İstanbul ŞiirleriHİJYEN NÖBETİ ejderha kanatlı dinozorlar dev yarasalar gök denizinde haykırmak isteyip de hakıramayan feryat çatlatır duyuları gümbür sessizliğiyle ruhlarda parazitler savaşta akyuvarlarla vuruşur kuzey ışıkları obur karaltıyla çarpışır sürüngenler toprağın döşeğinde lavdan kıskaçlarıyla cehennem akrepleri cennet yengeçleriyle göğüs göğüse keskin zakkumlar ihtiyatlı duyargaçlarda dekor seyelânında hipnotizma notaları okyanus evreninde uzaylı ahtapotlar dans eder terörden fener balıklarıyla Hevsel cennetinde süzülen şahinler öpüşsün seher rüzgarıyla nefesi ciğer kokan çocukluklar uçuşsun yokuşlarda bir ben ki bendedir bende benliksiz bir sen ki sende sendelemez sensiz rengarenk denizatlarına biner düşlerinde çaylak yarışmacılar pamuk şekerlidir bulutlar suçsuz güzbatımında rahipler manastırda hep ortaçağ ruhban kült tüccarları gibi ortadoğumun savulun pasaklılar, hijyen sırasıdır Meryem gülüşlü kızların Muvahhid Devrimi yakındır tenyalardan arınmış doğallık zamanıdır sadece Saadet Asrı tütecek olan bakterilere ölüm antikorlara doğum TOPKAPI SAATİ Payitaht Güllerine ithafen… I. Avlu yağlı kementler zağlı Cellat Çeşmesi şifreli usturayla kazınmış suçlu kelle Saltanat Kapısında adaletin sergisi bazen semiz günahın işte Saray-ı Cedid bir cin mezarı gibi ürkünç Aya İrini çevresinde nazenin saray atölyeleri Bâbüsselâma durur iki büklüm cevherim Fâtih’in yadigarı günler yâdıma gelir yalnız Hünkar yontları sığar bu mert kapıya arşivlerdeki kadar civan heybetin vücut buluşuydu Bâb-ı Hümâyun yüreği açıktır zulme uğrayan herkese mazinin fettan günün pişman mazlumu olsa bile II. Avlu işte Divan Meydanı ulûfeler yağdırtan kadim cömertlik galebe divanlarında başlar zarafet gazâsı parıldardı avluda Sadrazam kavukları Adalet Kulesi tavlı Divanhane yoluna konmuş öter selam taşları lâyihalar sunulu arz odalarında sallanır adaletin kılıcı Adalet Kasrından mahcup boyunlara salınır zülüflü baltacılar koğuşunda saray mutfaklarında Akike kokuları Sancak-ı Şerifler serdarlara yeni teslimleri bekleşmekte Saadet Kapısında III. Avlu dört burmalı sütunlar Baldaken tahtlar aşkına Enderun avlusunda Has Oda nağmeleri Mukaddes Emanetler sığmayacak kadar görklü engin yapılara işte hazine köşkleri kale içinde kale gönül dibinde gönül Arz Odası önünde lezzetli şırıltılar fenerli tercümanlar üstünde çevik Saltanat Tahtı sedeften, fildişinden işte Enderun kütüphanesi nakış nakış külliyatlar dizili masum dolaşır Fatih Köşkünde cesur yankılar terütazedir henüz Yavuz Sultan Selim mührü firuze mücevherler mücevherden vitrinler gürül gürül şamdanlar hazine koğuşunda Harem-i Şerif puşideleri aydınlık bir karanlığa boğar ipekleri şadırvanlı sofalarnasıl da bebek yüzlü ey kapalı kapılar açan bize hayırlı kapılar aç Kuşhâneler ambale aynalı tonozlar ihtiyar şimdi hükümdar sediriyse dipdiri Sultan Murad’ın gümüşler üzerine altın yaldızlı Kilerli koğuşunun iç çeken kaşlarında emek kokan çehreler belirir durur padişah portreleri hazan payitahtın özüne kıvrılmagünüdür toprağın sözünden çıkmayan gülün toprağın sözünden çıkma günüdür duyabilen ruhlara haykırıyor Peygamber kılınçları çöken yıldızları çeken kara deliklerin gama ışınlarında tarihi bükme vaktidir IV. Avlu çift sıra sütunların engin revaklara dizildiği antik bahçe dile gelir Mermer Sofa güzü güzideliği güzelliğiyle Erivan bergüzarı Revan köşkünde tinler yâr sekizgen köşeli salınır Bağdat köşkü aşkın topraklarında çinilerin döşünde nabzı atar tevhidin eyvanlardan pencereler fırlatır ateşten oklarını narin sevgililerin masum bakışlarınca nişler elpençe durur ceylan derisinde ince nakışlar ve aniden uçacak gibi kuş figürleri tombak kafesli top askı gümüş yürekli mangal İftariye Kameriyesinde hazin besmeleydin için dört mevsim mahzun mehtaplık bense Sofa köşkünde Osmanlı rokokosu mücadele yıllarının hüzünlü payitaht sokaklarını birdenbire hatırlatan Mecidiye Kasrında tütünler sardım tüttürdüm ufuklara bakıp maziye daldıkça tüttüm kuruyup çöle dönen bir göl gibi kalbim nasıl da Aral nasıl da hasret güne omzumda damgalı neslin aşı izleri ruhum sığmaz ruhuna Haremi canhıraş bir gazelseli basar aralanır Cümle Kapısı matemli nefesler yüzer Veliaht odalarında pencereler içinde nezih çeşmeler oluk oluk kan kusar HÜMA MEVSİMİ mermilerden bir tesbih çeker yorgun yüreğin alınteri karışmış fağfurlarda atar ecdadın nabzı bizi böyle derbeder bırakıp gitme Hüma bizi uçurumlarda böyle sarkıtılmalık sen ki zayıf kuşları yutan yırtıcıların korkulu rüyasıydın kadim amazonlarda tiranozorlar gezer antik kayıplığında bizi böyle fersude bırakıp bitme Hüma sen ki cennetin kuşu kuşların melikesi berrak kanatlarında ehvenlerin ahseni boya gökkuşağına uçuştuğun gökleri körelmesin rengarenk ıssız umularımız vaktin ihtiyarında yetim ve garibanız vaha içinde sahra içinde vaha içre kısraklar bünyemizde koşturur yarım kalmış şanlı tarih timsali bizi böyle umarsız bırakıp ötme Hüma tozu dumana katan yıldırım toynaklarla kalkan gibi bilekler kopan tekbir sesleri vadilerden akın akın çağlayıp da coşan muvahhid nefesleri tevhid türküleriyle dalgalanan depremler akışan fırtınalar tamudan kanyonlarda gidişin kıyametim bizi böyle kabristan bırakıp gitme Hüma ÜÇ VAV içten içe çürüyen hınçlar karaya vuran deniz kabukları evini can yoldaşı edinen yoldaşlarına göre şekillenen vefalı keşiş yengeçleri kalbin içim nasıl da kazaziye üç vav gibi birbirine kenetli bir gezegen olsaydık seninle aksaydık kendi yörüngemizde sevdamızın meyvesiyle daireler aynalar birbirine yuvarlaktaki kadim sır semahların cezbedeki esrarı vurur rıhtımlar denizlere dönüşler geçer durur kendinden tekrar da bir varıştır bilenlere duruşlar da gidiştir bil gidişler de duruştur bu dergahta akışlar da yüzüştür gökte yüzüşler de akıştır suda susuşlar da susayıştır çeşmede susayışlar da susuş çöl gölünde kenetleniş ne büyük yolculuk benlerin eriyişi adeta biz labirentinin karanlığında bir karanlık ki baştan ayağa nur aklın şimdi dönen bir topaç çıldırışların arenasında şimdi en emin liman vicdanındır ve sığın dur sığmayana bir an saati durur şimdilerin toplanır çemberlerin sofrası SİYER MEVSİMİ asıl şimdi ıssız Tihâme çölleri âlemi bağrı yanık bırakıp gittiğinden beri sadıklara şahid Akabe körfezi şahid peygamberlere Usfân vadisi acı Tifle kuyusu tattığından beri mübarek yudumu yüzyıllardır nasıl da tatlı bir de göklerden bak Mescid-i Haram nasıl da atan beyaz bir yürek kalbim Şuayb mağaraları fışkırır içimde on iki pınar çağıldar sesinde mazlum on iki imam ham taşlardan bir Musa mahareti vadideki sunak dağlara yontulmuş heybetli evler şimdi bir mezar gibi miras ibret-i aleme kurudu tapılan Eyke ağacı kahroldu yedi fal okları yerinde yeller esiyor putların şimdi bir mezartaşı Petra yeşil demirli cami pencereleri zıvanadan çıkarmaz aşk kendini Busra serinliğinde hacılardan gelen esans kokuları çağın erdemliler sözleşmesi saraylar sarayı Nur Dağı tahtların tahtı Hira bizim kahramanlarımız pelerinli değil sarıklıydı zırhlı değil cübbeli sonuna kadar Rabbine güvenen Ahbeşeyn Dağının Ninova Cinleri alır Resulullah duası Mirac kokar rüzgar vadiler, koylar, semalar sırlar sırrının beşiğinde aşkın son sedirinde gönül gördüğünü yalanlamadı gönül gördüğünü yalanlamadı gönül gördüğünü yalanlamadı Biat Mescidindeki kadim tablet kadar yetim şimdi yorgun yüreğim girdiği evi mabed kılan adamlarca yükselen çadırlar aşkına çalkalanır Kudeyd vadisi sevilmekler boy atar böylece kazandılar alemlere rahmet güle dost akşamlayanlar selam Uhud dağına selam Fuad Dağına selam Bedir kuyularına yetim bir hüzündür Ebvâ serilmiş soframızın göğünde dokunaklı Ayneyn tepesi umudun yorganına sarılan yüreklerde Takva Mescidinin sarsılmaz ilkliği yetimlerin en güzeli satın almış arsayı iki yetimden Mescid-i Nebi için Hakk hükümranlığına ne muhteşem bir bürhan Kıbleteyn Mescidi gazveler ve keşif seriyyeleri sadakatin başkenti gazâ meydanlarıydı aşkın kâbesi komutanlar komutanı Resulullah toprağa düşen bir kozalaktan kocaman bir âlem yaradan Allah tarifleri aciz bırakacak kadar sonsuz büyüktür akın akın melek ordularının indiği görklü zirve dile gelsin de sarsılsın göğümüz Rabbini zikreden rüzgar sesleri görsel bir ziyafet kum taneleri Arafat kokan Üveys hırkası şahlandırır gurbetlerde hasreti abdullahların kökten doğruluşu haccac-ı zalimlerin elim sonu kadim bir sancaktır Ariş Mescidi vakarlı minareleriyle hatırlatır mübarek şehadet parmağını heybetli hünkarımızın Uhud dağı sever bizi biz de Uhud dağını insan bir dağla kardeş olur mu hiç kardeş dağlarımız var bizim kardeş ırmaklarımız kardeş yıldızlarımız göklerde dosttur cümle âlemler daim Hakk dostlarına haykırıyor çağın abdullahları okçular tepesini terk etmeyin kanmayın o deccal saatine işte aslanlar gibi Hamza Mescidi üfler durur sırlar sırrını hurmalıklarda şehadet kokusu kırılır Fadîh beytinde bütün şarap testileri düşer Marid kalesi Ahzab gazvelerinde bir yokuştur yaşamak hendeklerde akan cennet rüzgarı korkudan ağza gelmiş kalpler düşmanın kalbine kazınmış panik Safrâ ile Bettâr en önde bir anıt gibi yükselir Hudeybiye mazinin mübarek sesleri uğuldar sımsıcak atmosferinde selam olsun biat sıddıklarına Necaşi ve Haris ve Münzir Umman krallarına boyun eğen hükümdarlara selam ve başkaldıran firavunlara lanet efendimin rahmet mektuplarında oysa felah reçetesi cihanın mübarek mancınıklar ne sanatsal deşmişti siyonist Hayber surlarını bir nefhada sevinen hurma bahçeleri göklere yükselen sancak yankılanır Mûte zaferi Zeyd ve Cafer ve Revaha rahmet eylesin Rahman ve işte Seyfullah orada ellerinde dokuz kılınç kırılan hüzünlü Uhud gününde hakikatin safında olmak ister gibi vuruyor hakkın hasmına Diyarbekir’in Süleyman mabedinde yüzyıllardır akan bereketli sular Halid’in şehadete olan cezbedar sevdası sanki dönüp dönüp vuruşanlara tozu dumana katanlara selam hak için durmayanlara Kureyşliler sana verdikleri sözde durmadılar seninle yaptıkları sağlam anlaşmadan caydılar kınından sıyrılmış dolunay gibi şakıyan zağlı kılınçlar uzaya uzanan bir sancak sanki mübarek fetihle Mekke serden geçmiş beş birlik beş koldan akıyor cihad nehri mükerrem sokaklarında işte aşkın asâsı işte devrilen yüzlerce sanem çünkü bir kez geldi mi hak bâtıllar yokluğa mahkum daima cahiliye adetleri şerli kan davaları saptıran cümle bidatler şimdi kutlu ayağın altında şimdi aşka her yatsı Kadir Gecesi bir çığlıktır Huneyn vadisi civarında bir avuç ashab kalmışken bineğini gavurun üstüne süren Resulullah O ki alemlerin en cesur Abdullahı bir ay mesafedeki düşmana korku salan kalbini tam kaplamış Allah sevdası aşkın evine dönmüş cihad meydanı mübarek avucunda gülleye dönüşen çakıl taşları yağarken üzerine düşmanların savaşın seyrini değiştiren mucize aşıklarını yalnız bırakmaz Hakk iniyor görülmemiş melek orduları zaferler zaferleri kovaladı kınından sıyrıldı Huneyn Günü ne güzel bir şahid Hüda Yolu ne şanlı bir fetih Taif Fethi cesaretin nişanesi Tebûk Gazvesi esaretin hengamesi bitmekteydi putları patlatma seriyyeleri bir öğüttür şu çağdan bu çağlara bir peygamber bir sıddık ve üç şehid Salih’in kentlerinden geçer iken konuştu Rabbini en çok seven Yürek hazretleri “nefsine zulmedenlerin yurduna ancak ağlayarak girin ki onlara isabet eden musibet sizlere isabet etmesin” kaybedecek neyin var zincirlerinden başka ey çağın müslümanı işte Saadet Asrı işte zekat memurları işte adil yasaların yargıçları kılınçların gölgesinde gör orjinali gör olman gerekeni Sevr mağarasında örülen ankebut ağlarının üstünden henüz on yıl geçmemişken kadim İslamiyeti koca Arab yarımadasına hakim kılanı tesbih et Sevgililer Sevgilisi ki unutma vefat vaktini maziden son anlarına değin damarlarında dolaşan zehri yine bir yahudi etlere zerk etmişti suya dalan mübarek eller kademli vechine sürülen ölümün sekeratı vardır ölümün mukaddes yolculuk nereye Er-refîki’l-a’lâ! kim Rahmân’a tapıyorsa bilsin ki Rahîm ölümsüzdür evet Hû gitti ama sünnetiyle yanında gibi hicrî 1440 yerinden Hakikat Medeniyetinin emin yiğitlerinin ölmeden ölmeyenler dirilmeden dirilemezler BEHRAMPAŞA muhteşem Selimiye benzeri mimari Mimar Sinan üstadın ustalık eseri sekiz sütun gövdesine taşlardan birer kördüğüm atılmıştır sanki kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını bir şölen yerine dönüştüren incelik eksik olmaz rahmetli avlusundan çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler gelin bir de buradan izleyin gelin haşmetli İslam medeniyetimizi karnaslarda Süleymaniye ihtişamı kitabelerinden belli Sahabe şehri minberinin külahı çiniyle kaplı kapısında bir şaheser su mermeri satranç kufiyle yazılmış dört koldan semah eden Habib-i Kibriya isimleri kuvarsı cezbede kendinden geçmiş İznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar mihraplarında saflığın ülküleri kara bazalt taşlarından bir şiir sanki saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik metafizik gerilimler tozan ışıklarında vakardan metaforlar dimdik sütunlarında sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi ecdadın ervahını hissettiren külliye geçmişle geleceği buluşturan bir meclis Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami ÜLKÜMÜZ DEVRİM genzimde bir sergüzeşt koynumun merkezine kadar kıvrılan kanırtan hınzır hevesleri sisleri tırmalayan haylaz açelyalar sensizliğin biz kokan kıyametiyle aşka hadım edilmiştir içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar yağar tırmalarcası sandukamın kürküne gençtim kısrakların toprağa hazla saplanan toynakları kadar gençlikten burağanlar biriktirdim yatağanlarla doğrarcası kara kutusuna kadar ciğerlerimin vurulmak neymiş bildim mahralarda sahralar uzanıyor dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor çırılçıplak armakçılar kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini dosyalar artık yırtılmak içindir yargılarından habersiz yargıçlar şimdi haksızlığın ayetleri akıyor budunlar sokaklarında evrenin kurganlar artık çöküşlere mahkumdur kutaylar kervanlarda yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta bilge taşralardan çaylak şehirlere ihtar orada bengi yaşamaklar burada tadımlık yalnızca çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde ölümlerin o yetişkin ağır kulak zarlarını sağır eden şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor öyleyse acısını dindirmeli vahşetin bir yağız hünkar korkusuzca herkes beklenenlerin peşinde aynalara bakamadan imgeler alışıktır kırılmaya farlarda pusumda aşiret bozkırları güneşin yerini tutar kozmosunda fantasmalar bir gökçe hicret kadar mevzi tutar sarıklara havlıyor kanişler yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler kentlerde ceset nehirleri yıkılan köprülerden örülen duvarlara üzülme sakın körpe labirent olur buldurur birbirimizi kavganın gümrah memelerinden yaralar emzirdik hep yoldaşlarla kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor kol muskası pazıbentler can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk palazlanıyor çıngarın kanla sulanmış tarlalarında ülkümüz devrim insanlığı hunharlığa neşter kılan huylanan döl döşekleri doğumun görklü kuzey ışıkları altında yepyeni bir doğruluşa gebeydi çapa yapan kadınlarıngölgesinde ter bezinde kundaklar benim yerim ülkümde devrim yıldızlı geceye dönüşür sevgilim ipiltiler esintilerin kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda tezgahlarda işveli ciddiyetler ne denli serpilebilirse som kapanlarda o raddeye kadar kuşmar dağılan nazenin saçların tellerinde yürüyen cambazlar cudam betondan putlara tapan çinko patronlarla haşrolan pazen entariler yağar militan ruhlara dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin işte küstah yürekler mutantan recimlerini kör emperyalizmin boğazlamaklar için birikiyor ülkümüz devrime kıvrılıyor devrimlerimiz ülkülere türkülere birleşen düşlerimiz lügatlerde sevmekler yeniden tanımlanıyor durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur huysuz langustlar pavkırışlara boğuyor yeröteyi tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor tenha kaldırımların damsız yalpılarında fısıltılar boranlarla can kırıkları karıştırıyor damarlara kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri karıncalanıyor ergen yerlerin yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak işte hipnoz edilmiş metropol köleleri tiryaki egzoz dumanlarına özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler bir fiyasko gibi geçenlerdir sokaklardan caddelerden bulvarlardan onlar asıl kazananlardı panjurların satır arasında oksitten mısraları sökebilen şairler besteleyecek tutunamayan galipleri kapitalist yaşayıp komünist küfredenler rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu sustum susulacak ne kadar kağnı varsa mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya düşlüyorsun eriyene dek beynin kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası ışığa yumruklar attıran sendin zarfında güzbatımı fırtınası taraçadan süzülen matruş papatya dansı kardan çocuğa döner cıvıldayan nefesin aynaları sırlayan cıva gözlerin kokar çakılır vidalar derisine şehvetin gün gelir ülkün de devrilir türkü çığırmaya başlar devrimin değişmez sandıklarından doğar ilk değişim alaturkalar alafrangalaştıkça dumura uğrayacaktır çağdaşça şen olası raconlar gereğidir kan damlaları birikiyor kum saatinde tütüyor fişek tarzı miğferler dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor bileniyor delişmen pençeler PALAMAR en tatlı yerinden başlıyoruz acıyla uzun bir dostluk için tanış doğmaya tüneller geçiyor ufkumuzun suyu alevcil raylarından avucumuzda elmastan cellat baltaları kafatasları akıyor damarlarından kendine bile hayrı olmayan şıllık şehrin gül kokuyor çekiç sallayan yumruklarımız madrabaz bir duvarı yıkmak isterken ruganlar ve urganlar dans ederdi babam mermere vurur ıslak takunyaları saçlarında abdest sağanakları bakır yapraklar dövüşürken rüzgar anneyle habbeler bostanına serpilirdi şehvetle kovalıyor hırslarını sırtlanlar ceylan derisi koltuklarında işte inanan imansızlar birleşmemek için birbiriyle yarışıyor yaralar fışkırıyor yerküreden yanar lavlar püskürüyor insan dağlarından ergenlerin ezdiği öksüz bir kızancası kızgın mızraklar girip çıkar kaba etin sinirlerine sivri ve ince sonrası yongalı çelenk taçları vapurlar kaçamıyor çünkü palamar kıyısız pektirendazlıkla ayrılmak istemiyor artık hiçbir kıyıdan hiçbir iskeleden hiçbir limandan hiçbir şarjörler şarj edilemiyor şırıldayan damarlarımdan iğneler söken kendim kendinden geçemiyor oysa banklar bankalar banknotlar yakarak fırlatıp boyun bağlarını denize gömleğin ilmeklerini koparırcasına devasa bir gökle içten sevişmek isterdim iliklerime kadar tefekkürler kokturan semalarla aramda semahtan bir palamar feleklerdir benim uçurtmam kendisi uçmayıp içimi kökten uçurtan sonrası ardınsıra Roda MEZARLAR MEZARI her gün yeni bir başlangıç eski günahlar ödevine bir ödev düşün ki verilmeden alınan ısrarla ve hevesle ve hiç usanmadan işte öldüğünün farkında beynin farkındalık sergileyen sinir uçları kasları kasılıyor solgun cesetlerin tabutlar, fetüsler doğuruyor sıkışan gazlar ses tellerini okşuyor dinle kalbim, ölüler bağırıyor toprağın bağrında organlar çürüyor iskeletler, dağılmaya başlıyor üzerinde kemirgen bakteriler seni sana senle sende hatırlatıyor her dem yeni bir başlangıç olabilir istersen gerçek başlayışlara ruhunu gümlet yaşamak istercesine cesedin patlamadan tek bir fırsatın var eni boyu tek iki gün bitti ve elde var bir anla kalbim, son gün, iyi değerlendir dünya ki, aşkını kanıtlama arenası kuzu postlu kurtlar mağdur sürülerde kellelerden kuleler dikmeni bekliyor kabirlerin gömüldüğü kabirde aşklar, nasıl da kendinden geçiyor kemiklerden sıyrılan iliklerin canında çarpışan kudret mührü Hakim’in şahdamarını yepyeniye çağırıyor dalgaların yerinde duramıyor |