YOL İŞÂRETLERİ ÖMRÜMÜN-VII
31. REDDİYE (2007 için)
1. üşütmekten kırılan bir gökyüzüydün öyle anımsayacağız seni bulutların konaklayınca dağların üstünde ağlamaya dururduk elbirliğiyle 2. yaşamayı başka türlü târif ederdin uzantısı gibi ölümlerin ayrılıkların bir harfin içinden kalkarak karmakarışık cümleler her haklının rüyâsına darağaçları kurardın 3. uzaklaştırdın bizden kokusunu sevincin anlatmadın neden böyle davrandığını akbabalara güvercinlerden neden daha çok bağlandığını bize hiç anlatmadın 4. sürebildiğimizce hep zakkum sürdük gövdemize sen varken yuhalandık ve kezzapla yıkandık bizden yana değildi şairlerin çığlığı küstüğümüz bir şeye dönüştü sevda pılını-pırtını topla hadi, git artık! 32. DÂVETİYE (2008 için) 1. bizi hangi yeryüzü ısıtabilir çözümsüz cebir denklemleri gibiyiz yalpalayıp duruyoruz ağzımızda bir sürü kan lekesi yaz ikindilerini özlüyoruz gene de deli günleri 2. telli-duvaklı gelinler geliyor aklımıza bulanık sulardan duru gülüşlere geçişlerimiz bir kül yığınını yadsırcasına gelişen gizem bir nar ağacı: dallarında salkım-saçak gençliğimiz 3. solduğumuz yerden doğruluruz, herkes bilmeli içimizdeki tanrısal kırılmayla yaşıtız çünkü yoğunlaşan gök anlayacaksa anlasın sesimizi 4. gel artık, kendini tanyerine eşitleyen sihirli direnç, estetik öfke, insancıl kıvanç sığlaşmayan çiçek anlayacaksa anlasın bizi 33. GÖKYÜZÜ BİRİKTİREN ne akarsulara set çektiğim söylenebilir ne fışkıran ay ışıklarına yıldızlara suikast düzenlemekle de meşgûl değilim amacım belli: begonyalarla aynı inanıştayım acının iskelesinden geçmek için kol kola göğsünde gökyüzü biriktiren o kumral kızı bekledim bekledim bekledim bekledim kalbimin küstah ve üstelik kıyısız kavşağında 34. NEYİN YANSIMASI O? a. insana sabahlar bile abanır akşamlar değil salt usullacık salınınca yelkenli o kadınsı dalgalar ayrımında olmazsan, neyin yansıması o şehrin azı dişleri ikide bir göğsümüzü dalayan cankurtaran sireni köşebaşında şu yaşlı dilenci donmuş avuçlarını ovuşturuyor mutluk nerde, bu hangi şarkısızlık ve dilsiz kesilmişse sokaklar onun kahrından sormazsam utancım büyüyecek bu hangi yarınsızlık anlaşılsın: delikanlılar bezgin sûretleri yenilgilere sınır korkunç çekingen pürüzsüz bir kovulmuşluk değilse nedir dönendikleri sevme dehlizlerinden bulanık sularla yaşıt olmak kötüdür duyurulsun topuklarına dek kınalanmış taşralı kızlar hep sayrılarevine sarkarlar neden ayrılık ve ölümlerle alazlanırlar tüy sesinde gömülürler kederlerine şiirleri yetmişiki dilde basılan yedi deryâ nâzım’ın nefis betimlediği o insanlar, o insanlar, o insanlar yorgan-döşek yığılırlar otogarlara derviş gibi îmanlı, el-pençe dîvan ne ana var, ne yavuklu, ne evlât sâfi gurbet tüter sofralarında yarımşar somunla azıcık zeytin gider, şafak altında kusarlar nefretlerini hırpâni kılıklarıyla meşhur ve sâkin diz çökerek göklerin çatırtısına tümden zemherîde kanatırlar yüreklerini b. keşke güvercinler bastırsalardı caddelerin geniş şakaklarına çağdaşlık adına iğrenç afişler bu genelev sefâleti çok solgun gürlemese dışarda direklere defne dalı bağlasalardı diye dövünür müsün c. işte her şey açık-seçik: çırpınmıyorsa nabzın mâviş atılımlarla insana sabahlar bile abanır akşamlar değil salt ayrımında olmazsan, neyin yansıması o: zorbalığın baskın çıkamaması gene -milyonlarca çığlıkla parçalansa da günler- sandallarda titreyen türkülerde 35. BEKLE! a. gözlerine geliyorum senin elyazması özlemlere gömülü senin saçlarına geliyorum mis gibi bir yağmur sonrasını andıran boynuna geliyorum senin lodosların, şarkıların aşındırdığı senin göğsüne geliyorum bereketli bahçesine memelerinin ağzına geliyorum senin şiirin kan-revan coğrafyasına b. sen ki: ilkbahar kıvâmındasın erguvan renginde vurulmadasın aydınlık düşünceli nice gizdesin sesimi turna sesiyle birleştirerek anaç sabrına geliyorum, bekle! |