Bir Irkın Hüzünlü HikâyesiŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ONLARIN DİLİNDEN YAŞAM
1871 yılında doğan "Tatanga Mani" ya da Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney kızılderilisi, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra’da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh’la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir: "Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar. Biz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh’la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgâra övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz. Biz Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük, güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgârda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık. Bu çok mu kötüydü? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir. Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim, bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce ruh hakkında." Kolomb’un günlüğünden " Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. ... Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok... Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar..."
1492’de Tanrı’yı aramaya çıkınca kâşifler
Aşıldı denizler, fethedildi bakir karalar Günlükler yazıldı, zorlandı bütün imkânlar Bir ırkın çadırlarına sinsice sokuldu kurmacalar. Güneşe, aya, ağaca, toprağa ve hayvana övgüler dizip Yaşam felsefesinin en hazininden bedenleriyle geçip İnançları ve varlıklarıyla vahşi doğayı bile dize getirip Sonsuz otlaklarda yaşamı kendilerine kardeş seçtiler. Çelik gibiydi bakışları, mevsimlere direnirken yapıları Ruhlarındaki yaşam harcıyla asırlara damga vurdular Uzak ülkelerde geceleri yıldızlar altında uyudular Duman hasretlerle evrenin özgür dillerini konuştular. Vahşi bir doğayı getirdi sonunda onlara beyaz adamlar Çıkar hesaplarıyla, toprak sevdalarıyla döndü gözler Dağların insanlarıydılar, zamanla çöllere sürüldüler Yüreklerine konukladıkları beyaz adama boyun eğdiler. İyiydi yüce ruhla araları, ‘oturan boğa’ydı kimi liderleri Sarıldılar doğaya, seviştiler ırmak boylarında geceleri Dinlediler konuşan ağaçları, açtılar ulu Manitu’ya ellerini Nedensiz kovalamacalarla yüreklerinden çalındı gülüşleri. Bilge duruşlarıyla, özgürlüğe olan aşklarıyla yürüdüler Soğuk geceler aşarak ölümlerin mezarlarını buldular Medeniyet diyerek sarıldıkları otlaklarda kayboldular Kırıldı soyları, vahşi cehennemde sonsuzluğa kavuştular. Yoklukları çizgilere taşındı bir zaman sonra, yüzdüler kafa Onlarca batılı kahramana vahşilikleriyle hep hüzünlü şamata Kovuldular, pusularda vuruldular, öldürüldüler çığlıklar ata ata Tüketildiler ah beyaz adamların ölüm kusan ateşli silahlarıyla. Selahattin Yetgin |
Çıkar hesaplarıyla, toprak sevdalarıyla döndü gözler
Dağların insanlarıydılar, zamanla çöllere sürüldüler
Yüreklerine konukladıkları beyaz adama boyun eğdiler.
.............................
Yaşamın kıvrımlarından derlenen ve imgelemde dönüşüme uğrayarak dolaşıma giren şiirin gücü dize dize etkisini gösteriyor. Zaman zaman mısraların arasında coşkulu bir şiddetle sarsılıyoruz o günleri düşündükçe... Yedi oktavdan yükselen bir anlatım, özgürleştirilmiş cümleler, benliğimizi teslim alan güçlü ama suskun bir duygulanım...
Konu ve anlatım ilgi çekici ve çok başarılı sayın YETGİN.
Çok ama çok özel bir şiir.
Alkışlıyorum ve kutluyorum sevgilerimle.