son telaşbulduğumuzu sandığımız derinliğimiz: ne kadar derinsek içimizde, o kadar büyük çaresizliğimiz... uçan, uçuşan pembe hayallerimiz bir imgede soluklanıp, yetişmeye çalıştığımız düşlerimiz ayrılan yollarda, ayrı dünyalarımızın yolculuğu var güneye gider senin gemin, rotasız kuzeye açıldı benim gemim kuzeye de; anladımki ömrün en güzel son durağı yok ! ömürde bir tek güzel durak var, ya hiç gidilememiş ya da çoktan geçilmiş o durakta alınmış, verilmiş ve o durakta kalmış son hesap desen; diyebilsen şimdi bana en yalın haliyle seni... desem; diyebilsem sana tüm çoğul haliyle bizi... pamuk ipliği hayat, sen ben ve bize ne kadar keskin kelimeler bir beraberliğin arasına nasıl da giriyor kılıç gibi bilenen küsmeler ve yan yana durup, birbirine ardını dönenler.. nasılda uzun, nasılda uzun bu bitmeyen yaşamlar!! andıkça, anlattıkça bitmeyen uçsuz bucaksız anı’lar nasıl, nasıl bırakıp gittiniz beni bu intikımın kucağında ey yalnızlık ! azapta gereksin. gelin üçer beşer içimde kalan tek sağlam yerim: "son umudum" alın şaşar beşer ! olmasın cılız bir umudun gölgesinde olabilme ihtimali büyüsün içinde sana yetecek kimsesiz yetim düşlerin.. el’mi aldın, el’mi verdin, tutamadın tutunamadın, tutulmadın kaydı toprak, uçtu mekan; toz, bulut, sağanak; bir telaş, pür telaş. İşte bu; son telaş ! |