SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Bölüm 32: Radyo (M.Ö. 3070) 32.1. Kristal Mağarası
Başbilgin Enlil-Hotep, atölyede defterine yazdığı notları tamamlayıp elindeki kamış kalemi bıraktı. “Lugalkeşkokpanda,” dedi sessizce, “ikinci bir Hoteplör yapmamız gerekecek. Ama bunun için yeni bir piezoelektrik kristal bulmamız lazım. Yarın sabah şu bahsettiğin mağaraya gidelim. İçimde bir ses, orada sadece kuvars değil, başka şeylerin de bizi beklediğini söylüyor. Bilginlere söyle, yanlarına çekiçlerini, fenerlerini ve kalın ketenden yapılmış çuvallarını alsınlar.”
Gün doğarken mağaranın önüne vardıklarında taşların yüzeyi sabah çiyiyle parlıyordu. Girişteki kaya, demir oksit nedeniyle kırmızımsıydı; sanki mağaranın ağzı pasla mühürlenmişti.
İçeri adım attıklarında hava serin, nemli ve hafifçe metalikti. Fener ışıkları kayalarda yankılanan bir altın yansımayla dans etti.
İlk olarak kuvars damarlarını gördüler; saydam, keskin yüzeyli kristallerdi. Bazıları süt beyazı, bazılarıysa içlerinde donmuş bir ışık taşıyormuş gibi yarı saydamdı. Lugalkeşkokpanda eline bir parça alıp dikkatle baktı: “Bu, sesle titrediğinde elektrik üreten taş,” dedi. Çekiçle nazikçe kırdı; kırık yüzey, prizma gibi ışığı kırdı. Çuvala koydu.
Biraz ileride hematit ve manyetit damarları belirdi. Hematit, koyu gri-kırmızımsı, yoğun metalik parlaklıkta, tabakalı yapıda; çekiçle vurulduğunda toz kırmızıya çalıyordu. Manyetit ise derin siyah, mıknatıs gibi çekici; Enlil-Hotep bir parça aldı, iki manyetit birbirine yaklaştırınca hafif bir “tak” sesiyle yapıştı. Çuvallara doldurdular.
Sonra topaz kristalleri buldular. Kehribar sarısı ışıkta parlayan taşlar, ince çatlakların arasında sanki ateşle donmuş su damlaları gibiydi. Sert, sekizgen prizmalar halinde; fener ışığı altında içten içe turuncu bir ateş yanıyor gibiydi. Lugalkeşkokpanda bir tanesini çuvala koyarken mırıldandı: “Bu, belki titreşimi daha keskin yapar.”
Turmalin kristalleri ise yeşil ve pembe damarlarla iç içe geçmişti; bir çiçeğin damarlarını andırıyordu. Uzun, ince prizmalar; kesitleri üçgen, yüzeyleri çizgili. Şuruppak bir parça aldı, fener ışığında yeşilden pembeye geçiş yaptı. “Renkli titreşim,” dedi, çuvala attı.
Derinlere indikçe duvarlar ışığı yansıtır oldu: Selenit süt beyazı kristalleri, neredeyse saydam, mum alevi gibi parlıyordu. İnce, iğne gibi lifli yapıda; dokunulduğunda kırılgan, ışıkta ipek gibi akıyordu. Nefrakaet bir sütun kırdı, çuvala koydu.
Kalsit kristalleri sarıdan açık turuncuya dönüyordu, dokunulduğunda serindi ama avuçta hafifçe terliyordu. Rombohedral şekilli, çift kırılmalı; fener ışığı altında iki görüntü veriyordu. Eluluhakalanduk bir parça aldı, “Işığı ikiye böler,” dedi.
Aragonit, ince iğneler halinde sarkıtlardan filizlenmişti; dokununca çatırdayan bir müzik gibi ses çıkarıyordu. Beyazdan pembeye, mercan gibi dallı yapıda. Meskalanduk bir dal kırdı, çuvala koydu.
Bir kayanın çatlağında Barit kristalleri buldular: ağır, maviye çalan yarı saydam taşlar. Dikdörtgen, tabakalı; fener ışığında soluk mavi bir sis gibiydi. Gılgameş bir tanesini kaldırdı, “Ağır, ama şeffaf,” dedi, çuvala attı.
Hemen yanında florit damarları mor, yeşil ve mavi tonlarda yan yana dizilmişti; sanki yerin altı gökkuşağına dönüşmüştü. Kübik kristaller, cam gibi parlak; Şuruppak bir mor florit aldı, ışığa tuttu: içinden mor bir alev geçti.
Bir köşede gips (alçıtaşı) sütunları vardı; parmakla dokununca iz bırakıyor, sanki taş değil de donmuş ışık gibiydi. Monoklinik, ipeksi parlaklıkta; Nefrakaet bir parça kırdı, toz gibi dağıldı, çuvala koydu.
Dolomit kristalleri soluk pembe ve gri tonlarda, bir deniz kabuğunu andırıyordu. Rombohedral, hafif kavisli; Enlil-Hotep bir tanesini aldı, “Dayanıklı, ama yumuşak,” dedi.
Smithsonit açık mavi ve turkuaz renkteydi; dokununca yüzeyi sanki nefes alıyordu. Botryoidal yapıda, üzüm salkımı gibi; Lugalkeşkokpanda bir küme aldı, çuvala attı.
Azurit derin mavi, neredeyse gece rengi bir taştı; yanındaki malakit ise canlı yeşil, dalgalı bantlarla kaplıydı. Azurit monoklinik, malakit iğneli; ikisi birlikte bakır cevherinin renkli yüzüydü. Meskalanduk bir parça azurit kırdı, toz maviye boyadı elini; malakiti çuvala koydu.
Ve en sonda, sessizce duran Galena… Kurşun grisi, parlak yüzeyinde fener ışığını ayna gibi yansıttı. Lugalkeşkokpanda eğildi, eline aldı, dikkatle inceledi: “Bu taşın içinden bir şey geçiyor… ama ne olduğunu bilmiyorum.”
Bilginler sessizce çuvallarını doldurdular. Her biri kendi seçtiği taşları özenle bez torbalara koydu. Mağaradan çıkarken, Enlil-Hotep son bir kez arkasına baktı. Sanki duvarların içinde derin bir uğultu vardı; yerin kendi kalp atışı. “Bir gün bu taşların bize ne söyleyeceğini öğreneceğiz,” dedi kısık sesle. Ve mağaranın karanlığından çıkarak ışığa yürüdüler.
32.2. Atölyede Sınıflandırma
Günün son ışıkları Kayıtlar Salonu avlusuna vururken, bilginler mağaradan döndü. Çuvalların içindeki taşlar, sanki yerin altından değil de yıldızların arasından getirilmiş gibiydi.
Enlil-Hotep, lambanın ışığını biraz yükseltti: “Her biri başka bir sırrı saklıyor. Şimdi onları tek tek tanıyalım.”
Kristaller dikkatle masaya dizildi. Atölyenin ortasındaki taş masa, o gece, bir gök haritasına dönüştü. Kuvars, florit ve topaz kristalleri gaz lambasından gelen ışığını kırarak duvarlara renkli halkalar saçtı. Selenit süt gibi parladı; malakit, yeşil damarlarıyla bir orman zeminini andırdı.
Lugalkeşkokpanda, elindeki fırçayla her taşı temizliyor, isimlerini küçük kil tabletlere kazıyordu.
Koyu gri, neredeyse siyah yüzeyi lambanın ışığını geri yansıtıyor, kenarları kusursuz bir küp oluşturuyordu.
“Bu taş farklı,” dedi Enlil-Hotep. ”Bakın… sesi bile farklı.”
Lugalkeşkokpanda taşın üzerine metal bir çubukla hafifçe vurdu. İnce, kısa bir tınlama yankılandı.
“Garip,” dedi. ”Bu taş sesi yutmak yerine geri veriyor. Sanki içinde bir yankı odası var.”
Bir süre sessizlik oldu. Sadece kandilin cızırtısı duyuluyordu.
Enlil-Hotep, düşünceli bir şekilde taşın yüzeyine dokundu.
“Bu taşın içinde bir ses gizli olabilir,” dedi. ”Belki... göremediğimiz bir dalga.”
Yanındaki genç çırak, şaşkınlıkla sordu:
“Taş nasıl ses tutar ki, üstat?”
“Su ışığı saklar, hava sesi taşır... Neden taş elektriği ve sesi birlikte saklamasın?”
O gece boyunca bilginler kristalleri sınıflandırmaya, notlar almaya, her birine küçük kil numaraları yapıştırmaya devam ettiler.
Galena kristali ise masanın ortasında sessizce duruyordu; ama kimse fark etmeden, kandil ışığında yüzeyi hafifçe parladı. Sanki bir şey dinliyordu.
32.3. Kristallerin Sırları
O gece, atölyenin taş duvarları kristallerin yankısıyla doldu. Masada onlarca taş, fener ışığında sıralanmıştı; her biri yeryüzünün gizli bir dilini temsil ediyordu.
Enlil-Hotep fırın benzeri taş ocağını yaktı:
“Her taşın ateşle, darbeyle, elektrikle nasıl tepki verdiğini gözlemleyeceğiz,” dedi.
Lugalkeşkokpanda, bakır çubukları, tel halkaları ve küçük metal levhaları hazırladı. İlk olarak Kalsit denediler. Taşa vurduklarında yumuşak, boğuk bir ses çıkardı. Isıtıldığında yüzeyi çatladı, rengi soldu. Turmalin daha diriydi; vurulduğunda tiz bir ses verdi, elektrik yüklendiğinde yüzeyi hafifçe ısındı.
“İçinden akım geçtiğini hissediyorum,” dedi Lugalkeşkokpanda parmaklarını çekerek: “Demek ki bu taşın damarlarında ateş dolaşıyor.”
Kuvars deneyinde, Enlil-Hotep gülümseyerek not aldı.
“İşte hoteplörün kalbi bu,” dedi.
Metal uçlarıyla sıkıştırdığında kristal titreşti, hafif bir elektriksel çıtırtı duyuldu.
Sonra sıra galenaya geldi.
Taşın yüzeyi o kadar pürüzsüzdü ki, fener ışığı neredeyse aynadan yansır gibi parladı. Lugalkeşkokpanda çubuğu eline aldı, ”Bakalım senin dilin neymiş,” diyerek taşın kenarına vurdu. Zayıf ama net bir cızzzt sesi yankılandı; adeta minik bir elektriksel tıslama.
“Evet ama... sanki başka bir kaynaktan geliyor. Hava titreşmiyor, taş titreşiyor.”
Daha sonra galenayı ısıttılar.
Taşın rengi hafifçe koyulaştı ama parçalanmadı. Isı altında bile kararlılığını koruyordu. “Demek bu taş hem metal gibi iletken, hem de taş gibi dirençli,” dedi Lugalkeşkokpanda hayranlıkla.
Bir anlık merakla, masa üzerindeki bakır teli aldı ve galena kristalinin bir köşesine dokundurdu. Diğer ucunu kuvarsın bağlı olduğu düzeneğe temas ettirdi.
Hiç beklenmedik bir şey oldu. Kandilin cızırtısına benzer ama farklı, çok zayıf bir uğultu duyuldu.
Nefrakaet şaşkınlıkla sordu:
“Üstat, bu sesi kim çıkarıyor?”
Enlil-Hotep dikkat kesildi, taşın üstüne kulağını yaklaştırdı.
“Bu... sanki havadan değil, taşın içinden geliyor. Galena, kuvarsın sesine cevap veriyor.”
Bir süre sonra uğultu kesildi. Ama herkes o anın büyüsünü hissetmişti.
“Belki de yerin derinliklerinde yıldırımların yankısını saklıyor.”
Lugalkeşkokpanda heyecanla not aldı:
“Galena: elektriği sever, sesi taşır, ateşte bozulmaz. Kuvars’la konuşabilir gibi.”
O gece bilginler, farkında olmadan, insanlık tarihinin ilk dedektör taşını uyandırmıştı. Galena sessizce parlıyordu; sanki evrenin sesini dinlemeye başlamıştı.
32.4. Galena'nın Sırrı
Masada deneyler geceye uzadı. Kristaller, teller ve not tabletleri arasında bilginler sessizce çalışıyordu. Kandilin alevi her titreştiğinde, gölgeleri duvarlarda birer dev gibi oynuyordu.
1. Deney – Galena + Kuvars
Lugalkeşkokpanda kuvars kristalini titreştirirken galena taşına dokundurdu. İki taşın birleştiği noktada, hafif bir kıvılcım oluştu. Fener ışığında beliren mavi titreşim çizgisi bir anlık parladı, sonra söndü.
“Taşlar birbirine ses gönderiyor,” dedi Enlil-Hotep.
“Belki de bu, görünmeyen bir dalganın yankısıdır.”
2. Deney – Galena + Manyetit
Manyetit taşını yaklaştırdıklarında metal tozları hareket etmeye başladı. Sanki görünmeyen bir rüzgâr taşların arasında dolaşıyordu. “Bu... bir çekim değil,” dedi Lugalkeşkokpanda, ”bu bir çağrı.” Ama yine de net bir ses alamadılar.
3. Deney – Galena + Florit
Florit, mavi-yeşil ışığıyla masayı aydınlatıyordu. Galena’ya değdiğinde yüzeyinde zayıf bir mor parıltı oluştu. Ancak bu kez ses yerine, taşın içinden ince bir ışıma yayıldı. Enlil-Hotep, ”Bu taş sesle değil, ışıkla konuşuyor olmalı,” dedi.
4. Deney – Galena + Toz Tüpü
Lugalkeşkokpanda küçük bir cam tüp aldı. İçine çok ince bakır tozları yerleştirdi. Tüpün iki ucuna iletken teller bağladı, biri galenaya, diğeri kuvarsa dokunuyordu. Fırının yanındaki küçük su çarkı jeneratörünü çevirdi. Taşlar arasında zayıf bir cızırtı yükseldi. Bir süre sonra tüpün içindeki tozlar titreşmeye başladı; rastgele ama canlı bir biçimde.
“Bunu duyuyor musun?” dedi Enlil-Hotep.
“Taş artık bizimle değil… gökyüzüyle konuşuyor.”
Masadaki uğultu değişti. Kandilin cızırtısına karışan bu yeni ses, sanki uzak bir yıldırımın yankısıydı.
32.5. Ertelenen Uyku
Deneyler ertesi güne uzadı. Bilginler gözlerini ovuşturuyor, ama elleri çalışmayı bırakmıyordu.
Lugalkeşkokpanda tüpün içindeki telleri yeniden bağladı. Galena’nın bir yüzeyine dokunduğunda, sinyal bir anda güçlendi; sonra sustu. Tekrar denedi. Aynı şey. ”Bu taş akımı sadece bir yönde geçiriyor!” dedi heyecanla.
“İleri geçiyor ama geri dönmüyor!”
Enlil-Hotep başını kaldırdı.
“Yani taş... seçici davranıyor. Bu, yönlü bir akım demek.” Nefrakaet, şaşkınlıkla mırıldandı: ”Tıpkı kalp gibi... kanı bir yönde pompalıyor.”
32.6. Haftalar Sonra
Masadaki düzenek artık küçük bir şehir gibiydi. Bakır teller tavana kadar uzanıyor, su çarkı döndükçe minik bir jeneratör mırıldanıyordu.
Enerji: Küçük su çarkı jeneratörü (yaklaşık bir watt)
Lugalkeşkokpanda, kehribardan yapılmış ince bir tutucu kullandı. Ucunda zar gibi ince bir bakır iğne vardı. İğneyi galena taşının yüzeyinde gezdirdiğinde, sinyalin gücü değişmeye başladı. Bir noktada ses neredeyse tamamen kayboldu; milimetrik bir kaymayla, tekrar canlandı. Her dokunuşta farklı bir yankı geliyordu; kimi tiz, kimi boğuk, kimi uzak bir gök gürültüsü gibi.
Enlil-Hotep başını kaldırdı, dikkatle dinledi.
“Bu... rüzgâr değil,” dedi. ”Bu, uzaklardan gelen bir ses. Belki yıldırımın yankısı, belki gökyüzünün soluğu.”
Nefrakaet ürperdi.
“Ya da biri bize cevap veriyor olabilir...”
Atölyede bir süre sessizlik oldu. Sonra su çarkı yeniden dönmeye başladı, uğultu geri geldi. Ve galena kristalinin yüzeyinde küçük bir parıltı belirdi. Sanki taş, evrenden gelen ilk sinyali yakalamıştı.
32.7. Soğuk Işık
Atölye o gece hiç susmadı. Galena taşı hâlâ zayıf bir uğultu yayıyor, su çarkı düzenli biçimde dönüyordu. Bilginlerin gözleri yorgun ama içleri kıvılcımla doluydu.
Lugalkeşkokpanda, masa üzerindeki kristallere baktı. Lugalkeşkokpanda, kuvarsı metal mengeneye sıkıştırdı. Küçük su çarkı dönmeye başladı, taşın içinden titreşimsel bir elektrik akımı geçti. Galena taşına bağlanan hematit, akımı yönlendirdi; bakır iğne bağlantıyı tamamladı.
Atölyenin taş duvarları, kristallerden yayılan hafif mavi ışıkla aydınlanıyordu. Kandil sessizce yanıyordu; ama Enlil-Hotep, Lugalkeşkokpanda ve diğer bilginler, enerjinin yeni bir formunu gözlemlemek için sabırsızlanıyorlardı. Masada dizilmiş kristaller, bakır teller ve Toz Tüpleri adeta bir orkestranın enstrümanları gibi düzenlenmişti.
Enlil-Hotep, masanın başında durarak kuvars kristaline dokundu ve hafifçe bastırdı:
"Bakın… Basınç verildiğinde, Galena’dan geçen enerji sadece ışık üretmekle kalmayabilir. Belki... Sesi de hoteplöre aktarabilir."
"Eğer ışığı dalga olarak görebiliyorsak, sesin de kablosuz iletilebileceğini gösterebiliriz."
Herkes heyecanla yerini aldı. Masada iki düzenek vardı: birisi verici, diğeri alıcı. Vericiye Hoteplör zarı ve Galena kristali bağlandı. Alıcıya ise Toz Tüpü ve başka bir Galena kristali… ve hiçbir kablo, hiçbir ip yoktu. Sadece oda ve sessizlik.
Enlil-Hotep: ”Dinle… konuşuyorum, Hoteplörden sesi alıyorsun değil mi?”
Lugalkeşkokpanda: ”Evet, ama bak! Florit filtreden ışık da çıkıyor, sanki sinyalin görsel yansıması gibi.”
Enlil-Hotep: ”Doğru, ışık sesin kendisi değil. Ama görünmez dalgalarının varlığını gözlerimizle görmemizi sağlıyor.”
Lugalkeşkokpanda: ”Bakın… Hoteplör çalıyor, Galena ve Toz Tüpü devrede, Florit ışığı yakıyor… Her temas noktasında sinyal değişiyor.”
Enlil-Hotep: ”Bu, radyo devriminin başlangıcı. Artık ses kablosuz taşınabiliyor ve biz görsel bir işaretle takip edebiliyoruz.”
Herkes birbirine baktı. Atölyedeki sessizlik, bir mucizenin ardından gelen nefes kesici hayranlık gibiydi. Kuvarsın piezoelektrik gücü, Galena’nın iletkenliği ve Florit’in filtre etkisi… hepsi bir araya gelmiş, havayı titreştirmişti.
Lugalkeşkokpanda heyecanla:
"Peki, bunu geliştirebilir miyiz? Aynı anda konuşup, bir oda diğer odadan yanıt verebilir mi?"
Enlil-Hotep başını salladı:
"Evet… ve bir gün, bu dalgalar tüm şehirleri, tüm toprakları dolaşacak. Ama şimdilik… tadını çıkarın. İlk kez ses, kablosuz olarak uçtu."
O anda ışık kristali parladı, kandili söndürdüler ve oda tamamen kristal ışığıyla aydınlandı. Ses ve ışık bir arada dans ediyordu. Bilginler, tarihin en eski radyo devriminin sessiz ama etkileyici yankısını izliyorlardı.
32.9. Krala Sunum
Sarayın toplantı salonunda sabah Enlil-Hotep, Nefrakaet, Lugalkeşkokpanda ve diğer bilginler, üzerinde çalıştıkları radyo vericisi ve alıcısı ile son ayarlamaları yapıyordu. Masanın üzeri kristaller, bakır teller ve Hoteplör parçalarıyla doluydu.
Enlil-Hotep: ”Hazırız. Kral gelmeden önce her şey çalışmalı. Galena ve kuvars düzeni, Florit ışık göstergesi, su çarkı jeneratörü… Tüm sinyal hatlarını kontrol ettim.”
Lugalkeşkokpanda: ”Sesi kablosuz aldığımızda ışık göstergesi de eşzamanlı yanacak, kral ilk kez ışık kristaline bakıp görünmez dalgaları gözleriyle görecek.”
Kapı açıldı, saray muhafızları kralı getirdi. Kral Karmen, tahtın yanına geçti ve odanın ortasında durdu.
Kral Karmen: "Çalışmalarınız hakkında çok güzel müjdeler aldım… bakalım, bilginlerim gerçekten sesi görünmez dalgalarla iletebiliyor mu? Bu seferki icadınız beni gerçekten uzak diyarlardaki seslere ulaştıracak mı?"
Enlil-Hotep (saygıyla eğilerek):
"Yüce Karmen, Yüksek Kurul üyeleri şu anda meclis salonunda. Kablosuz konuşma düzenekleriyle bekliyor."
Lugalkeşkokpanda: "Biz konuştuğumuzda, sözlerimiz görünmez bir dalga olarak yayılacak. Ne tel var ne ip. Sadece hava ve enerji."
Kral tahtına oturdu. Elini kaldırdı.
"Başlayın."
Enlil-Hotep, kuvars kristaline bastırdı; su çarkı jeneratörü dönmeye başladı. Florit filtreden çıkan mavi ışık yanıp söndü. Hoteplör’ün zarı hafifçe titredi.
Enlil-Hotep:
Yüce Karmen’in huzurundasınız! Yüksek Kurul üyeleri, sözlerimizi duyabiliyor musunuz?"
Bir an sessizlik. Sonra Hoteplör zarından, uzak ve derin bir ses geldi.
Başvezir (uzaktan, yankılı): "Duyuyoruz, Başbilgin! Kral’ın sesi açık ve net gelecek mi, denemek istiyoruz."
Kral gülümsedi.
"Ben Karmen! Başvezir, sözlerim sana ulaşıyor mu?"
Hoteplör zarı titreşti, sonra ses netleşti:
Başvezir: "Sizi duyuyorum, Yüce Kral. Sesiniz sanki yanımdaki sütundan yankılanıyor."
Ardından diğer sesler de sırayla geldi.
Başmühendis: "Harika! Kral’ın sesi Galena kristalinden geçerken titreşimler mükemmel uyumda."
Başkâtip: "Şu an iki salon ötedeyim. Hiçbir kablo yok ama sözlerinizi kristaller taşıyor!"
Başyargıç: "Adalet meclisi bu sesi duymuştur, Yüce Karmen. Emirleriniz artık rüzgârla taşınıyor!"
Kral ayağa kalktı. Gözleri parlıyordu.
"Görünmeyen bir el… taş duvarların ötesine sesimi taşıyor. Bu, gökyüzünden bile işitilecek bir güç!"
Lugalkeşkokpanda:
"Bu güç kristallerin içinde. Işık sadece sinyalin görünür izidir."
Kral Karmen (heyecanla):
"O hâlde bu mucizeyi saklamayın! Kablosuz hoteplörlerin seri üretimi başlasın. Her ülke, her şehir, her ev ve her vatandaş görünmez dalgalarla birbirine bağlansın.
Sarayda bir uğultu yükseldi. Bilginler birbirine baktı.
Enlil-Hotep (fısıltıyla): "Bu artık bir icat değil, bir imparatorluğun kalbi. Görünmeyen dalgalar çağı başladı."
32.10. Görünmez Dalgalar Fabrikası
Nil’in batı yakasında, güneş kızıl ışıkları yükselirken, yeni bir fabrika doğuyordu. Taş duvarlar, kristal tozlarıyla kaplanmıştı; su çarkları, ritmik bir şarkı gibi dönüyordu. Kral’ın emrinin üzerinden üç ay geçmişti. Güneş, başkent Tanut’un dışındaki geniş ovada yeni bir yapının parlayan kubbesine vuruyordu. Bu, krallığın ilk Kablosuz Ses Fabrikasıydı.
İçeride onlarca zanaatkâr, kristal cilalayıcı, tel dövücü ve mühendis hummalı bir biçimde çalışıyordu. Kuvarslar tartılıyor, galena kristalleri kesiliyor, florit filtreleri test ediliyordu.
Nefrakaet (bir kristali ışığa tutarak):
“Her bir Galena, farklı frekanslara cevap veriyor. Aynı sesin iki kristalde farklı yankılanması mümkün. Bu yüzden her istasyonun ‘ton damgası’ olacak.”
Enlil-Hotep:
“Demek ki her şehir kendi dalgasında konuşacak… Bir ses haritası oluşturacağız.”
Lugalkeşkokpanda (not alırken):
“Ve bu haritayı yöneten bir kule olmalı. Sesin kaynağı, imparatorluğun kalbi.”
Şuruppak, ter içinde bir kuvars küpünü kesme tezgâhına yerleştirdi. “Bu, bininci Hoteplör kristali,” dedi, gülümseyerek. “Kral’ın emri: her eve bir telsiz.”
Meskalanduk, kehribar tutucuya ince bir bakır iğne takıyordu. “Bu iğne kedi bıyığı kadar hassas,” diye mırıldandı. “Galena’nın kalbi. Bir milim kayarsa, ses kaybolur.”
Gılgameş, fabrikanın ortasında durmuş, çarkların dönüşünü izliyordu. “Üç ay,” dedi. “Üç ayda 1000 set. Kemet, tüm Dünya'ya sesini duyuracak.”
32.11. Kemet'in Sesi Radyosu
Bir yıl sonra, Kemet'in en yüksek tepesinde dev bir kule yükseldi. 30 metrelik kule, Nil’in üzerinde bir dev gibi yükseliyordu. En tepede, 50 metrelik bakır anten, gökyüzüne bir ok gibi saplanmıştı.
Açılış günü. Hava sıcak, ama kalabalık coşkulu. Binlerce insan, saray meydanında toplanmıştı.
Nefrakaet (heyecanla): ”Sinyal hazır. Dalga istikrarlı. Yüce Karmen, konuşabilirsiniz.”
Kral, önündeki Hoteplör’ün zarına doğru eğildi. Sesini kalabalığın ve tarihin ortasına bıraktı:
Kral Karmen, kristal mikrofona yaklaştı. Sesi, derin ve kararlıydı:
“Ey Afrika Birliği! Ben Karmen. Bir zamanlar sesim taş duvarlarda yankılanırdı. Şimdi bu ses, gökyüzü boyunca yankılanacak! Sesim, Kemet’in Sesi radyosundan tüm topraklara ulaşıyor. Artık haberler, şarkılar, dualar… gökyüzünde özgürce dolaşacak. Görünmez dalgalarla birbirimize bağlanıyoruz.”
Kuleden yükselen dalgalar, gökyüzüne karıştı. Aynı anda, ülkenin dört bir yanındaki küçük alıcılardan aynı ses yankılandı. Uzak köylerde, deniz kenarında, çöllerde insanlar aynı anda başlarını kaldırdı.
Bir çocuk (şaşkınlıkla): ”Anne… kral bizimle konuşuyor!”
Kadın (gözleri dolarak): ”Sanki kutunun içinde küçük adamlar var…”
Fabrikadaki işçiler sevinçle birbirine sarıldı. Bilginler sessizce birbirine baktı. Enlil-Hotep: ”Artık tüm Afrika birbirine bağlandı.”
...
Yıllar geçmişti. Artık her ülkede, her şehirde, her evde ve her vatandaşın elinde birbirine bağlı cihazlar vardı. 24 saat yayın yapan Kemet’in Sesi Radyosu'nun mikrofonun başında genç bir ses yankılandı.
Sunucu Lali (coşkuyla):
“Gün doğdu ey Kemet halkı! Ben Lali Bugün, Mısır’ın dört bir yanındaki kalpleri birbirine bağlayan görünmez dalgalar yeniden buluşuyor."
Sunucu Khemen: "Ben Khemen, Kemet’in Sesi Radyosu’ndan bildiriyorum! Bugünkü haberlerle başlıyoruz. Luksor’daki Nil Barajı çalışmaları tamamlandı, su çarkı jeneratörleri artık şehir ışıklarını besliyor. Yüce Kral Karmen, Nubia’ya 1000 ton buğday gönderdi. Nil taşkını erken başladı; çiftçiler, sulama kanallarını açsın. Memfis’te yeni bir su kemeri açıldı. Hava durumu: Yarın güneşli, 38°C."
Sunucu Lali: "Evet Khemen Ayrıca, Büyük Kitap Evinde yeni bir kayıt cihazı geliştirildiği haberini aldık. Bilginler artık konuşmaları taş disklere kazıyabiliyor.”
Muhabir (uzaktan, delta bölgesinden): ”Selamlar, ben Meritre! Bugün Nil kıyısında büyük bir kutlama var. Afrika Olimpiyatları’nın açılış töreninde yüzlerce sanatçı şarkı söylüyor. Sesi kristaller aracılığıyla tüm Kemet’e ulaştıracağız!”
Bir anda hoteplör zarı titredi. Davul sesleri, flüt melodileri ve yüzlerce kişinin birleşen sesi odaları doldurdu.
Halk, şehir meydanlarında toplanmıştı. Herkesin önünde küçük bir alıcı taş yanıp sönüyordu. Bazıları ağladı, bazıları şarkıya eşlik etti. Çocuklar ilk defa uzak bir şehrin sesini canlı dinliyordu.
Muhabir Meritre: "Memfis Stadyumu. 50.000 kişi. Güneş batıyor, ama coşku zirvede. Koşu finali. İlk tur! Nubialı koşucu önde! Kemetli sporcu hızlanıyor! VE KAZANDI!"
“Kemet’in Sesi’nden iyi akşamlar…”
...
32.12. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: (gözleri faltaşı gibi açılır) "Küçük taşlar, radyo dedikleri şeyi nasıl yaptı? Yani... bugünkü radyoların atası o taş mıydı?"
Nil-7: "Evet, Sahara. Galena, kuvars, florit… Bunlar doğal yarı iletkenlerdi. Galena, ilk yarıiletken. Hoteplör, ilk hoparlör."
O gün Enlil-Hotep’in atölyesinde, insanlık yalnızca sesi değil, görünmez dalgayı da buldu."
Sahara: "Enlil-Hotep ‘görünmez dalgalar’ dedi. Ama ben göremedim! Dalgalar nerede? Havada mı, yoksa kristallerde mi?"
Nil-7: "Bak, Sahara. Radyo dalgaları elektromanyetik dalgalardır. Işık gibi, ama gözle görülmez. Frekansları 300 kHz - 3 MHz arası. Kemet’te AM modülasyonu kullandılar: Ses, dalganın genliğinde taşınıyordu. Anten, dalgayı gökyüzüne fırlatıyordu. 300 km ötede, başka bir anten dalgayı yakalıyordu. Galena, dalgayı çözüyordu."
Sahara: "Bu taş akımı bir yönde geçiriyor’ dediler. Bu… diyot gibi mi?"
Nil-7: "Evet, Sahara. Galena, doğal bir diyottu. PN junction benzeri bir yapı. Akımı tek yönde geçiriyordu → dedektör. Zayıf radyo sinyalini ses sinyaline çeviriyordu."
Sahara: "‘Soğuk ışık’ dediler. Bu… LED miydi?"
Nil-7: "Yarı doğru, Sahara. Galena + Hematit → doğal PN junction. Kuvars → piezoelektrik voltaj (0.5 V). Florit → renk filtresi. Elektronlar geçiş katmanında enerji salınca → foton → ışık. Ama verim çok düşüktü: %0,1. Ama elektrolüminesans."
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.