ayrılıkların ait olduğu ülkeyi biliyor musun yaşarken kaç kez çıldırmanın eşiğine geldiğimi kaç kez soğuk sabahlara kadar gördüğüm düşler hangi bulutların arkasında gizli taş duvarların esmer koridorlarında her köşesi mosmor kocaman taşlardan duvarlardan kirli kanlar sızdığını hiç durmak bilmeden
biliyor musun kaç kez anlattığımı evvela ayrılığın her merhalesini her bir dakikasını her bir ayrıntısını var olmuş olacağından emin olduğum her gece yansıdığın aynalara aynalardaki her görüntüye
biliyor musun tahayyüllü bile ne kadar zordu ayrılığın tek başına taşıyamadığım yangınlar sönmedi bir türlü zihnimde kemikleşen musallat fikirler nereye gitsem ve ne söylesem nafile kesilmek bilmez kulak çınlamaları ince uzun çizilmiş kalp sancıları vehimler dolu ruh hafakanı nereden başlayıp nereye gittiklerine dair hiç bir fikrim yok
biliyor musun benimkisi izah edilemez başıboş ruh haleti ne uydurma bir rüya nede hülyalardan ibaret çöreklenen her illetle ortalık birbirine girmiş her bir buhran farklı bir ayrılığa sebep artık aynalara da güvenim yok...
biliyor musun yeni bir makus cinnetin içindeyim bir adı olsa gerek... adını sen koy pencerenin arkasından seslenip durur acı bir rüzgar eser kar savrulur kar rengi bir örtüye bürünürüm…
biliyor musun şu bir kaç saatlik zaman diliminde kim benimle konuşuyor tatlı tatlı bir bardak su, bir fincan kahve içmek için sigara tüttürmek, başının ağrısını dindirmek istercesine hıncahınç eşya ile dolu odalarda burnunu cama dayayarak dışarıyı seyretmeye koyulmuş sanki üç beş dakikası var ha gitti ha gidecek öylesine tuhaf üçüncül bir duygu ki aşk kadar yıpratıcı, bencil, kaprisli ve kıskanç
biliyor musun senden sonra henüz hiçbir kimseyle senin gibi hiçbir şey konuşmadım hiçbir kimsemde olmadı senin gibi beni dinleyecek hiçbir kimseye de anlatmadım bahçedeki yapayalnız elma ağacını rüzgarda eğilip kalkan çarpık çurpuk dallarını uçsuz bucaksız gökyüzünü ağır ağır inen çok şekilli kar tanelerini
biliyor musun herkesin bir kimsesi var bir yetim bir öksüz bir sen bırakmışsın ardında bir mezar kadar yalnız tek başına henüz doğmamış vakitlerin kokusunu içime çekiyorum sağdan soldan zıplayan başıbozuk sesleri gelip gidip arabaların sessizliği bozan gürültülerini yüzü çizik plağın cızırtılı şarkı nağmesini
biliyor musun hayallerin üzerine nasıl kilit vurulduğunu nasıl bir sürgü çekildiğini günlerce gecelerce en ufak bir şey yemeden öylesi bir şey ki yaşadıklarım açlık hissetmiyor susuzluk da duymuyorum sensizlik içinde senle iç içe seninle duyuyor seninle görüyor seninle konuşuyorum…
biliyor musun çılgın diyorlar mecnun diyorlar bitmiş bir aşkın üzerine oturup kendinden geçmiş en acı en gereksiz ruhsal ıstıraplarla muzdarip . siz ey gökteki ışıklar sizde bana çılgınlık verin hezeyanlar ,yıldırımlar kırmızıbeyaz şimşekler verin karanlıklar verin korkutun beni hiçbir gözün görmediği ateşler verin ağlatın ve inletin beni içimde ki ruh mecnunluğunu bir daha ispatlasın çöl menzillerinde en büyük sahralarda
biliyor musun kimi zaman düşünü hayra yoramayan havva gibiyim kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken adem gibi kimi zaman katı bir günaha bulaşmış kader yaşadıklarım kimi zaman ışık kervanlarının çıngıraklarıyla uyanan seher kimi zaman ağaçların ırmakların konuştuğu rüzgar kimi zaman sanki bir cennette uğultuyla uyanan bezm-i ezelde gibiyim adı sen cismi sen kıyamet sendin cennette sen
biliyor musun sarp yokuşları çıkmak için ödenen bedeller var hayal zamanlarından kalma yıkılmış beldeler var her şehrin hatta her semtin bir sahibi var dört gözle yolunu gözleyen göğsü titreyen var kalbim de daha ileri gidemediğim bir yerler var seni görünce peydahlanan gölge üstüne gölgeler var cisminin yansıması ayanla beyan arasında sırrıyla ayna arasında , seninle benim aramda bir o kadar ince bir o kadar görünmez …
biliyor musun giderken son bakışını unutamadım buluttan buluta yayılan bir ışığın altındaydım sanki ılık rüzgara katılmış bir zamandan süzülmüş semadan yıldız yağıyordu altın salkımlı buğday renkli saçlarının aksı gözüme çarpıp çarpıp geri dönüyordu bir goncanın yapraklarındaki damlaydı gözyaşların su damlaları serpiliyordu mavi renkli bulutlardan pembe çiçekler iliştiriyordum saçlarının arasına
biliyor musun pınarlar akıtıyordun bir zümrüt denizinin kıyısından çıkmış gibi duyulası bütün sesleri bastırıyordu hıçkırıkların fırtına uğultusu, kasırga bulutu dağlar parçalayası bir yanım ruh, bir yanım toprak bir yanım sevinç bir yanım korku nefes nefese her zerre ayrılıktı
biliyor musun hüznünü yaşıyorum ahdedilmiş zamanların bir veda yazısıydı mektubunda ki şifreler üzerindeki işaretler ayrılıklara kilitliydi harf harf kelime kelime son satırına kadar mermer bir zemine yerleştirilmiş satranç tablası gibiydi
biliyor musun gırtlağına kadar guruba meyletmiş her şeyden azade gök ve yerin değişmez sonsuzluğunda batmakta olan güneşin kızıl kızıl ışıldayan yüzü gibiydin ufkun derinliğinde sessizce uzayıp giden som altından yontulmuş bir heykel gibi akşam karanlığına çökmüş
biliyor musun bembeyaz kumsalında dalgalarını ardı ardına gönderen lacivert uğultusu gibiydin sanki rüyasından az önce az evvel uyanmış zihni bir çocuk zihni kadar boş unutulur gibi değil bu öksüz hikaye kalbimin bir yerinde hep kırık hep buruk içinde yakan kavuran derin bir kasvet gel deyince geldim gitmek senin elinde belli ki bundan böyle hiçbir şey değişmeyecek bir ayrılık ki artık geri dönüşü yok
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
düş mevsimi şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
düş mevsimi şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Bu da bitti..., Sonra ki şiirin merakındayım.. Eserine imrendim, Ustasını alkışladım.. Üstadım., Güçlü kalemin, dup duru yüreğin, şiire verdiğin emeğin, hiç zeval görmesin inşallah. _________ Selam ve dualarımla, Allaha emanet ol.
Kaleminiz gönül dostluğu için yazsın...
........................................................ Saygı ve selamlar..