EFSANEVİ KUYULARÖKSÜZLÜĞÜN TÜRKÜSÜ Ne ışık, ne hatıra, ne de bir seda, Gittikçe küllenen bir ıslık ufukta… Rıhtımlarda, derin tenhalar meltemi, Göğün yüzüne boyar yattığın yeri. Bu suskun, bu dargın, bu can fırtınası; Argın durgun sarar yorgun bahçeleri. İçinde bitmeyen; cümle yokuşları… Bağlar da köprü kılar, kırar kederi. Kalbin, mazide saklı o mahur beste, Şimdi çok uzaklardan geçen bir yıldız. Gecenin ruhunda akseden her seste; O muhayyel gerçek, birlikte yalnızız... SONSUZ SONE Irmaklar, ırmaklar paklar ancak şimdi şehri, Tasını, taştan taşa vurup çığıran sular... Pür ormanlardan nazlı bir ceylan geçer gibi, Irmaklar, hüznümüze yeni bir çağ bağışlar. Giderdin, gelip kurulurcası otağıma, Dağın bağından belli, neşen gariban, içli. Öperdin, kadim anılardan yağarcasına, Yaralı kısrakların buruk yelelerini… Irmaklar, ırmaklar paklar ancak şimdi bizi, Yıkadıkça kirlenen mücrim ellerimizi… Bir Züleyha sunarcası en derin kuyular, Irmaklar, çölümüzü yağmurlarla kucaklar. ZERDEÇAL MEVSİMİ Zencefil burcuları eteğinde, hazalım... Salınır sevmek dolu, bahar salıncağında. Ve yan yana değilsek güzellikler hep yarım, İyilikler hep bizsiz, yaşamın hayatında... Bir mevsim daha sensiz, sessiz bir asır daha, Ah kollarım sarar da, ısıtamaz bağrımı... Üşümek gözlerinsiz, üşümek yangınlarda; Teselli eder deniz hıçkıran poyrazları... Güneşin gölgesinde kavrulan emekçiler, Gariban küfeciler kokar çilekeş bozkır... Ve can cana değilsek, kimsesizdir işçiler, Diktatör, patronlara bir ülkeyi paylaşır. EVHAMA VEDA Samuraylar güller derer senin bahçende. Kılınçların sevişten, okların beyzade... Bir okşamak gelir gider öz pencerende, Bir sığınmak, sahra olur yağar göklere. Kavaklar vals eder masmavi yüreğinde, Hüzünden, fezaya dönüşür merhametin. Acılar çekersin, herkeslerin yerine… İsterdin, sadece sevinç şarkı söylesin. Ölümler, ölümler geçmiş iç içe, müthiş! Hassas, serçe kalbinde cesetler birikmiş, Yaslı denizlere dök kahrı, sal derdini. Elbet bir gün doğar, mertlerin de hayali… GÖNÜL BORCU Şükür ki ölüm var Rabbim, ne güzel nimettir, İnsana, sonsuzluğun kıymetini öğretir. Kavuşmak Sahibine, kavuşmak sadıklara, Kavuşmak; anne, baba, kardeş, eş, dost, evlada. Ne ebedi ziyafet, kutsal suda buluşmak, Onca aradan sonra, nihayet nefes almak… Yeniden masum olmak ne muazzez bir cennet, Kurur kin, boğulur hınç, kökten gömülür cinnet. Duyulur, anlatılmaz, o sakin esen uzak, Gurbetlere anılar dökülür yaprak yaprak, Sen, çocukluğu saran vicdanlı aziz kucak, Şad ol yattığın yerde ve o gün düğüne kalk… MAKBER GÜNLÜĞÜ Yavrucak gözlerini açtığın şu dünyaya, İhtiyar gözlerini bir gün kapatacaksın. Kim bilir, nerede, nasıl, kaçıncı yudumda? Dünyanı bir gül gibi dilsiz solduracaksın... Sığınılan limanlar bile sığınmış Hakk’a. Akışlar ve nakışlar; kardeşlik halayında, Seslerin suskularla kesiştiği noktada, Bir yelken açacaksın, umutlu uzaklara... Ruhundan hatıralar bırakır rüzgarlara, Mezarında kibarca yeşeren çiçeklerin. Rüzgarlarsa taşır, sevenlerin saçlarına, Küçük mutluluklarla huzurludur devletin... ÇIĞLIKLAR ÇIĞI Cüsseden hücrenizin kemikten kafesinde, Bir bülbül inler durur ormanın en dibinde. Yandın da dayandın da dayandın da dayandın, Tül ve kül gibi bir gülün esrarına kandın... Hey gidi hey gidi hey, derya içinde derya, Yoğaltır, kavurur da; çarpar aşkın sadrına. Yandın da dayandın da dayandın da dayandın, Vahalara amade şu sahrada uyandın... Kalbinizin kabrinde, kabrinin kalbi atar, Nabzın idam mahşeri, yadında saf anılar, Yandın da dayandın da dayandın da dayandın, İncinmiş bir matem gibi deryana kapandın... YALNIZLIĞIN DAĞINDA Teneşirler tebeşir, vefatın ahşabında, Sensizlik kalesinde bir uçurumcuk ağlar. Geceden nehirlerin kandilleri yağar da, Kızışır, ıssız kışın volkanında yalnızlar. Cüzlerini okurken tümü unutma kalbim, Karanlık denizlerde hıçkırır falyanoslar. Her talazda bir dehliz, her biçemde bir biçim, Hacimlerde ritimler, hazlarda hüzünler var. Yaz bahçemizde kaldı rengarenk zamanımız, Şimdi derin yalnızlık gibi çöker akşamlar. Feryadın cennetinde tonların dansıylayız, Vurur sahilimize; merhum, mahrem rüyalar. KIRIK DÖKÜK Gülerken sütunlarda çocukça efsaneler, Oynaşır hayaletler baygın günbatımında... Ejderha yüreklerin yankısıydı çiniler, Duyulur nakışlardan; şafak, soluk soluğa. Şu ziya, şu mefkure, şu kırgın muhayyile, Çağırır vadilerden ürkmüş serçelerini... Yağmur ki küremizin o mukaddes abdesti, Korkulu ümitleri bahşeder çehremize... Hıçkırır soframızda en hülyalı efkarlar, Canımız üşüyüşün kadehinden yudumlar, Haykırmak isteyip de haykıramayan leyli. Hoşgeldin, içimizi tırmalayan, tufeyli... YAS SEZONU Mermerlerde köpüren şimdi kızıl yüzündür. Şimdi yangın gözlerin, bayılttıkça ayıltan... Yakışın yanışımla ah ne gazel bütündür, Ah ne mukaddes temas, içirdikçe susatan... Birbirimize nazır aynalardık nefessiz; Aşkın iç içe geçmiş halleri sadrımızda... Sazlıklar, sularında sevişirken sabâyla, Püsküren mağmalardan duyulur düetimiz... Şimdi kış bahçesidir, boynu bükük makberin, Çökmüşüm taşına, koca bir yaşamak çökmüş. Mazinin gül tufanı anılar, saf demlerin, Şimdi güzün hazin yüzü gibi hep çürüyüş... MAYHOŞ MAHZENLER Mahmur ıhlamurlar altında serin nağmeler, Tarar perçemlerini alevli tutkuların... Ve sükut bahçemizde çağlayan gür esinler; Serper pür heveslere, narin, derin bir yangın... Belki hala bir ışık vardır karanlık için; Belki henüz donmamıştır ateşin yüreği... Belki çok geç değildi, belki de çokça geçti. Malumun uykusunda; rüyası bilinmezin... Çarpar durur bir cevher hısımsı tılsımlarca, Esrarlı hisarında zümrütten bülbüllerin... Efsunlu gecesinde şu bembeyaz hislerin; Hıçkırır kahkahalar, zamanın sayacında... ZAMANIN AVLUSUNDA Mercan devranlar eserdi huzur bahçesinde, Yürürdün mücevher gölünde doğal doğanın... Parlardı yankılarda umutlu yarınların, Vurulurdu pınarlar, arşın kelepçesine... Şimdi kuğuların dans ettiği o yerdeyiz, Ve ışıktan bir taç kurulmuştur saçlarına, Dudaklarında bahar, bakışlarında deniz, Argınlıklar yeşermiş buruk dallarımızda... Yosunlu havuzlarda belirir hatıralar, Yaşlı dağlardan dönen körpe çığlıklar gibi, Esenliğin renginde kanatlanır çatılar, Yayılır rüyaların, rayihalar denizi... DALGIN ŞAKIYIŞLAR Altın kulelerden şaha kalklar o kıratlı, Kuğularca, kanatlı... Bin yıllık kardeşliği şakımakta semalar, Sedalar, ki senalar... Ey hüdhüd-i şeyda söyle o ne cefa öyle? Arşım neden hengame... Mizanındaki mahşer; dağıtır dengemizi, Soldurur genzimizi... Ahengine olmaz mütenakız, kimin haddi! Serabaydı serhaddi... Gülbankına bülbüller serilir, yeşerir hep, Kül-i efkara sebep... ATEŞ UÇUŞLARI Sisli camında yağmur izleriydik hayatın, Ruhumuzda erguvan, yadımızda son sözler. Sarar her yanımızı sabah kızılı bahtın, Tahtında eser kalbin, uçuşur zarafetler. Karışır renklerimiz, içerimde içerin, Girift bir efsaneyi fısıldar boynumuza, Usul usul dolanır, yüreğime yüreğin, Sislerde hisler sesler, parlar sularımızda. Ruhun ruhumda ışık, tenin tenimde cemre, Pınarın pınarımda; ummanları anlatır. Ve masallar sevinçten simler saçar çehrene, Savrulur çamurcalar; köz közle kanatlanır. ZAMANIN TAKVİMİNDE Dirilir yeniden öz; töz, cevherle sevişir, Bacaklar bacaklara dolaşır mazmunlarda. Yasalar yasaklarla bir devranı üleşir, Kırışır zamanımız, mekanın kucağında. Beton ormanlarında metalden dinozorlar, Boğunca yıldızların tütsülü şavklarını, Kararır kalbi leylin, şehir gülleri solar, Solar tefekkür kuşu, kurutur ilhamları. Bu böyledir; ya doğum ya ölüm ya uçurum, Cemiyetin değeri, tercihinde belirir. Ey deniz feneri ruh, dön geri sönmeden mum, Karanlıklar nurların gölgesinde güzeldir. KARANLIK YILDIZLAR Nahhatlar ve hattatlar, kaleminden damlarsın, Kafesinde simetrik, estetik yaralarla... Ve varlığın göz göze gelir yokla her lahza, Başın eşiğe değer, bağrında kış, anlarsın... Kara delikler saysın destansı sislerini, Deşerken bakışların fezanın yüreğini, Bir ahu iner nehre, kanatlanır gözleri, Nabzında binbir güneş, dizler çöker, ahlarsın. Savaşların söndüğü barışın cennetinde, Uyumamacasına; uyanmak istesen de, Bir yanın hep dünyada kalan sevdiklerinle, İçin; gök içinde gök, dalında dağ, ağlarsın... YORGUN ÜRPERTİ Sararmış duvarlarda kırgın yüzlerdi mazi, Bakışlarda tozlu hayaleti ilk aşkların... Durur seslerin dansı, çarpmaz renklerin kalbi, Susar hislerin çığı, ağarınca baharın... Bir sırma hazandır ki, ruhun ankebut şimdi, Nefes nefes örülen bu kor senin ağların... Görünmez bir el olur, tutar da nefesini, Başlar güneş ötesi içsel yolculukların... AŞKIN BEYTİ Gaza meydanlarıydı aşkın düğün evleri. Değil miskin dervişler! En yakın Hakk dostları; Cevheri, Allah deyu çarpan yüreklilerdi. Bir düşün, fatihler fatihi, Habibullah’ı... Amellerdi sevdanın en güzel mısraları, Gayretlerdi dergahı, hakikat şeyhimizin... Gerçek aşk kadehinin çalışmaktı şarabı, Cemiyete yararın olmadan, eremezsin... KALBİN KABESİNDE Körfezlerde gittikçe uzaklaşan gemiler, Bir başka seyredilir düşer gibi boşluğa, Göçe susarcasına uçuşurdu yelkenler, Dağılırdı saçların rüzgarın mezarında. Semahın kıblegahı ruhunun fezasında; Bir başkaydı her zaman, düşlerken bir başkaydın, Çehrenin bahçesine gülüşler yayılır da, Bağrının kabesinde, sayhanı sayıklardın. SESSİZ SAYHA Altın sonbahar, sokak fenerleri, Duygun çardaklarda su perileri... Ürkek parkelerde cesur kediler, Kuşların sadrını deler de geçer. Adın, hançeremde hüznün hançeri, Gönlümün yaşına bakmadan deşer. Gülüşün, ruhuma neden kasd eyler, Niçindir ciğeri söndüren düğüm? Nazarında yeşeren sır serçeler, Toprağım, denizim, yelim, göğümdün. Saflığın, cürmümü ezer de geçer, Çakılarla çözülmez bu kordüğüm... Nefesin; ateşten sıcak, yumuşak, Kuş tüyünden hafif, alımlı sesin. Ruha körpe sevişmekler katarak, Sabahlara yüklü bir ceylan leylin. Nezaketin göğsünden çağlayarak, Taşıp kavururdu, zarif gözlerin... Sendin adı şehla, şanı züleyha, Kanı leyla, gülü leyla, rüveyda... Bakmaklara hep görmekler ekerdin, Ansızın çakışırdı şimşek yüreğin. Can sayha, ten vaha, umular sahra... Yüreğin, içimde soluk soluğa. Resimlerin bile ahrazdı şimdi, Hatırlamaz oldum nazlı sedanı... Unutmak lime lime ah cemreni, Ne bitmez kahırdı, ne kadim acı... Bilmem üşür müsün orda sevgili, Bekle bizi, çoğu gitti azı kaldı... KARANLIĞIN MEZARLIĞI Put denizi şehirlerde, Lanetli sularıyla arzu, Şehvet serper siperlere, Ter içinde ve kuğumsu. Kıvrımların isyanından, Baygın düşmüş kıvılcımlar, Sürtünüşten nasır tutan, Tenler sarhoş, ölü ruhlar... Sedirlerde huysuz gözler, Zihinlerde loş kabuslar, Dizilmiş arsız imgeler, Derilmiş kör metaforlar. Yaymış yine o koyuluk, Zulmü örten dalgaları. O renk ki dipsiz korkuluk, Sarar şemsin her yanını... Görünmez boğuşmalarla, Çullanır huzur burcuna, Pençeler umut dağını, Uzar her yerden kolları. Bir ejderha ki karanlık, Yakar çocuk renklerini. Kaçar tonlar, solar ışık, Mahvettiği bahçelerden... ÇERAĞIN KUNDAĞINDA Döşlerdeki kandillerin, Uhrevi balkırıydı aşk... Bir semavi veçhe mızrak, Anahtarı merhametin... Serpilirdin cevherinden, Metanetler yeşertirken... Dehşetli geceler dahi, Bastıramaz cevherini... Işıkların somyasında, Karanlıklardı suların, Hışırtılar yaprakların, Suskun bakır ufuklarda... FLAMİNGO Hücrelerde zemheri, kutuplarda yangınlar, Bakışlar, aynalarda ağlayan bir sonbahar. Çağlayan deryalarda; sahraların vahası, Serabın, semalardan haykırır meramını. Altın bülbüllerdi o şakıyan yalnızlıklar, Issızlıklar köşkünün çilekeş divanında. Divanlar ki nümayan, sonsuz okyanuslarda, Testin kadar ihata, tasın kadar ırmaklar. İnce sütun bacaklar şimdi ateş dansında, Şimdi baygın gözlerde çarpar arzunun kalbi. Nabızlarda cezbeler; nazik haz vakitleri, Zarifçe okşanışlar sırların surlarında... İKTİHAM Sevişmek isterdik hep göklerde uçuşarak, Manevi fezamızın mefhumdan sularında. Metaforlar dokuyup nakşederek semaya, Taze ruhlar düşlerdik, aşka kanatlanarak... Bakırlar balkırlara karşırdı buğunda, Efsununda tütsüler, ferdaların fersude. Sinelerin; dinmeyen şelalesi zamanın, Pürüzsüz tutuşmaklar bahşeder bahçemize. Gözlerin gökyüzüydü yaralı kuşlar için; Masum falyanoslara şefkatli okyanuslar... Anne gülüşlerinden içli bir sesin vardı, Sesin, her yüzde sesin, her solukta nefesin. Sen eskimolara yaz, kutuplara bahardın, Etrafına yıpranmayan şarkılar saçardın… EFSANEVİ KUYULAR Aydınlık gözlerinde; ışıltılar çarpışır, Renkler, tonlar, ahenkler, mihenklerle katışır. Vurulur yüreğinden suya inen bir ceylan, Tutar yasını kuşlar, kurulur tahtırevan. Biz, toplu yalnızlığın müritsiz mürşitleri, Aç ruhlarımız ancak o Sonsuz Sevgili’nin... Rızası, cemaliyle, muhhabbetiyle doyar, Yalnız hissedeceğiz; o mümtaz güne kadar. FAĞFUR Karanlığa gece; bir tutam ışık… Anlam sofranı ser ruhumuza ey. Ki ısınsın iliklere kadar her yanımız. Ki rahmetin kadim tığlarıyla, Dokunsun beraberlik kumaşımız… Geçir içimizi o dar menfezden ey. HURUÇ Göz göze gelemeyen mahcupları, Köz köze yanamayan sessizler anlar. Gidersin, göçer ne kadar kuş varsa... Nefessiz yaşamaklar öğrenir yürek... Gidersin, gelememişken bile daha, Şimdi bir merhume yerine kalan... BURAĞAN Bakışlarında masum günbatımı, Teninde alımlı yıldızlar parıldar. Bağrın, yaralı kumrular mevsimi; Gülüşünde yarım kalmış şarkılar. Büyür, büyür, büyür göz bebeklerin... Cennetime dönüşür içli cehennemin! Çığlığın bahçemdir, yeniden doğuş. Bilal Yavuz |