BİR GEZİNTİ
BİR GEZİNTİ
Bu sabah hava güneşli ver elini Taksim. Gezi parkının köşesi Boğaza nazır, ağaçların arasında bir yer. Buraya dokunan kesin cehenneme gider! Beton yığınlarından kalan tek yer. Çayımı yudumluyorum. “Her zaman gelemiyoruz, bir çay daha içelim” Taksim Atatürk Anıtı’nın etrafı pervana gibi. Flaşlar patlıyor Ata, Sanki sarmış insanları etrafına tarih anlatıyor. Beyoğlu’na giriyorum; şu köşede bir Romen, öyle içten söylüyor ki gönül dili buna deniyor herhalde. Az ilerde dört kafadar üstleri başları perişan. bağdaş kurup oturmuşlar, neşeleri yerinde, işte samimiyetten bir örnek! Şu köşe de bir İranlı santur çalıyor, Şikayetçi türküsünü okuyor. Az ilerde bağdaş kurmuş , kurumuş lavanta çiçeği satan bir bayan, “Çayını içersen iyi uyursun, hazmı kolaylaştırır “diyor. Ekmek parası kolay değil. Geçen, Galata kulesinin önünde bir kokoreç yemiştim, baktım aynı kokoreççi orada, niyetim Eminönü’nde balık yemekti ama kokoreci yemeden geçemedim. Galata Köprüsünden doğru balık tutanların arasından Kapalı Çarşıya girdim. Burada da yok yok. Her meyveden şeker mi ararsın, insanın iştahını kabartan, tezgaha şiir mısraları gibi dizilmiş tatlıları mı? Altınlar, yakutlar, pırlantalar gözlerimizi kamaştırıyor. Az yukarda, her çeşitten sabun. Çam sabunu, orkide, yasemin, çilek, yoğurt ,okaliptüs, haşhaş, Mavi göl, defne, rom, Amber Türk hamamı, aore , Vera, ahududu, böğürtlen, zerdeçal kökü, caliptüs tozu, vanilya lifi, limon çiçeği … İşte Türk’ün esans kokan teni! Yoruldum; Fincancılar Çıkmazın da bir çay molası derken Beyazıt’ta akşam olmuş. Işıklar, İstanbul üniversitenin girişindeki sütunlara vurunca bir hatıra fotoğrafı çektirelim dedik. Bakalım yarın nereye gideriz?.. Yusuf Yılmaz |