2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
1460
Okunma
Eski bir Yahudi geleneğinden geliyorum dedi kadın
Eski bir düğmeciyim.
Hikayem, ölümümle başlıyor.
Yağmur yağıyordu.
Tüm renkler ıslaktı.
Kadınlar ıslak, çocuklar çamurdandı
Erkekler yağmurdan sakınıyordu.
Yürüyordu…
Pencerelerden düğmeler düşüyordu
Her düğme yağmuru ilikliyordu sokağın gömleğine
Taşın kalbi, ıslak bir “çıt” sesine uyanıyor,
Taşın nefesine kaçıyordu yağmur, düğme, “çıt” sesi
Düğme yağıyordu evlerden…
Eski bir celladım dedi kadın
Cenazeler kaldırdım
Gözleri, yağmura tapınan taş uykusuydu.
Bazen bedenimde öldürdüm onları,
Bazen taşın kalbinde.
Her ölüme bir düğme kopardım kabuklarımdan.
Ya cesaret edemedim yaşatmaya
Ya her aşk intihardı zaten yeniden doğmaya
Düğmeler biriktirdim.
Bazen başka aşkların tabutlarından topladım
Düğmelerin deliklerine kırmızı ipler bağladım.
Yarası açık kalmış çocuk gülüşlü adamlara,
Düğmelerden yamalar yaptım.
Parmak uçlarımı öpme! Dedi kadın
Parmaklarımdan bulaşır taşın dokusu dudaklarına
Bir tabut olursun yağmurlu bir sokağa…
Üstüme düğme yağıyor…
Üstüme düğme yağıyor…
Üstüme düğme yağıyor…
Hacer Yılmaz / 08.12.2014 saat: 13:11
5.0
100% (5)