DAHA ÖYLE ÇOK Kİ SABAHA...Susuz bir at gibi savurdu yelelerini, Tepindi bağlanmış bir kısrak gibi Simsiyah gözlerinde koyu bir keder, Nasıl da perişan, nasıl da heder… Süzüldü esmer yanaklarından gözyaşı, Titredi tepeden tırnağa… Saplandı gözleri bir kere daha Çaresizce yatarken yerdeki beden, Karışmıştı sanki şimdiden Gözyaşlarıyla nemlenmiş toprağa… Göklere çevirdi ıslak gözlerini, Derin, çok derin bir yalnızlık hissi, Bir rüzgâr, Bir yağmur, bir damla olsa, Ne bir kanat sesi, ne de bir umut… Tekrar gümbür gümbür yükseldi o ses, Duyulmuyorken etrafta en küçük nefes, Devrildi duvarlar, ağaçlar, evler, Yine canlanmıştı bedensiz devler… Yayıldı kokusu barutun, kanın, Feryâdı doldu göklere bir sürü canın… Birden yüreğinde duydu derin bir sızı, Kucakladı tüy kadar hafif yığını Bastırdı bağrına, kuru göğsüne, İçine sokarcasına zavallı kızı… Koştu, çırpındı deli tay gibi… Sonra durdu orta yerde bir heykel gibi, Kucağındaki kollar düştü, vurdu dizine, Artık atmıyordu o kalp göğsünde. Bastırdı, bastırdı sımsıkı bağrına yine, Düştü, boş bir çuval gibi yığıldı yere, Kirpikleri saplı kaldı kedere… Bir ananın yaşarken ölmesiydi bu, Beline balta saplanmış taze bir ağaç, Dikenli tellerde titriyor kalbi, Neden, bilmiyordu, neydi bu amaç? Bir zamanlar mutluydu sıcak evinde, Kuzucukları gülüp, mutlu oynarken, Kimler ne istedi, neden, ah neden? Diri diri gömülmüştü şimdi mezara, Ne yapmalıydı uslanmak için? Bir omuz aradı yaslanmak için. Ne bir gölge vardı, ne dost bir nefes, Razıydı tutsaydı bir ağaç dalı, Acıyla oturup, yavrusunun Saçlarını okşadı usul usul, Kokladı son defa o mâsum yüzü… Doğruldu, kucağında o cılız beden, Değişmişti bakışları birden. Sesler duyuluyordu harabelerden, Her taş, toprak hep birden sesleniyordu: ’Neden bütün bunlar, Allah’ım, neden? ’ Saygıyla yol verdi binlerce ruh, Arkasından yürüdü kederli güruh. Utanç içindeydi eğilmiş başlar, Döküldü yerlere görünmez yaşlar… Erecek mi insanlık aydınlıklara? Daha öyle çoktu ki sabaha… Daha öyle çok ki sabaha… Hâlenur Kor |