın dağ düşümüne.. oysa ah oysa, uzun ince olamasa da yolduk adam gibi. o yolun adamlığından çıkmayacak kadar da sevdalıydık bir parça dal zeytine, ölesiye sevdalıydık solumuza gölgelenen kızıl güllere. kanattık, göktük sütten güvercinlere öyle ikslarc falan değil sıkı sıkıya nedendik bedenimize.. hep yolduk, yolcuyduk arkadaş içimizdeki dört mevsim yediverenliğimize…. . . . // ilhanaşıcınisanikibinyirmibir |
Eleştirisi, ironisi ve hüznüyle; artık bu parodiye son verelim, diyor "okunduğu gibi" yazılanlar.
Öyle ya! Öncelikli olarak cepler değil; yüreklerimizi ve zihnimizi güzel olanla donatmak gerek...
Madem insan olduğumuz söyleniyor; gerekliliklerini de yerine getirmeli...
Samimi, sitemkar ve bıçkın, ama zeki bir çıkıştı. Çok sevdim, şairim.
Teşekkür ederim, esere ve size.
Saygı ve selam ile.