NEYZEN NEYE 'NEY' ÜFLER?
Ne kadar dinlersen dinle neyi
Sana ne anlatır, bana neyi Neyi anlamak istersen, neyi Neyzen ’’eslim ,eslim’’üfler-1- Neyzeni Kıpti olanın ,neyi Ayarı arzudur, hevesin yayı Kavalı, Tulumu, flütü, neyi Herkes özce niyetine üfler niyet gönülde tur-u sina Ney kamış, boğumu sine Musa olsa, varsa dostuna Nefesi ’Lenteraniler’ üfler -2- keçi derisinden def yaparlar Def sesiyle hakka taparlar sağlığında keçiye vursalar Hak değil ’’be’’diye sesler iki ses arası, bir nefs var O nefs, ölmeyince böğürür neyzen nefsin öldürürse? Neyine ’’hak,hak’’diye üfler Def ,ney ,insan ;Hepsi bir Her makamın sesi ayrı Senden üfleyeni bil gayrı Bazı Rab, bazı nefsin üfler Yarsuad insan neye benzer? Sureti hak,sireti neye benzer? ney neyzenin haline benzer? Herkes huyun ,Suyun üfler Ne kadar dinlersen, dinle neyi Sana ne anlatır, bana neyi? Neye can veren neyzen ,neye? fikrin,zikrin;meşrebin üfler ......................................... 1-eslim;teslim ol,islam ol 2-LEN TERÂNÎ لن تراني Hz. Mûsâ’nın Cenâb-ı Hakk’ı görme talebine verilen “Sen beni göremezsin” anlamında karşılık. Müellif: İSKENDER PALA Kur’ân-ı Kerîm’de, Tûr dağı yöresinde bir ateş gören Hz. Mûsâ’nın, “Size bir haber veya ısınmanız için ateş getiririm” diyerek ailesinin yanından ayrılıp oraya gittiği, vadinin kıyısında daha önce ateş olarak gördüğü ağaçtan kendisine, “Ey Mûsâ! Bil ki ben bütün âlemlerin rabbi olan Allahım” diye seslenildiği anlatılmaktadır (el-Kasas 28/29-30). Sûfîler, bu olay çerçevesinde Cenâb-ı Hakk’ın Mûsâ’ya ağaç sûretinde tecelli edip onunla konuşmasını Mûsâ’nın sıfat tecellisine mazhar olması şeklinde yorumlamışlardır. Bu tür bir olayda tecelli olunanın vücudu fâni olmamış ve ikilikten (isneyniyyet) kurtulmamıştır. Bu sırada Mûsâ kelâm ve idrak sahibi olduğu, yani ikilikten kurtulmadığı için Allah kendisine kelâm sûretiyle tecelli etmiştir. Bu tür tecelliye “sûrî tecelli” de denir. Yine Kur’an’da Mûsâ’nın Allah’ı görmeyi talep ederek, “Rabbim, bana kendini göster, seni göreyim” dediği, rabbinin de ona, “Sen beni göremezsin (len terânî), fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse beni görürsün” diye cevap verdiği, tecellî neticesinde dağı paramparça edince Mûsâ’nın bayılıp düştüğü (mahv), nihayet kendine gelince (sahv), “Senin duyu ötesi olduğunu kabul eder, sana tövbe ederim, ben müminlerin ilkiyim” dediği bildirilmektedir (el-A‘râf 7/143). Bu âyeti sûfîler, sıfat tecellisine mazhar olduktan sonra Hz. Mûsâ’nın Cenâb-ı Hakk’ı taayyün örtülerinden sıyrılmış olarak görmeyi, yani zât tecellisine mazhar olmayı talep ettiği şeklinde yorumlamışlardır. Görme eylemi gören ve görüleni gerektirmesi, bunun da sıfat tecellisinin vuku bulduğu ikilik mertebesine dayanması sebebiyle bu mertebede zât tecellisi mümkün değildir. Allah bu imkânsızlığı bildirmek için Mûsâ’ya, “Ben görülmem” demeyip, “Beni göremezsin” demiştir. Bu hitap sırasında Mûsâ Cenâb-ı Hak’la konuşma halinde idi. Konuşmanın onda vücud bakıyyesi bulunduğunu, yani onun henüz ikilik halinden olduğunu gösterdiğini söyleyen sûfîlere göre len terânî ifadesi aslında, “Sende ikilik hali bulundukça beni göremezsin” anlamına gelir. Allah’ın tecellî suretiyle dağı paramparça etmesi ve Mûsâ’nın kendinden geçmesi ise ikilikten kurtularak zât tecellisine mazhar olduğunu gösterir. Zât tecellisinde tecelli olunan kişinin izâfî varlığı damlanın denize karışması gibi zât-ı ilâhî denizinde mahv olması sonucunda gören, görülen ve görme eylemi aynı şey sayılır ve idrak edilemeyecek başka çeşit bir rü’yet hasıl olur. Âyetin devamındaki ifadelerden sûfîler, Cenâb-ı Hakk’ın Mûsâ’nın talebini kabul ederek ona zât tecellisiyle tecelli ettiği, parçalanıp yok olan dağın Mûsâ’nın izâfî vücudu olduğu anlamını çıkarmışlardır. Seyyid Nigârî’nin, “Terk-i variyyet ile söylesen erinî erinî / Len terânî demez ol yâr hüveydâ görünür” beytinde zâhir ve bâtın bütün taayyün alâkalarından sıyrılan kişinin zât tecellisine mazhar olacağı yolunda bir yorumu benimsediğini söylemek mümkündür. Âyetin sonunda Hz. Mûsâ’nın, “Ben iman edenlerin ilkiyim” demesi ikilik halinde Allah’ın görülemeyeceğine ilk iman edenin kendisi olduğunu belirtmesi ve bu halde zât tecellisi talebinde bulunmasının yersiz bir davranış olduğu şuuruna ulaştığı şeklinde yorumlanmıştır. Zâtî tecellî sırasındaki görmenin gözün eşyayı idraki türünden bir görme olmadığına, bu sırada tecelli olunanın varlığının yok olduğuna ve bu halin sözle değil zevkle anlaşılabileceğine özellikle dikkat çekilmiştir. Len terânî ifadesi İslâmî edebiyatlarda daha ziyade bir telmih unsuru olarak kullanılmış; Arap ve İran şiirinde âşıkın gönlünü istilâ eden sevgilinin kendini ona göstermemesi len terânî söylemiyle temsil edilmiştir. Len terânî ifadesinin belli bir şeyi sembolize etmekle sınırlı kalmayıp değişik kavram ve mânaların dile getirilmesine vesile olduğu durumlar da vardır. Şairlerin idrak, ilham ve söz söylemedeki üstünlük iddialarıyla şairane övünmelerinde len terânî bir Allah vergisi yeteneğini temsil eder: “Nüktede âlem harîf olmaz bana gûyâ benim / Her ne söylersem cevâb-ı len terânîdir sözüm” (Nef‘î). Âşıkın sevgilinin cemalini görme arzusuna da len terânî cevabı misal gösterilir. “Eylemişken len terânî bang-i Mûsâ’yı hamûş / Dil yine eyler temennî rü’yet-i dîdârını” (İrfan Paşa) beytinde bu husus anlatılmıştır. Erişilmesi zor halleri ve imkânsızı isteme de len terânîye telmih edilmiştir: “Ne var kandırsan ihsânınla setr-i len terânîyi / Cemâl-i pâk-i bî-emsâl-i bâ-eşbâhı görsünler” (Sırrı Paşa). BİBLİYOGRAFYA Kuşeyrî, Risâle (Uludağ), s. 302, 394; Mevlânâ, Mesnevî (trc. Veled İzbudak), İstanbul 1974, V, 318; VI, 192, 193, 242, 243; a.mlf., Fîhi mâ fîh (trc. Ahmet Avni Konuk, haz. Selçuk Eraydın), İstanbul 1994, s. 35; Sultan Veled, İbtidânâme (trc. Abdülbaki Gölpınarlı), Ankara 1976, s. 39; Muhammed Pârsâ, Tevhide Giriş: Faslü’l-hitâb Tercümesi (trc. Ali Hüsrevoğlu), İstanbul 1988, s. 537-538; Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, İstanbul 1943, s. 119; Ahmet Avni Konuk, Fusûsü’l-hikem Tercüme ve Şerhi (haz. Mustafa Tahralı – Selçuk Eraydın), İstanbul 1992, IV, 213-215; a.mlf., Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi (haz. Mustafa Tahralı), İstanbul 1992, s. 329, 392; Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Ankara 1992, s. 300-302. (ALINTI) |
Kuran'nın ben üç yerinde şairlerle ilgili yazıya rastladım.İlgimi çekti meallerine bakmıştım.Sadece kafamı kurcalayan şu oldu.
1- orada geçen şair acaba gerçekten şairlere mi yazılmıştı yoksa başka birileri için mi şair denmişti.
2- Bir hocamız demişti ki benim şiir yazdığımı söylediğimde;riyaya girer çünkü olmamış şeyleri olmuş varmış gibi gösteriyorsunuz.Şairler bu yüzden hoş karşılanmaz.
oysa ki; şair yazısının geçtiği bir ayetin mealinde şu yazıyordu.''Allahı inkar eden şairlerin vay haline''
Ben hala bu konuda tereddütteyim.
Şimdi Kuran'ı baştan aldım şair geçen yerlerin meallerini tekrar inceleyeceğim.Tabi ki şu an konu bu olduğundan dolayı.Yazılan her şey çok ilgimi çekiyor.Mealler bittikten sonra şifreleri de ayrıca inceleyeceğim.
Saygılarımla hocam.