ANNEMİN ARDINDAN
çocukluk anılarımızın sığınağıydı
cin aralıktaki tek katlı betonarme evimiz bahçeye bakan pencerenin pervazında annemin sevgiyle büyüttüğü teneke kutulara ekilmiş çiçek saksıları dururdu rengarenk sardunyaları,begonyaları cam güzelleri,küpe çiçekleri hiç durmadan açardı sokağa bakan açık pencereden de nur yüzlü,güzel annem gülümseyerek bakardı bakarken de etrafına hep mutluluk saçardı evimizde dikiş makinesi yoktu ama mutfak divanının altında boya kutusundan siyah dikiş kutusu vardı gözünde gözlüğü,elinde yüksüğüyle dikiş diken annem eskileri yeni eden bir makineydi sanki,durmak bilmeyen... biz çocuklar gece birbirimize sarılıp yatarken annem el emeği,göz nuru,kırk yama yorganı üzerimize örterdi her bir parçasında ayrı bir hikaye olsa da bilmezdik lakin annemin masallarını can kulağıyla dinler nasılda mışıl mışıl uyurduk çok becerikliydi,evimizin bereketiydi benim annem yoktan var ederdi,var olanı çoğaltırdı hiç durmadan küçük bahçemize çeşit çeşit tohumlar,fideler ekerdi elinden ne olsa yeşerip biterdi annem ne zaman bahçeyi sulamaya kalksa mavi plastik hortumu annemin elinden alır fidelerin suyunu ellerimle sitilin göğsünden emzirirdim sonrasında balkondaki hasır yastıklı sedire uzanıp yeşilliklerin verdiği huzur ve keyif içinde komşudan gelen müzik sesiyle derin hülyalara dalardım sabahları çok erken kalkardı benim annem hiç üşenmeden börekleri yapar çiçekli porselen demlikte çayı demler bize yedirip içirmenin zevkini yaşardı en çok da puf böreğiyle,ıspanaklı böreğini severdik. su böreğini daha çok misafirlere yapardı hem şimdiki gibi yemek masada yenmezdi yere sofra bezi serilir bakır sininin altına tahta kasnak koyup etrafında bağdaş kurup,aynı kaba kaşık sallardık eskiden sokaklarımız tertemizdi,mahallemizin insanları gibi sabahın seherinde kalkardı güzel insanlar erkenden işlerini bitiren,minderini,tahta oturağını alan yüreği geniş insanlar,dar sokakların kapı önlerinde otururdu neşeli komşularımızın kahkahaları ta karşı mahalleden duyulurdu o zamanlar kalleş değildi insanlar,kardeşti herkes birbirinin kadrini kıymetini çok iyi bilir bir kahvenin kırk yıl hatırını sayardı fakirdik ama mutluyduk,umutluyduk hayallerimizden her şey ne de güzeldi eskiden ben ne zaman anneme gelsem,hemen ev işine girişirdim annem rahat etsin,yorulmasın diye komşumuz Halide yenge beni görünce tiz sesiyle seslenir "Ayla yine geldin,evi nur ettin,eline sağlık"derdi ve yaptığı her ne varsa tabak tabak uzatırdı veren eli o zamanlar kimsede elektrik süpürgesi yoktu sarı renkli çalı süpürgeleri vardı tozmasın diye ucunu ıslatarak süpürdüğümüz eskiyen süpürgeleri hemen atmazdık öyle bahçe ve kapı önlerini de onunla süpürürdük gel zaman git zaman,kıpkızıl bir akşam ölüm pusuda beklerken,gün dönmekteydi kara geceye içimde dinmez fırtınalar koparken doludizgin 18 haziran günüydü seni benden ayıran... ölümün buz kesen ayazında sen sonsuz uykuna dalarken ben ise çocukluğumun en nihayetinde ağlıyorum feryat figan ederek her ne kadar içimde bir ukde kalmasa da tesellisi yok bu gidişinin güzel annem kanadı kırık zifir bir gecede bitmeyen özleminle yine seni düşlüyorum,yani eskileri hemen oturuyorum çayır çimene sere serpe madımak topluyorum seninle akşama pişiriyorsun,afiyetle yiyoruz hep birlikte sensizlik bir zırh gibi üzerimde,daldığım derinlerde... yüreğimin yangını geceyi aydınlatsa da iliklerime kadar üşüyorum haziran ortasında aklıma şefkatinle beni sarıp sarmaladığın anlar geliyor ne olur duy beni anne,sıcaklığınla sar beni kül rengi yalnızlığımda mavi gök örterken üzerimi geceye hüzünler yağıyor sağanak sağanak ela gözlerimde birdenbire açıyor kan gülleri ne yazık ki hiç geri gelmiyor göçüp gidenler... ufkun derin sessizliğinde kopkoyu yalnızlığım kucaklarken beni bakışlarımızın birbirine değdiği an yüreğimin en derin kuytularından topluyorum gözlerimi canım annem duyuyor musun beni? sana bir ninni söylüyorum şimdi "Benim annem güzel annem beni al kollarına" diyerek tıpkı rüyamdaki gibi "korkma,ölmedim" de haydi kandır beni,inandır korkutma beni yine kollarında ninnilerinle uyut beni sonra uyandır yalnızlık uykusundan,öp beni of annem of,yokluğun yakıyor içimi burnumda tütüyorsun buram buram ah bir bilsen seni nasıl özlediğimi,bilirim hiç kıyamazdın bana sesini,nefesini Ayla Ayla deyişini,gülüşünü gece yarılarına kadar ettiğimiz bitimsiz sohbetlerimizi birlikte şarkılar söylediğimiz günleri nasıl unuturum ben en çok da "Ada Sahillerinde Bekliyorum"şarkısını söylerdin "Bana mesken olunca topraklar,beni şad et" sözlerine söz veriyorum seni şad edeceğim dualarımla öyle deli deli ağlamayacağım,yine güleceğim eskisi gibi Biliyor musun annem küçük kızın artık büyüdü bundan sonra solgun yanaklarına al basarken bağrına taş basacak kan kusup kızılcık şerbeti içecek yudum yudum anılarımıza çığ düşse de hep yeni bir günün tazeliğinde olacak zihnimin kanatları kör bir uçuşla sana yolculuk yaparken eğreti bir gülüşle,tekrar tekrar mutluluktan göklerde uçacak aç kapını ben geldim annem,her zaman ki gibi camdan içeri baktım,evin neden bomboş o kıyamadığın,gözün gibi baktığın eşyaların nerede? hepsi öksüz yaban ellerde,saray yavrusu gördüğün evin gibi kiralık yazıyor,sana kiraladığımız evin penceresinde senden bir iz kaldı mı diye baktım durdum boş yere kokunu aradım,seni aradım,bulamadım hiçbir yerde bu bayram ilk bayramınız diyorlar,arıyor soruyorlar Eskişehir’den oğlum,gelin kızım da geldi bayram ben oldum da,hani benim bayramım anne,annem? çaresiz bir uzlaşma ile bir varmış bir yokmuş gibi gittim son mekanın kara toprağına önce kanım dondu,ruhum soldu elleyince baş tahtana sevdim durdum,henüz açmamış tomurcuk güllerini sen diye sonra ayakucuna geçtim,belki beni görür sevinirsin diye bak ağlamadım,göz yaşlarımı boğdum içimde üzülme diye konuştum seninle,karşımdaymışsın gibi pürdikkat sana bakarken,beni duyduğunu,gördüğünü hissettim "Cennetteyim üzülme,sen kendine iyi bak" dedin ve gittin annem AYLA CERMEN TÜFEKÇİ |