MODERN TASAVVUF ŞİİRLERİKALBİN KABESİNDE Körfezlerde gittikçe uzaklaşan gemiler, Bir başka seyredilir düşer gibi boşluğa, Göçe susarcasına uçuşurdu yelkenler, Dağılırdı saçların rüzgarın mezarında. Semahın kıblegahı ruhunun fezasında; Bir başkaydı her zaman, düşlerken bir başkaydın, Çehrenin bahçesine gülüşler yayılır da, Bağrının kabesinde, sayhanı sayıklardın. SESSİZ SAYHA Altın sonbahar, sokak fenerleri, Duygun çardaklarda su perileri… Ürkek parkelerde cesur kediler, Kuşların sadrını deler de geçer. Adın, hançeremde hüznün hançeri, Gönlümün yaşına bakmadan deşer. Gülüşün, ruhuma neden kasd eyler, Niçindir ciğeri söndüren düğüm? Nazarında yeşeren sır serçeler, Toprağım, denizim, yelim, göğümdün. Saflığın, cürmümü ezer de geçer, Çakılarla çözülmez bu kordüğüm… Nefesin; ateşten sıcak, yumuşak, Kuş tüyünden hafif, alımlı sesin. Ruha körpe sevişmekler katarak, Sabahlara yüklü bir ceylan leylin. Nezaketin göğsünden çağlayarak, Taşıp kavururdu, zarif gözlerin… Sendin adı şehla, şanı züleyha, Kanı leyla, gülü leyla, rüveyda… Bakmaklara hep görmekler ekerdin, Ansızın çakışırdı şimşek yüreğin. Can sayha, ten vaha, umular sahra… Yüreğin, içimde soluk soluğa. Resimlerin bile ahrazdı şimdi, Hatırlamaz oldum nazlı sedanı… Unutmak lime lime ah cemreni, Ne bitmez kahırdı, ne kadim acı… Bilmem üşür müsün orda sevgili, Bekle bizi, çoğu gitti azı kaldı… KARANLIĞIN MEZARLIĞI Put denizi şehirlerde, Lanetli sularıyla arzu, Şehvet serper siperlere, Ter içinde ve kuğumsu. Kıvrımların isyanından, Baygın düşmüş kıvılcımlar, Sürtünüşten nasır tutan, Tenler sarhoş, ölü ruhlar… Sedirlerde huysuz gözler, Zihinlerde loş kabuslar, Dizilmiş arsız imgeler, Derilmiş kör metaforlar. Yaymış yine o koyuluk, Zulmü örten dalgaları. O renk ki dipsiz korkuluk, Sarar şemsin her yanını… Görünmez boğuşmalarla, Çullanır huzur burcuna, Pençeler umut dağını, Uzar her yerden kolları. Bir ejderha ki karanlık, Yakar çocuk renklerini. Kaçar tonlar, solar ışık, Mahvettiği bahçelerden… ÇERAĞIN KUNDAĞINDA Döşlerdeki kandillerin, Uhrevi balkırıydı aşk… Bir semavi veçhe mızrak, Anahtarı merhametin… Serpilirdin cevherinden, Metanetler yeşertirken… Dehşetli geceler dahi, Bastıramaz cevherini… Işıkların somyasında, Karanlıklardı suların, Hışırtılar yaprakların, Suskun bakır ufuklarda… FLAMİNGO SAATİ Hücrelerde zemheri, kutuplarda yangınlar, Bakışlar, aynalarda ağlayan bir sonbahar. Çağlayan deryalarda; sahraların vahası, Serabın, semalardan haykırır meramını. Altın bülbüllerdi o şakıyan yalnızlıklar, Issızlıklar köşkünün çilekeş divanında. Divanlar ki nümayan, sonsuz okyanuslarda, Testin kadar ihata, tasın kadar ırmaklar. İnce sütun bacaklar şimdi ateş dansında, Şimdi baygın gözlerde çarpar arzunun kalbi. Nabızlarda cezbeler; nazik haz vakitleri, Zarifçe okşanışlar sırların surlarında… İKTİHAM Sevişmek isterdik hep göklerde uçuşarak, Manevi fezamızın mefhumdan sularında. Metaforlar dokuyup nakşederek semaya, Taze ruhlar düşlerdik, aşka kanatlanarak… Bakırlar balkırlara karşırdı buğunda, Efsununda tütsüler, ferdaların fersude. Sinelerin; dinmeyen şelalesi zamanın, Pürüzsüz tutuşmaklar bahşeder bahçemize. Gözlerin gökyüzüydü yaralı kuşlar için; Masum falyanoslara şefkatli okyanuslar… Anne gülüşlerinden içli bir sesin vardı, Sesin, her yüzde sesin, her solukta nefesin. Sen eskimolara yaz, kutuplara bahardın, Etrafına yıpranmayan şarkılar saçardın… VESSELAM Aydınlık gözlerinde; ışıltılar çarpışır, Renkler, tonlar, ahenkler, mihenklerle katışır. Vurulur yüreğinden suya inen bir ceylan, Tutar yasını kuşlar, kurulur tahtırevan. Biz, toplu yalnızlığın müritsiz mürşitleri, Aç ruhlarımız ancak o Sonsuz Sevgili’nin… Rızası, cemaliyle, muhhabbetiyle doyar, Yalnız hissedeceğiz; o mümtaz güne kadar. MUŞTU Gün gelir, vurduğun kadar vurulursun Eteklerinde başlar bir dağdağa mevsimi Güneş saçlar ağarır, çehrene aklar düşer Kimsesiz aynaların işte tam karşısında Derin yanlızlıkların türküsünü çağrırsın Gün gelir, yaşanamayanlar göçer ömründen Söylenemeyenlerin yasını tutar hazan İşte o gün, deştiği kadar deşilir Leyla Çölün ne önemi var Mecnun söndükten sonra Bağırıyor kandiller, nehrimizde ay hüznü Kuytulara kuyu olmuş mecruh gecelerimiz Gün gelir bir vahada sen de tenha, kalırsın İşte o gün, soğuk sessizlik neymiş, anlarsın Üşüyüşlerle yanan cehennem cevherlerin Yalazına bir nefes de belki sen bağlarsın Sen şimdi hep gül, hep mutlu ol, hep çağla Kahkahayla hıçkırmak neymiş bir gün ağlarsın O gün sarmaz olur kat kat ağır yorganlar Üryan kalır anılar, eyvahlara büşra var KALBİNİ DİNLE Esmer tonlarında güneşler saklanır İnci dişlerinde coşkun aynalar uzar Serçe kirpiklerinde alımlı nazar kuşları Kül perçemlerin bahar bucuları kokar Yürek ormanlarında bir masum ceylan Katmış birbirine o bütün ortalığı Şimdi her yer kıyam her yön kıyım her an dram Her nefes kan oğlu kan oğlu kan oğlu kan En derin bahçemde koşturur çocuksuluğun Ve dilsiz cellatlar gibi dikilir aramıza Acımasız zamanın köhne uçurumları Sen şimdi seke seke terk ederken sesimizi Renklerimiz solar, cansız karanlığa boyanır Soluklar daralır, daralır, daralır, daralır Saçlarında görünmez çiçeklerimden bir taç Saklar nazenin sırtın körpe kanatlarını Hep gülerken gördüler seni hep neşeyle Bakışında bağıran ağır yaralarını Kimseler göremedi, kimseler göremezdi İncecik ellerinde devasa düşler yatar Kısacık yaşamında upuzun olgunluklar Gel de otur yanıma, yaşlanınca kalkardık Gemiler alırdı sonsuzdaki sahilimize Bülbülün duası kalkan gülün ömrüne Ötüşür sessizlikler; gitme, gitme, gitme MEDED Ne yaslı bir dünya bu Herkes herkese ölüm Herkes herkese hüzün Herkes herkese kahır Herkes herkese dram Kimse kimseye ışık değil Herkes herkese yalnızlık Meded ey Mahbub meded Meded sevgin aşkına Masuma susuz kaldık Her yer her yüz karanlık Kalbimizi boğar sadrımız Zulmün depremlerinde Darmadağın ervahımız Ahir zaman baltaları Parçalar vicdanımızı Daralır nefeslerimiz Soludukça solmaktayız Merde hasret namerd bile Meded ey Mahbub meded Meded Ahmed aşkına OYUN Dürüstlük varken hile niye, fenalık niye Neden düşürür insan kendini böylesine Ona en masum en içten kıymet verenlere Geçirdikçe geçirir yaban pençelerini Burası dünyadır, burası bu kadar işte Kaybetmek ne kolaydır, yakıp yıkmak ne konfor Canları acıtmaktan zevk alır zalim kalpler Mutlak adaletine inancımız tam ey Rab Er ya da geç pek pişman hep üzmek isteyenler Kötülere harcanan zamanlarımız için Bizi de affet, bizi de affet, bizi de af Yazık ki aldanırız, saf sanarız biz gibi Çehremize gülüşen her gaddar kelebeği Kederler bahşedersin keskinleşelim diye Kavileşelim diye aciz düzmecelere Elbet bu da geçecek, yaraları açansa Hançerindeki kanı asla unutmayacak Hafıza cehennemdir ah alan serçelere Saplanmak bumerangtır bek döner sahibine İyilik varken pusu niye, hainlik niye Doğruluk varken kendini kandırmak ne diye Vefasız bir kürede nankörler defilesi Yiğitçe diyenleri hançerleyen desise ASUMAN Bu kümeler bu yığınlar bu sürülere, Bu gösterilen yöne koşturan aynılara, Sığamıyorum çünkü kuğu gözlerin… Çünkü sensizlik çakılarla kazınmıştır, Uzadıkça sarılan yürek ağaçlarına… Sessizler ıssızlara yeniden yazılmıştır, Yaklaştıkça uzaklaşan yıldızlardık… EVÇ Çölde bir kum tanesi tutmuş da, Bakılmaya kıyılmayan nazlı süreyyanıza, Cehennemler doğurma cüreti göstermiş… Gibi bir mevsim şimdi ağlayan aynalarda. Gelseydin; o elvan etekleri sürüyüp ırmaklara, Varsın ezilseydi hücremizde cümle yapraklar. Makberimiz, yangın mı yangın gökküreniz… YAĞIZ Ağıyor suların Hançerde, kuşakta ve pusatta Ağıyor nazenin İncecik dallarında Körpecik, camgöbeği Kanıyor sessizliğin Kanıyor mavi Bağrında kızgın örgüler Esmer ruhunda akkor Azığımız tarumar Yüküm tonlarca sevdan İçim ağır mı ağır Size hep mutluluklar Bize kahır kalmıştır Aşım özüm üstüne Şimdi mevsim sahradır Şehla endamında can Çarpar durur divane Kalbin feza denizi Ve kükrer perçemlerin Gel arıt ömrümü ey Yıkılmaya alışmış Yerlerimden tut kaldır Yeşersin yangın Tutuşsun yara Yaşarsın filiz Karışsın köklerimiz TUTUŞAN Birbirine sarılmış Yapraklar gül dediğin Nereye baksan rahmet Nereyi görsen hikmet Sır içinde sırrı çöz Yok içinde yoka var Herkeslerin kaçtığı O yangın düğünündür O ateş, kabuğuyla Girene cehennemdir Aşktan üst baş yırtana Zakkum içre kevserdir Ey can yüzlü nedime Şelale canlı yaren Aşk; binbir düğümünde Binbir hasat derendir İKRAR Milyarlarca renk Milyarlarca ahenk Milyarlarca ses Milyarlarca nefes Milyarlarca his Milyarlarca şifa Milyarlarca çehre Milyarlarca fikir Milyarlarca sevda Milyarlarca varlık Milyarlarca yokluk Ve tek bir Sahip Rızası hep rızası Cennetlerin cenneti Dolduracak, dindirecek Derin yalnızlığını CANLAR CANI Dilsiz, sağır senfoni Renksiz, nursuz gösteri Tatsız, tutsuz ziyafet Hissiz, duyarsız ilgi Sır içre sır içre sır Kır artık testini kır Ne dış kalsın ne iç ey Özü közünden sıyır Sularında ötenin Zirvesinde derinin Kavuş kavuşulmaza Dinsin dinginliklerin Sırların sırrına er Gizlerin gizine pus Ne dam kalsın ne duvar Canların canına var HAZİRAN Narin ellerinde serin sular çağıldar Cevherinde varaklar, nadide, çocuksu Çokça gökyüzleri, çokça soluyuş Dallarında kırgın ıssızlıklar mevsimi Şimdi yürek bir saatli bombadır Pençleriyle sadrımı boğazlayan Dağ gibi kurulmuştur zamanlar aramıza Ürkekliğinde aşkın gözyaşları parıldar Şimdi ne derse desinler, mecalsiz Cürmüne vurgun bir mücrim karşında Yargılayan gözlerin zindanında mahkum Ama asla pişman olmayacak olan Ruhum ruhunu nasıl da görüyor Bakışlar kaçıran masum maralın İnanmazdım, inanmazdım yaşamasam Gözleri yananları gözleri yananlar anlar Gözlerin yangın, gözlerin dargın umutlar İçim ki urganını bekleyen argın şehzade Alımlı, nazenin, ölümcül otağında Şimdi ahdim ömürlük bir duadır bahtına Söylenemeyenlerin altında kalan Bir makberdir ağarmış hayaller Günler asır, güzler ayaz, güller veda Yeter ki mutlu ol diyeceğim o gün Biz ki alışığız düşte hüzne, yazda hazana Öleceğini bile bile yaşamak gibi İnanmazdım, inanmazdım yaşamasam İnandım, yaşadım, gerçeğimdin EHVEN Daha iyi bir hayat mümkündür Daha mutlu bir cevher harabende Güzel düşün, güzel dile, güzel sev Önce içinde başlar, içinde biter Umutsuzluğun gazabından kurtuluş Baharın fırtınasında savruluş Aşkın cennetinde azab mümkündür Güzel yaşa, güzel hisset, güzel göç DÖNÜŞ Kendine kıymet verdiğin kadardır Değerin bu gönüller mahşerinde İnanmayı bil, inancı say, inanca güven İnanç yalnız bırakmaz yoldaşlarını Güzel zanlar ırmağında yıka kalbini Her zaman bir ışık vardır karanlık için Müspetliğin kadar huzurlusundur Mutluluk, özüne dönebildiğincedir SONSUZ NEZAKET Rahman’ın süt nehirleri Çağıldar her gün her saniye Görkemli anne dağlarından Masum evlat vadilerine Alemleri havada tutan Cansızdan canlılar çıkaran Varlığı yoklukla yeşerten Hepsi nihayetsiz sergin Sevgin nasıl da haşmetli Aydınlatır kusursuz cemresi Karanlıkta dönen dünyaları Nereye dönsek zarafetin ZİLAN Bakışlarında masum günbatımı, Teninde alımlı yıldızlar parıldar. Bağrın, yaralı kumrular mevsimi; Gülüşünde yarım kalmış şarkılar. Büyür, büyür, büyür göz bebeklerin… Cennetime dönüşür içli cehennemin! Çığlığın bahçemdir, yeniden doğuş. KEMENT Yaşadın asırlarca Ama Alışamadın hayata Yüreğin hala İlk günkü hayret Baktığın her yüzde Her ton her yön Her renkte Her ahenkte Her his her seste Soru işaretlerin Bir yanın çılgıncası Ölüm merakında Bir yanın delicesi Yaşamak coşkusunda İnsan nasıl çelişki İnsan zarif komedi İnsan hazin estetik Acı bilmece AV MEVSİMİ gözlerin gece gözlerin karadelik güneş saçlarında derin sessizlik boynunda kuğular, gülüşün gazal birazdan bastırır tuzdan fırtına yaprakların kuşlar misali dallarında dökülemez uçar, körpe nazenin keşke yalnız bunun için sussaydım bizi herşey bambaşka olabilirdi oysa hangi yerden kapanır bu kesik şimdi kırılır içten içe geçirdiğin aynalar uzar, uzar, uzar nurdan narin dişlerin bulanır yetim, yüreğimin kanına HURUÇ Göz göze gelemeyen mahcupları, Köz köze yanamayan sessizler anlar. Gidersin, göçer ne kadar kuş varsa… Nefessiz yaşamaklar öğrenir yürek… Gidersin, gelememişken bile daha, Şimdi bir merhume yerine kalan… MENFEZ Karanlığa gece; bir tutam ışık… Anlam sofranı ser ruhumuza ey. Ki ısınsın iliklere kadar her yanımız. Ki rahmetin kadim tığlarıyla, Dokunsun beraberlik kumaşımız… Geçir içimizi o dar menfezden ey. Bilal Yavuz Hira Yayınları |