Kanadı Kırık Kuşum
Dün gece baş başaydım sızlayan vicdanımla,
Sabaha dek uykusuz, en derin hicranımla. Beynimde karıncalar, usulca yürüyordu, Eksik, kayıp bir şeyin, İzini sürüyordu! … İçimde tuhaf boşluk, ruhumda kara delik, Aldığım her nefeste, büyüyordu üstelik. Boşluk değil de sanki çelik kafesten koğuş, Ranzasının üstünde, kanadı kırık bir kuş. Taşınması imkânsız, nice derdi yük etmiş, Altından kalkmak için her şeyini tüketmiş. Halden bilmez dikenler, batarken ciğerine, Koşturmuş yıllar yılı, bir daldan diğerine. Elbet bu kış bitecek, bahar gelecek diye, Kardelenler misali, katlanmış zemheriye. Fakat yazgıya bak ki, ne bahar gelmiş ne yaz, Sadece sineleri donduran soğuk ayaz! Sonunda yenik düşmüş, öne eğmiş başını, Döküyor gözlerinden damla damla yaşını. Yetersiz kaldım diye, ah ederek ağlıyor, Kor nefesler salarak, yüreğini dağlıyor. Verdiği çabaları, sorgulayıp duruyor, Kırılmış dallar gibi, günden güne kuruyor. “Ey sırtında bir damla su taşıyan karınca, Ateş söner mi sandın, sen yanına varınca? Bırak yağmur utansın, bırak sular utansın, O yangına koşmayan korkak kullar utansın.” Demek istedim lakin diyemedim utandım, Alnımda boncuk boncuk terlerimle uyandım. Bu kuş, bu kuştu işte, yıllar önce saldığım, Unutup da ardından, gafletlere daldığım. Değmez şeyler uğruna, nelerden vaz geçtim ben? Hangi akla hizmetle, nasıl bir yol seçtim ben? |