ŞUBAT GÜNEŞİNDE ISINAN BİR ŞİİR...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Yorgun bir düş’ün kırıklarıydı hayat en çok da hüznün kırık penceresinde salınan şafak gibi bir de şatafatlı acıların değişken mizacı. Sözcükler ne yorgundu ne de yorganı günün, dünde kalan onca şeyin yetmezmiş gibi güne eklendiği ve tırtıklanan bir metanet. Sözcüklerden sökün eden Yalnızlığın sarkacında hoyrat bir rüzgâr Gönül nazında niyazında Sevmelere dair ömür madem Eşkâli neydi dünde kalanların Güne uzandığı Bazen ölüm koktuğu Bir şiir iken mezar taşında Saklı sırları şairin Söyleyemediği ne çok şey Ön sözü müydü sahi güneşsiz geçen günlerin? Gün neydi ya da gece? Ve sair bilmece Aşkı heceleyen bir duada saklanan Göğe kurşun atan tombul ayaklarında martının Öykünen mutluluğa Ölümsüzlük saklı değil şükür ki hayatın pervazında Öğünler delinen Övünçler yüklenen ve övünen deliler Kuşlar da göçüp gitti ya Aslında ruhumuzda saklı onların ebedi yuvaları. Hazansa mevsimin sarkıtı Şubat güneşinde ısınan bir şiir gibi Solumaksa hayatı Dün de aynı gün de yarın da Bir acının doğurganlığına Kim engel olur ki? Melun bir hece çiftleşirken zalimin yüreğinde Biz aşk diye düşmüşken yola Kimdi ve nasıl kin ile yoz kıldı yaşama sevincimizi Karda yürüyüp izini belli etmeyen ne çok münafık İnancın bile tartaklandığı kara ruhlarda saklı karanlık Hep de aydınlığa meylettik Kandık, inandık ve sevdik. Ön sözünü yazdık madem şiirin Hep şiir değil miydi güneşin v/edası Dolunayda uyuyan bir çocuğun rüyası İlla ki sonsuzluğa kadar asılı kalmak kutup yıldızında Sefasını süreceğimiz ömür kaldı? Ömür diye çıktık da yola Mıhlandık kaldık dünde ve anda Yarın olmaya yetecek mi dinmez acıların rüzgârı? |