Sınır Taşı
Unutmadım hikayesini sandık altı
kanaviçenin mor söylemindeki gül Derinliğine açılan yaşanmışlıkların döküp gittiği çakıl taşlarını suskuda gözlerime inen kurtların ulumasını İncelen sular duruyordu sahrada kanadı koparılmış yusufçuklar gibi ışık kümesiyle gökyüzüne doğru koşar adım düşeyazdı kalbim sisle kalbim sağanaklar kaçağı, uğrağı Usturasını dayamış hüzün sesine alnıma koşuyor alnı ak taylarım Serhat’ta uzaklığın kuyularında ol akşam kızıl pelerinli bir matador beyazın tenine yoksulluğu çizen Unutmadım hikayesini sınır taşlarının orada dumanlanır mülteci söylenceler yabanıl nergislerin yeraltı kardeşliğini bırakıp çimenlerin yüzündeki gümüşe |