Sarıya çalan Kadın
manzaraya bir isim vermem gerekiyordu kitaplardan onlara ne diyeceğimi öğrendim
bu çiçekler mehtap kadar kızıl parlıyordu küçük bir kafede oturan sarıya çalan kadın dudakları örgülü çatıdan sarkan üzümlerin mor ateşi gibiydi ege güneşinden gölge veren ağaçtan yontulmuş bir masa ve üzerinde kağıt kağıdın üstünde bir bardak ve bardak üzerinde bir kalem gözlerine bakarken düşünüyordum zihnim tarlaya serpilen tohumlar gibiydi az ötede kullanılmış rengarenk bir bisiklet ahşap çıtalara yaslanmış sessiz sedasız belki en sevdiğim yerdeyim yalnızlıkta ufukta sonsuzluğa doğru kıvrılan eski romalılar tarafından döşenmiş parke taşlarıyla kaplı yollar güneşin saçlarında eriyen gölgeler gibiydi bir pazar günüydü ve kapalıydı antik kale ve karşımda sarıya çalan o yabancı kadın gözlerimi keskinleştiren güzelliği ve gençliği ... ve sis sokaklara döküldüğünde benim şehrimi orada hayal ediyorum binlerce kilometre uzakta yüzlerce hafta sonra eskimiş bir kitaptan şiir okurken o kızıl çiçeklerin ihtişamını hatırlamak için o kadını hatırlıyorum onu hiç tanımadan onunla hiç tanışmadan... |