İçerdekiler
Bir şiir yazmak geldi içimden
Gecenin yarısında oturdum daktilomun başına Birkaç saati ellerim tuşlarda hareketsizce geçirdim Kahvemden koca bir yudum daha aldım Ve derin bir nefes çektim sigaradan Duvardaki tabloya takıldı gözlerim Sonra kenardaki kitaplara kaydı Yine saatler geçti Ama bir türlü ilk heceyi çıkartamadım Sırlanmıştı tüm kâinat Gizemli pusun ardına Kahvem soğudu Sigaram kendi kendine söndü “Galiba yaşamam gerekli” dedim kendi kendime Soluğu dışarda aldım böylece Yürüdüm saatlerce Minareden ezan sesi yükseliyordu Yollarda ihtiyarlar Gördüklerine selam verip (ki bu alışkanlık artık neredeyse onlarda kaldı) Ağır ağır Çoğalarak arşınlıyorlardı caminin yolunu Karanlığın içinden ezan sesi yankılanıyordu ufuklara Yürümeye devam ettim usulca Sabahyıldızının ardından Tepelerin ardı kızıllaşmaya başladığında Sahilde aldım soluğu Gün hareketlenmeye başlamıştı Sabahın ilk saatlerinde Minibüsler servise çoktan çıkmış Duraklarda, yollarda tek tük insanlar Yürümeye devam ettim öylece Biraz da kalabalığa yakın yerlere çevirdim rotayı Fırınların önünden geçerken Ekmeğin kokusu yayılıyordu açık duran kapının aralığından Gözleri uyku mahmuru simitçiler tezgâhlarını hazır etmişlerdi Bir simit aldım sabahın o ilk saatlerinde Sıcacık ve mis gibi Yeni açılmış çayhaneden içeri girdim Çaycının gözleri de simitçi gibi mahmurdu Alacakaranlığın içinde İnsanlar ekmek parası peşinde Yeni haşlanmış çayın kokusu vardı her yerde Kenara yakın bir masaya oturdum “Çayı yeni haşladım Birkaç dakikaya demini alır abi” dedi Bekledim. Zaten hayatıma yer edinmiş bir sıfattı Beklemek. “Bekledim” Gözlerim sefere başlamış motor ve vapurlarda bekledim Kese kâğıdına sarılı simidin kokusuyla Çaycı birazdan çayla çıkageldi Kokusu fevkaladenin fevkinde Bildiğin mis İlk yudumda Damağımdaki tat Aldı götürdü beni Karadeniz’in zirvelerine Çayın demini hissettim Çay toplayan kadınları gözledim Ve çuval çuval taşınan filizleri Yeşilin nasıl bu denli muhteşem bir lezzete dönüştüğünü de seyrettim Yan masaya gelenler döndürdü beni çayhaneye Simidi katık ettim bir çaya Peşine gelen çaya da bir sigara Aydınlığa evrilmiş olan semanın altında Kalabalıklaştı sokak Gidip gelenler var işte Çocuklar okul çantalarını omuzlamışlar Gözleri mahmurdan da mahmur Yanlarında anaları Kalktım usulca İskeleden bindim bilmediğim bir vapura Nere varsa istikamette Biraz da deniz havası gerekli güne Vapurdan indiğimde bilmediğim sokaklara saptım Parke taşlı yolları arşınlamaya başladım Etrafım alçak eski binalarla kaplı Bakkal kapının önünde çayını yudumluyor Kıraathane önünde birkaç ihtiyar oturuyor Kapılar açılıp kapanıyor Kiminden öğrenciler fırlıyor dışarı Kiminden işe gidenler Unuttuğu bir şeyi söylemek için cama koşan kadınlar da var pencerelerde Sofra örtüsünü silkeleyenler de Arşınlıyorum parke taşlı sokakları Vakit neredeyse akşama yanaşmalı Simit çayın ardından Lokma geçmedi boğazımdan Lokanta cama asmış yazı “çorba, pilav üstü on lira” Daldım içeri Çorba peşine pilav üstünü götürdüm İşte o zaman anladım İyi de acıkmışım Dolandım durdum bilmediğim saatler boyu Eve dönüp uyumak geldi içimden Bilmediğim yerlerden geriye dönmek vardı şimdi de Caymadım. Yürüdüm yine o parke taşlarda Kalabalık sokaklara kavuştu yolum Belki de caddedir İskeleye kavuştum yine Motorlarda Üsküdar ve Kadıköy vardı sadece Üsküdar motoruna attım kapağı Adını tam okuyamadım Turgut Reis mi neydi Üst kata çıkıp oturdum en arkaya Bir de kâğıt helva aldım Ve biraz sonra başka birinden bir düzine kalem Evdeki kalemler yetmezmiş gibi İndikten sonra Yürüdüm Harem’e kadar Eve attığımda kendimi Karasular inmişti ayaklarıma Bütün günün fazlasını dolaşmıştım ne de olsa Yine oturdum daktilonun başına Son canhıraş Birkaç tuşa bastım koltuğun kenarından Yığılıp kalmışım oracığa Şiir yazmak istedim Sayfalar dolusu karalansın satırlar Yaşanmışlık olmayınca Karalanmıyormuş akıldan öyle Aklamaya çalıştık kendimizce İşte hepsi bu kadar 06.02.2015 0120 25 |