Kardelen Ağıdı (II)(ah o gözleri yıldız, yanakları ay, çenesi bulut, saçları şimşek çocuklar... salça ekmek ellerinde taşlı arsalarda meşin top kovalayan, çizdikleri rüyada beş taş oynayan ah o haylaz, ah o kırılgan çocuklar...) uçurtmanın kuyruğuna jilet takıp kötülüğü lime lime kesecek olan çarpışan arabalardan attıkları kahkahaları boğazı o iç okşayan sesleriyle turlayan kontra pedal bisikletine astığı rüzgâr gülünün hangi kızın saçlarını havalandıracağını düşleyen bebeğine anasının rujunu sürüp ayaklarında sallayıp ninni söyleyen ah o okyanus ah o çağlayan yürekli çocuklar... hayallerinde annelerinin keselerini sırtlarına vurup denizleri, dağları, okyanusları aşmak pilot olup uçsuz bucaksız göklerde uçmak ressam olup nazım’ın mutluluğunu çizmek öğretmen olup anadolu’ya aydınlık götürmek şair olup masmavi dünyalar yaratmak olan ah o kimsesiz ah o mahcup çocuklar... ateş gibi cehennem gibi kavurur durur kurak toprağı kaynatır yıpranmış asırlık taşları durur öylece durur sabahtan beri gökte temmuz güneşi ahan da işte orada bak durur dicle bacının sol göğsünde kor dolu kocaman sızı başında allı güllü yemeni kulaklarında doymak bilmez aç gözlü atmaca çığlığı bir bilsen ne zordur kadın olmak bu coğrafyada çirkinliğe susarsın boyun eğersin yutarsın ne yaparsan yap gün gelir mezalime kurban gidersin kaynının gözü üzerindedir diclenin kapandıkça kısılır kısıldıkça kapanır kaçtıkça kıstırılır dicle kurbanıdır gayrı sahipsizliğin abisi gün sayar cezaevinde kocası askerdedir hevesle bekler tezkere masum çelimsiz küçük rüstemi gezer durur hayvan peşinde o rüstem ki deniz abisinin asıldığı mayısta girmiş dokuzuna zaten buralarda bırakın denizi ne şimdi ne yıllar öncesinde yoktu tozlu asfalt bile buna rağmen filmlerde gördüğü o ihtişamlı şehirler hayallerinde hiç çocuk olmadı ne oyuncağı vardı ne akranı bir tahta sapanı bir de yoldaşı karabaş ola ki kurtlar saldırırsa diye kuzularını korumak için birini peşinde taşırdı birini cebinde rüstem o dağ senin bu tepe ağanın falan demez gün boyu güderdi kör galip’in davarlarını hem de sinsi mayınların mesken tuttuğu dipsizliklerde ne önemi vardı ki kimin döşediğinin ya da anlamsız niçinlerin ne önemi vardı yoktu başka yolu evine bakmak için en büyük coşkusuydu öğretmeninin her sabah söylettiği dolaşırken dağların arasında andımızı okumak sığınmıştı öğlen vakti dayamak istedi o yaşta kocamış sırtını koskoca bozkırın tek çınarına bütün yorgunluğuna inat keyifliydi umutluydu yarınlara aklında okulu kalbinde öğretmeni dudağında marş "varlığım türk varlığına armağan ols..." kalakalmıştı nar’ı andıran kalın dudakları kurulmuştu ya bir kere el yapımı patlayıcı bekliyordu ilk ve son kurbanını ha rüstem ha mehmet fark etmezdi ona ki ne çok emmişti anasının memesini o nar dudaklar ne çok sığınmıştı anasının sıcacık kucağına incecik bedeni ağla ülkem ağla der şimdi gökkuşağı gibi yayılmıştı gülüşlerini dilimleyen güneşin kollarına bulutlar koştu ilk müdahaleye ki en yaşlıları atamın da alnını öpendi yumdu göz kapaklarını rüstem olan bitenden habersizce rüsva bir davaya kurban o esnada öğlen molasında meleklerden kurulu dergahına kurulmuş briç oynayan tanrıdan önce şahitti olanlara kardelene ihanet eden hercai eyy bulut dede al al beni de götür göğe atamın dergâhına uyan atam uyan haydi birlikte dönelim o kirletilmiş coğrafya’ya sana aç coğrafya’ya sana muhtaç ...... ikinci bölümün sonu...... menekşe/sessiz_sakin ve kimsesiz ersin başeğmez/çaysız_şekersiz ve bademsiz uğur arslan/uykusuz_kalemsiz ve denizsiz hatay/izmir/istanbul/04 mayıs 2022 14:00 ....... Şiir, aşağıda linki bulunan şiirin ete kemiğe bürünmüş halinin bir ve ikinci bölümüdür... www.edebiyatdefteri.com/siir/1429736/ruzg-rgulunden-dusen-hayaller.html www.edebiyatdefteri.com/siir/1430654/kardelen-agidi.html |