Tanıtım Yazısı
Türkiye PEN yazarlar Derneği üyesi olarak 35. Saraybosna Şiir Günleri'ne katılmak üzere Saraybosna'ya gittiğimde, kuşatma sona ereli hemen hemen bir yıl olmuştu. Kent, onarılma ve yapılanma süreci içindeydi.
Saraybosna Kitaplığı'ndaki açılış töreninde, kitaplık yandıktan sonra, kentin üzerinde küllerin günlerce uçuştuğunu anlattılar. Çocuk bahçeleri ve parklar mezarlık olmuştu. Sokaklarda, Sırp bombalarıyla ölen sivillerin kanlarının döküldüğü yerlerin çıkmaz kırmızı boya ile boyandığını gördüm. Üzerlerine bastığımda içim titredi.
Döndüğümde Saraybosna ve Mostar'da gördüklerimi, duyduklarımı, okuduklarımı, düşlediklerimi ve içimde çırpınanları yazmaya karar verdim. Orada yaşanan, bir Hristiyan- Müslüman savaşı değildi. Böyle bir düşünceye acı acı gülümsüyordu Saraybosnalılar. Bosna-Hersek'te binlerce insanı öldüren, yaralayan, evinden eden, sakat bırakan, kadınların tecavüze uğramasına yol açan bu ağlatıya "savaş" demeye insanın dili varmıyor. Avrupa'nın Naziler'den sonra yaşadığı ikinci kitlesel faşist saldırıydı bu. İnsanların ırk farklılığı söz konusu edilerek gerçekleştirilen bir soykırımdı. Goytisolo'nun Saraybosna Yazıları'nda anlattığı , "Başıbozuk Sırp grubu 'Beyaz Kartallar'ın, bir bölümünü öldürüp köprünün üzerinden Drina'ya attıkları, bir bölümünü de, zaten herkesin bildiği nişancılıklarını üzerlerinde kanıtlamak için bir mayın tarlasına salıverdikleri Vişgrad Özürlü Çocuklar Yurdu'ndaki kızların inanılmaz sonu" sonu bile gerçekleştirilen soykırımın dehşetini bize yansıtmaya yeter. (Saraybosna Kırmızısı 1.)
Onu hastaneye getirdiklerinde, yaşamla ölüm arasındaki iplikten köprüyü geçmek üzereydi. Yakınında patlayan bir bomba çenesini parçalamış, alt dudağı ve alt çene dişleri yok olmuştu. Akıllarını yitirmemek için delicesine çalışan; elektriksiz, susuz, yakıtsız hastanelerde ameliyat yapmaya çalışan hekimler onu yaşatmak için tam dört gün azraille yumruk yumruğa kavga ettiler. Adam komadan çıkıp, kendine geldiğinde elleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı. Hekimler ve hemşireler ne dediğini anlamak için başına toplandılar. İçlerinden biri de, Belma adında bir hekimdi. Adam, Belma'yı işaret ediyor, ama kimse söylemek istediğini anlamıyordu. Adamın bir göçük kapısı gibi duran ağzının içine bakamıyorlardı. Parçalanan çenesi, ancak tıslamasına olanak tanıyordu. Yaşam bu korkunç iletişim güçlüğünü görünce, bir tanıdık yaratarak, adamın sözlerini Belma'nın duymasına olanak tanıdı:
"Lütfen Beni öper misiniz?"
Genç kadının içi ürperdi, öptüğü bütün erkeklerin dudakları birer birer gözünün önüne geldi. Böyle bir şeyi yapamayacağını düşündü. Adamın sargılar içindeki yüzüne baktığında, gözlerinin birer buzdolabına dönüştüğünü gördü. O zaman, çenesi parçalanan adamın ölmediğine inanıp yaşama tutunması için, parçalanmış üst dudağının başka bir dudağın sıcaklığını duyması gerektiğini anladı.
Eğilip adamı öperken, arkadaşları başlarını eğerek yaşlarla dolu gözlerini kapadılar.
(Tanıtım Bülteninden)
daha fazla
Yazar: Akgün Akova
Yayınevi: Çınar Yayınları
ISBN: 789753480956
Sayfa: 224s.
Boyut:
Kapak:
Tarih: 1905
Kağıt Tipi: