Montmartre akşamı// . . . evet sanki dün gibi hatırlıyorum da kahrolası meteliksizliğim soğuk bir Montmartre akşamı daha ısmarlamıştı ekmeği şarap ile ıslayan yanıma üşüyor olsam da ağzımda çiğnemeden biriktirdiğim son sıcak nefes ile süzülürken pervazı düşük penceremden adını aşktan çalan tüm kamelya çiçekleri mırıldanıyordu şarkımızı La bohème…… La bohème…… La bohème…… açtık, açıktık fazlasıyla kendimizce kaçıktık deli olmanın akl-ı zarafetiydik sen ki, tuvalime tülsüz, tüysüz doğan dekoltesiz bir sevabın arındırılmış gün’ahı, bakire bir güneşin sancısız doğurganlığı gibiydin ahh.. ben ki, yüreğimdeki fırça darbeleriyle tenimden, tenine organik bir devrim yapacak kadar kızıl, baki ve bakirdim La bohème…… La bohème…… La bohème…… aşktık, aşıktık adımız kadar. zaman-ı geçmişi asla sorgulamadığımız an’ı inadına doğradığımız tastan içtiğimiz terimiz kadar keskindi tadımız sabahı uykusuz, kaçkın, kirpiksiz gecelerimizin o fresk kokan figürlerine şövalemiz gibi dikilir ve tınısında rüzgarın o örgüsüz saçlarına notalar iliştirip söylerdik hep şarkımızı La bohème…… La bohème…… La bohème… geçse de, vazgeçse de bizden inanmak biz inanmaktan hiç geçmedik, vazgeçmedik . . . // ilhanaşıcıekimikibinyirmibir |
Neler düşündürüp hissettirmedi ki...
Montmartre'nin taşlı sokalarına, ressamların, kültür dünyasının merkezine götürdü. Tepedeki manastırı gördüm...
Ve o mekandan kimler geçmemiş ki; Dali, Monet, Picasso ve daha niceleri.
Edith Piaf'ı gördüm dizelerde, ağıtımsı şarkılarını yahkırırken duvar dibinde, o dar sokaklardan birinde...
Sonra
"La bohème……
La bohème……
La bohème…" Pavarotti'nin bir operasına götürdü; onun o muhteşem sesine...
Ziyadesiyle şık ve zengindi şiiriniz.
Teşekkürler verdiği duyguya.
Selam ve saygılarımla kaleme ve şaire.