SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Giza’nın taş döşeli pazar meydanı, Afrika Olimpiyatları’nın son günlerinin coşkusuyla doluydu. Davul sesleri, satıcıların bağırışlarına karışıyor, Nil’in serin esintisi tezgâhlardaki baharat kokularını savuruyordu.
Kalabalığın ortasında, cam eşyalarla dolu bir tezgâh vardı: şişeler, bardaklar, süs eşyaları… ve en değerlisi, özenle parlatılmış birkaç küçük mercek. Bu tezgâhı o sabah Hapu, oğlu Şarmaadat’a emanet etmişti. Usta camcı atölyede işine dönmüş, oğluna gururla ”Müşterilere dikkat et, mercekleri iyi koru,” demişti.
Şarmaadat, on üç yaşının verdiği heyecanla, tezgâhın önünde gururla dikiliyordu. Birkaç müşteri cam şişelere bakarken, ince yapılı, gölgelerde dolaşan bir adam tezgâha yanaştı. Elini hızlıca uzatıp, en parlak mercekleri kavrayıverdi.
“Dur!” diye bağırdı Şarmaadat, ama adam kalabalığın arasına dalıp hızla koşmaya başladı. Çocuk çaresizce arkasından fırladı, fakat kalabalık pazarda hırsızın izini kaybetti.
Tam o sırada, kumaş tezgâhının arkasından gözleri keskin bir kuzeyli tüccar olan Leeuwenhoek, olanları fark etti. Hırsız, Leeuwenhoek’in önünden geçerken kumaş balyalarını devirdi. Leeuwenhoek hiç düşünmeden, kalın bir kumaş tomarını hırsızın ayaklarının önüne yuvarladı. Hırsız tökezleyip yere kapaklandı, elindeki mercekler taşa çarpıp şangırdayarak yere saçıldı.
Kalabalık bir anda hırsızı kıstırdı. Pazarın muhafızları yetişip adamı yakaladı. Şarmaadat nefes nefese gelerek mercekleri yerden topladı. Küçük elleri titriyordu.
“Kırılan biri hariç... mercekler kurtuldu!” dedi, gözleri dolu dolu. Sonra başını kaldırıp Leeuwenhoek’a baktı. ”Sen olmasaydın hepsi gitmişti!”
Leeuwenhoek, hafifçe omzunu silkti. ”Kumaş tüccarının gözü keskindir,” dedi.
Sonra, gözleri Leeuwenhoek’a döndü. ”Babamın emeğini kurtardın. Sana minnettarım.”
Leeuwenhoek yere düşen kumaş topunu yerden kaldırıp tezgaha koyarken gülümsedi, ”Ama bu yuvarlak camlar… sıradan bir cam parçası gibi değil. Bunlara bu kadar değer vermenin sebebi ne?” dedi.
Küçük çocuk, bir an tereddüt etti, sonra kararını vermiş gibi merceği Leeuwenhoek’a uzattı. ”Bu merceği sana hediye ediyorum. Sen olmasaydın hepsi çalınacaktı. O yüzden bu senin hakkın.”
Leeuwenhoek şaşkınlıkla merceği aldı. Işığa doğru tutup çevirdi, sonra kendi tezgâhına giderek Delft’ten getirdiği mavi kumaş topuna çevirdi.
Merceğin büyüttüğü lifler, devasa halatlar gibi önünde uzanıyordu. İpliklerin kıvrımları, arasına takılmış minicik toz parçaları gözler önüne seriliyordu. Leeuwenhoek hayranlıkla gülümsedi. ”Ben yıllardır kumaş satarım… ama bu kadar detaylı hiç görmemişim.”
Şarmaadat, gözlerinde heyecanla öne atıldı. ”Gördün mü? Bu cam, gözlerimizin sakladığını gösteriyor. Bir kumaşın kusurunu, ipliğin en küçük lifini bile yakalıyor.”
Leeuwenhoek başını salladı, hâlâ büyülenmiş gibiydi. ”Senin merceğin… bana kendi kumaşımı yeniden tanıttı.”
Şarmaadat bir an düşündü, sonra kumaş topuna baktı. Gözlerini mavi renkli olanına dikti, parmağıyla dokundu. ”Bu kumaş… kuzeyden mi geliyor? Denizlerin ötesinden mi?”
Leeuwenhoek, özlemle gülümsedi. ”Evet, Delft’ten. Soğuk rüzgârların estiği yerlerden. İplikleri ince ama sağlamdır. Dokusunu yapmak saatler sürer.”
Leeuwenhoek sonra gülümseyip eğildi. ”Madem bana böyle bir hazine gösterdin, ben de sana bir hediye borçluyum.” Küçük bir bıçak çıkardı, kumaştan dikkatlice bir elbiselik kesip Şarmaadat’a uzattı. ”Bunu kabul et. “
Şarmaadat, kumaş parçasını ellerinde çevirdi, yüzüne hayranlıkla sürdü. ”Bundan daha değerli hediye olamaz.” dedi.
Şarmaadat, ayrılıp kendi tezgahı başına gitti. Artık aralarındaki bağ ticaretin ötesine geçmişti. Mercek ile kumaş, onların kaderini birbirine bağlamıştı.
25.2. Atölyede Yeni Başlangıç
Akşamüstü, güneşin kızıllığı Giza sokaklarının taşlarına vururken, Şarmaadat satışlarını bitirip pazarın gürültüsünden uzaklaşıp babasının atölyesine döndü. Elinde hâlâ Leeuwenhoek’un verdiği mavi kumaş parçası vardı; ara sıra dokunuyor, parmaklarının altında kayan pürüzsüzlüğü hissediyordu.
Atölyenin kapısını araladığında, içeriden camın ateşle buluştuğu ince bir uğultu geldi. Ocağın ışığı, duvarlarda titrek gölgeler oynatıyordu. Babası Hapu, tunç maşalarıyla kızgın camı çekip inceltirken alnından ter damlıyordu.
“Geldin mi oğlum?” dedi, gözünü işten ayırmadan.
“Geldim baba,” dedi Şarmaadat. ”Pazardaki her şey satıldı. Mercekler de güvende.”
Hapu, şaşkınlıkla başını kaldırdı. ”Hepsi mi satıldı? Bu iyi haber… Peki mercekler?”
Şarmaadat’ın yüzünde gururlu bir gülümseme belirdi. ”Onları çalmaya kalkan bir hırsız vardı ama yakalandı. Yanımda biri vardı, yardım etti. Hem de uzaklardan gelen bir kumaş tüccarı.”
O sırada kapının önünden geçenlere gözü takıldı. Şarmaadat, sokağın gölgesinde Leeuwenhoek’u fark etti. ”İşte o!” diyerek dışarı çıktı ve seslendi: ”Efendim, buraya gelin lütfen!”
Leeuwenhoek durakladı. Genç çocuğun davetini kırmayıp atölyeye girdi. İçeride ateşin sıcaklığı ve cam kokusu yüzüne çarptı.
Şarmaadat heyecanla onları tanıştırdı:
“Baba, bu beyefendi Leeuwenhoek. Pazar yerinde merceklerimizi kurtardı. Olmasaydı hepsi gitmişti.”
Hapu, ağırbaşlı bir şekilde eğildi. ”Oğluma yardım etmişsiniz. Camcı Hapu’nun dostu oldunuz. Size minnettarım.”
Leeuwenhoek başını salladı. ”Ben sadece doğru anda doğru yerdeydim. Ama doğrusu… oğlunuz cesur bir çocuk. Tek başına hırsızı kovalamaktan çekinmedi.”
Kısa bir tanışmadan sonra Hapu, konuya merakla girdi:
“Olimpiyatların açılışında sergilenen teleskobu gördünüz mü? O teleskopta kullanılan merceği oğlumla birlikte yapmıştık.”
Leeuwenhoek’un gözleri parladı. ”Gerçekten mi? Ben o teleskopla Ay’a baktım. Yüzeyindeki dağlar ve gölgeler… hayatımda gördüğüm en büyüleyici şeydi. Göklerin bu kadar yakın olması inanılmazdı.”
Hapu, bu heyecana gülümseyerek karşılık verdi. ”Demek Ay’a baktınız. İşte bu cam parçaları, insanın gözünü yeni dünyalara açıyor.”
Sonra konu değişti. ”Peki, siz de bugün pazarınızı topladınız mı? Kumaşlarınızın satışı nasıl geçti?”
Leeuwenhoek başını eğdi. ”Hepsini sattım. Normalde dönme vaktim geldi… Ama içim dönmek istemiyor. Bu şehir, bu topraklar… beni büyüledi. Kumaş ticareti artık sadece iş gibi geliyor. Burada gördüklerim ise yeni bir hayat gibi.”
Hapu şaşkınlıkla baktı. Bir an düşündü, sonra içinden geçenleri söyledi:
“Ben de aslında uzun zamandır güvenilir, öğrenmeye hevesli bir çırak arıyordum.”
Leeuwenhoek derin bir nefes aldı, gözleri kararlıydı.
“Ben kumaş tüccarıyım, ama gözlerim çok keskindir. Ellerim hassas işlere alışık; sabırlıdır, beceriklidir. Ayrıca çabuk öğrenirim. Bana izin verin… ben de camın sırrını öğreneyim.”
Hapu, onun gözlerindeki samimiyeti gördü. Bir anlık tereddütten sonra başını salladı.
“Peki Leeuwenhoek. Madem istiyorsun, bu atölye sana da açıktır. Bugünden sonra sen sadece bir tüccar değil, camın çırağısın.”
Şarmaadat sevinçle gülümsedi. Leeuwenhoek’un içi ise tarifsiz bir heyecanla doldu. Hayatında ilk kez kumaşın ötesinde bir ufka bakıyordu.
25.3. Mercek Yapımında Ustalaşma
Günler haftalara, haftalar aylara dönüştü. Leeuwenhoek, Hapu’nun atölyesinde gece gündüz çalışıyordu. Cam eritmeyi, kalıplara dökmeyi, taşlarla parlatmayı öğrendi. Elleri yanıklar ve kesiklerle doluydu, ama her başarısız deneme onu daha da hırslandırıyordu. Şarmaadat, ona babasının öğretmediği küçük sırları gösteriyor, Leeuwenhoek ise kumaş tüccarlığından gelen titizliğiyle camları kusursuz hale getiriyordu.
Bir akşam, atölye sessizken, Leeuwenhoek tek başına bir mercek üzerinde çalışıyordu. Camı o kadar ince ve bombeli yapmıştı ki, mum ışığında parlıyordu. Şarmaadat uykulu gözlerle atölyeye geldiğinde, Leeuwenhoek’u merceği bir su damlasına tutarken buldu.
Şarmaadat şaşkınlıkla yaklaştı:
“Ne yapıyorsun Leeuwenhoek?”
Leeuwenhoek gözlerini mercekten ayırmadan cevap verdi:
“Bak, Şarmaadat… bu mercek, kumaşın ipliklerini bile büyütüyor ama eğer biraz değiştirirsem… başka şeyleri de gösterebilir. Sanki minik bir dünya önümde açılıyor.”
Şarmaadat, merceği eline alıp su damlasına tuttu:
“Vay… içindeki küçük baloncukları ve küçük çubukları görüyorum! Bunlar… canlı mı sanki?”
Leeuwenhoek hafifçe gülümsedi:
“İşte bunu anlamak için denemeler yapacağız. Her mercek, gözlerimizin göremediğini gösterecek. Bugün kumaş, yarın belki… suyun içindeki küçük canlılar.”
Şarmaadat merceği döndürerek hayranlıkla izledi.
“Sen bunu gerçekten başaracaksın Leeuwenhoek. Bence sen, dünyanın daha önce hiç görmediği şeyleri göreceksin.”
Leeuwenhoek, mum ışığında parlayan merceğe bakarken içi titredi:
“Evet… belki de bu mercek, benim yeni dünyamın kapısı olacak.”
Ertesi gün, Leeuwenhoek merceğini daha da güçlendirmek için işe koyuldu. Camı daha ince çekiyor, kenarlarını ustalıkla parlatıyor, her defasında daha berrak görüntüler elde ediyordu. Parmakları nasır tutmuştu ama gözlerindeki ışıltı dinmiyordu.
Bir gece, atölye bomboşken, su dolu küçük bir cam kaba eğildi. İçine yağ lambasının isini düşürmüş, ardından da kuyudan aldığı birkaç damla su eklemişti. Yeni yaptığı merceği dikkatle kaba tutarak baktı.
Bir an için hiçbir şey göremedi. Sonra… hareket!
Su damlasının içinde minik, kıvrak canlılar kıpır kıpır dolaşıyordu.
Leeuwenhoek heyecandan ayağa fırladı.
“Onlar… var! Gözle görünmeyen ama yaşayan şeyler var!” diye fısıldadı kendi kendine.
Tam o sırada kapı aralandı, Şarmaadat başını uzattı:
“Leeuwenhoek, hâlâ mı çalışıyorsun? Bu saatte…” Sözünü yarıda kesti. Leeuwenhoek’un titreyen elleriyle tuttuğu merceğe baktı.
“Ne gördün?”
Leeuwenhoek, gözleri ışıl ışıl, ona merceği uzattı:
“Bak. Şu su damlasına bak. İçinde görünmeyen bir dünya var.”
Şarmaadat gözünü merceğe dayadı. Birkaç saniye sonra irkilip geri çekildi:
“Bunlar… küçük balık yavruları gibi hareket ediyor! Ama çok çok küçükler. Böyle bir şey… daha önce hiç görmedim.”
Leeuwenhoek’un sesi neredeyse bir dua gibiydi:
“Belki de Tanrı’nın en küçük yarattıklarına bakıyoruz. İnsan gözünün hiç görmediği, ama var olan canlılara.”
Atölye sessizleşti. Sadece yağ lambasının titrek ışığı ve uzaklardan gelen gece böceklerinin sesi vardı. O an, Leeuwenhoek bir kumaş tüccarı olmaktan çıkıp bilimin yolunu seçmişti. Çünkü artık biliyordu: mikro dünyanın kapısı aralanmıştı.
25.4. Mikropların Sunumu: Bir Devrim
Leeuwenhoek, Şarmaadat ve Leeuwenhoek, keşiflerini bilginler kuruluna sunmak için hazırlandı. Giza’nın Kayıtlar Salonu’nda, mumların titreyen ışıkları altında, bilginler ve kral bir araya geldi. Leeuwenhoek, mikroskobu masanın ortasına yerleştirdi ve bir damla suyu mercek altına koydu.
“Efendim, bilginler, bakın,” dedi Leeuwenhoek. ”Bir damla suda, gözle görülmeyen bir dünya var. Canlılar… belki de hastalıkların, belki de hayatın sırrını taşıyan yaratıklar.”
Kral Karmen, mikroskoba eğildi. Gözleri, su damlasındaki minik varlıkları görünce büyülenmişti. ”Bu… yıldızlardan daha büyük bir dünya!” diye haykırdı. “Bir damla su, evren kadar kalabalık!”
Bilginler arasında bir uğultu yükseldi. Bazıları, ”Bu büyü mü?” diye fısıldarken, bir başkası, ”Hayır, bu bilim! Belki de ateşin, öksürüğün sebebi bunlardır!” dedi. Meritre, toplantıda ayağa kalktı: ”Uzayda Dünya’yı yuvarlak gördüm. Şimdi bir damlada başka bir evren görüyoruz. Bilgimiz, ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, evrenin sırlarını açığa vuruyor.”
Kral, Leeuwenhoek’a döndü. ”Sen bir tüccardın, değil mi? Ama şimdi bize yeni bir dünya gösterdin. Bu keşif, krallığımızı değiştirecek.”
Leeuwenhoek başını eğdi, ama içinden bir ses yükseldi: ”Ben buraya kumaş satmaya gelmiştim, ama asıl kazanç, bu bilginlerin arasına katılmak oldu.”
25.5. Mikroskobun Keşfi ve Hastalığın Sırrı
Sarayın gözlem odasında daha önce göğe çevrili olan teleskoplar köşede tozlanmaktadır. Ortada Leeuwenhoek’un mikroskobu kurulmuştur. Kral Karmen’in gözleri merceğe kilitlenmiş, saatlerdir başını kaldırmamaktadır. Uykusuz, gözleri kızarmış, ama hâlâ mikroskoba eğilmiş durumda. Yanında artık, sarayın en güvenilir şifacıları bulunmaktadır. Masada yağ lambası ışığı, küçük şişeler, kan örnekleri ve Leeuwenhoek’un mikroskobu vardır.
Şifacı Hesy-Ra (kaygıyla): "Efendim, dinlenmediniz. Kalbiniz bu kadar yorgunluğu kaldırmaz."
Kral Karmen (mikroskoptan ayrılmadan): "Dinlenemem! Gözlerimin önünde görünmez bir ordu var. Yıldızları gördüm ama asıl evren bu damlada saklı!"
Şifacı Merit-Ptah (fısıldar): "Eğer dediğiniz doğruysa… bu canlılar hastalıklarımızın sebebi olabilir."
Leeuwenhoek (sakin bir sesle): Bunu anlamanın tek yolu… sağlıklı ve hasta insanların kanını kıyaslamak.
(Bir genç asker çağrılır, kolundan kan alınır. Damla mikroskopa konur. Kral bakar.)
Kral Karmen: "Sakin bir deniz… küçük kırmızı daireler var ama başka hiçbir şey yok."
(Şifacı Peseshet sırayla bakar, onaylar.)
Şifacı Peseshet: "Sağlıklı bedenin kanı, berrak bir ırmak gibi."
(Sonra hasta bir köylü getirilir. Ateşler içinde kıvranan adamın kanından damla alınır. Mikroskopa konur. Kral gözünü dayar, nefesi kesilir.)
Kral Karmen (heyecanla): "İşte burada! Küçük çubuk gibi canlılar, kıpır kıpır oynuyor! Sağlıklı kanda yoklardı… ama bunda var!"
(Şifacılar tek tek mikroskoba bakar, şaşkınlıkla geri çekilirler.)
Şifacı Qar: "Demek ki ateşin, titremenin, öksürüğün sebebi bunlar! Görünmez düşmanlar…"
Şifacı Ir-en-akhty: "O halde teşhis artık gözlerimizle değil, bu mercekle yapılmalı. Hangi hastalıkta hangi yaratık varsa, ona göre ilaç seçilebilir."
(Odaya derin bir sessizlik çöker. Kral gözlerini mikroskoptan ayırmadan mırıldanır.)
Kral Karmen: "Bu… krallığımızı sonsuza dek değiştirecek. Her şifacının elinde bir mikroskop olmalı. Leeuwenhoek, sen yüzlerce, binlerce yapacaksın."
(Leeuwenhoek başını eğer. Dışarıdan sakin, ama içinde fırtına kopmaktadır.)
Leeuwenhoek (iç sesi): "Babam… memleketimde hâlâ hasta. Ben buraya kumaş satmaya gelmiştim ama asıl kazanç bu keşif oldu. Eğer bu sır memleketime ulaşırsa, bizim şifacılar da hastalıkları teşhis edip doğru ilaç verebilecek. Fakat kral bu sırrı tekeline almak istiyor… O yüzden gitmeliyim."
25.6. Yeni Kitap ve Yeni Mektep
Kayıtlar Salonunun yüksek tavanlarında kandil ışıkları titriyordu. Duvarlarda devasa papirüs rafları altında bilginler ve şifacılar toplanmıştı. Kral Karmen tahtında oturuyor. Masanın üzerinde mikroskop ve yanında taze yazılmış bir papirüs duruyordu.
Başbilgin Meritre: "Efendim, bugün yeni bir sayfa açıyoruz. Daha önce göklerin sırrını öğrenmek için “Uçma Sanatı Mektebi”ni kurmuştuk. Şimdi ise gözlerimizden saklanan küçük âlemleri öğrendik."
Şifacı Merit-Ptah (saygıyla eğilerek): "Bu âlemler, yalnızca merak için değil; insanların acılarını dindirmek için de var. Biz şifacılar, mikroskopla hastalığı görebiliyoruz. Artık yanlış ilaç vermeyeceğiz.
Şifacı Hesy-Ra: "Bu yüzden yeni bir mektebin kurulmasını teklif ediyorum: “Hastalık Teşhis ve Tedavi Mektebi.” Burada genç hekimler mikroskopla çalışmayı, kanı incelemeyi, hastalığın sebebini bulmayı öğrenecek."
Bilginler hep bir ağızdan: "Evet, evet!"
Bir kâtip, taze hazırlanmış büyük papirüs rulosunu kaldırdı. Başlığı yüksek sesle okudu.
Kâtip: ”Mikroskopla Hastalıkların Teşhisi ve Tedavisi Kitabı - Giza Kayıtları’na eklenmiştir.”
Büyük papirüs rulosu büyük bir sandığa yerleştirilirdi. Kalabalık derin bir saygıyla eğilirdi.
Kral Karmen (sesinde gururla): "Bugünden sonra her bilgin, her şifacı, bu yeni kitabı okuyacak. Krallığımızın çocukları artık sadece yıldızlara bakmayı değil, bir damla sudaki evreni de öğrenecek."
Kalabalık tezahürat yapar. Leeuwenhoek ise kenarda sessizce durmaktadır. Yüzünde gölge vardır; memleketine dönme kararını içinde tartmaktadır.
25.7. Masanın Üzerindeki Mektup
Sabahın ilk ışıkları taş duvarlardan süzülerek odaya vurduğunda, cam atölyesi sessizdi. Sanki gece boyunca buraya kimse adım atmamış gibiydi. Ama masanın üzerindeki düzen, bir ayrılığın izlerini taşıyordu. Şarmaadat ağır adımlarla içeri girdi. Her zamanki gibi Leeuwenhoek’un ateş başında oturup mercek parlattığını göreceğini ummuştu. Fakat sandalye boştu. Masanın üzerinde ise tek başına duran küçük bir mikroskop ve yanında bir mektup vardı.
Çocuğun yüreği sıkıştı. Ellerini uzatırken parmaklarının titrediğini fark etti. Mektubu aldı, kâğıt hışırtıyla açıldı.
“Sevgili dostlar,” diye başlıyordu satırlar.
“Sizlere yeni bir dünya gösterdim. Ama kendi ülkemin insanları da bu bilgiden mahrum kalmamalı. Babamın hastalığı bana bunu hatırlattı. Burada öğrendiklerimi memleketime götürmeliyim. Merakınız, sabrınız ve sevginiz için teşekkür ederim. Bu mikroskop size kalıyor. İçine baktığınızda, dünyanın ne kadar büyük olduğunu hatırlayın.
Leeuwenhoek”
Şarmaadat satırları bitirdiğinde gözleri bulanmıştı. Odaya derin bir sessizlik çökmüştü; sanki mektup okunur okunmaz zaman bir anlığına durmuştu. Mikroskop masada onu bekliyordu.
Çocuk ağır ağır eğildi. Gözünü merceğe dayadı. İçeride devinip duran saydam şekiller, kıpır kıpır çubuklar ve hiç görmediği canlılıklarla dolu bir başka evren açıldı önünde. Dudakları aralandı, nefesi kesildi.
“Gitmiş…” diye fısıldadı. ”Ama ardında bir kapı bırakmış. Ve o kapıdan biz geçeceğiz.”
Leeuwenhoek’un ilk mikroskobu, basit ama inanılmaz bir keşif aracıydı: tek bir mercek ile yaklaşık 200-300 kat büyütebiliyordu. Bir damla sudaki minik varlıkları, ipliklerin en ince liflerini bile görünür kılıyordu. Şarmaadat her gözlemde hayranlıkla Leeuwenhoek’un merceğine bakıyor, onun sabrını ve titizliğini öğreniyordu.
Günler, haftalar ve aylar boyunca atölyede geçen denemelerden sonra, Şarmaadat artık kendi merceklerini ustaca şekillendirebiliyordu. Babası Hapu’nun öğretileri ve Leeuwenhoek’un gözlemleri birleşmişti. Sonunda, tek bir mercekle sınırlı büyütmeyi aşmayı başardı: bin kat büyütebilen çok mercekli bir sistem geliştirdi.
İlk kez masanın üzerine damla damla su koydu ve merceklere baktı. Küçük su damlaları, önünde devasa, kıpır kıpır bir mikro dünya olarak açıldı. Her hareket, her çubuk, her küçük canlı detaylı, canlı ve anlaşılır bir biçimde görünüyordu. Artık insan kanındaki mikroplar, hastalıkların kaynağı gözler önündeydi.
Sadece bir mercekle aralanan mikro dünyanın penceresi, artık 1000 kat büyüten çok mercekli mikroskobuyla açıldığında tüm sırlarını açığa çıkarıyordu. Leeuwenhoek’un bıraktığı miras, Şarmaadat’ın ellerinde yeni bir çağa kapı aralıyordu.
...
25.8. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: "Nil-7, bu hikayede insanlar su damlalarına bakınca neler görüyorlar?"
Nil-7: "Sahara, bak, Leeuwenhoek ve Şarmaadat bir damla suyu merceğe koyduklarında, gözle göremediğimiz bir dünya açılıyor. İçinde minik canlılar, küçük çubuklar ve sürekli hareket eden varlıklar varmış. İnsan gözü bunları tek başına göremez."
Sahara: "Yani bu canlılar gerçekten var mıydı, yoksa hayal miydi?"
Nil-7: "Gerçekler, Sahara. O canlılar mikroskobun yardımıyla gözle görülüyordu. İlk defa insanlar, gözle görünmeyen mikropları ve suyun içindeki minik dünyaları keşfetmiş oldular."
Sahara: "Peki, Leeuwenhoek’un merceği neden bu kadar önemliydi?"
Nil-7: "Çünkü o mercekler sıradan değildi. Başta Leeuwenhoek’un merceği 200-300 kat büyütüyordu, Şarmaadat ise çok mercekli sistemiyle 1000 kat büyütmeyi başardı. Böylece mikroplar, ipliklerin en ince lifleri, suyun içindeki canlılar; yani gözle görülmeyen her şey, artık net şekilde gözlemlenebiliyordu."
Sahara: "İnsanlar bu keşifle ne yapabiliyorlardı?"
Nil-7: "Artık hastalıkların kaynağını görebiliyorlar, yanlış ilaç vermekten kaçınabiliyorlar. Mikro dünyayı anlamak, insan sağlığı için devrim niteliğinde bir adım olmuştu."
Sahara: "Nil-7, bu keşif insanlara sadece hastalıkları göstermekle kalmadı mı?"
Nil-7: "Hayır, Sahara. İnsan gözüyle görünmeyen her şeyin de bir dünyası olduğunu gösterdi. Kumaşın en ince ipliği, suyun içindeki canlılar, hatta bir damla su bile küçük bir evren gibi açıldı önlerine. Bilim artık çok küçük şeyleri de araştırabilecekti."
Sahara: "Yani bu küçük mercek, aslında çok büyük bir kapı açmış oldu…"
Nil-7: "Kesinlikle. Küçük bir mercek, insanların bilgisi ve merakıyla birleşince, mikro evrenin kapıları aralanıyor. İnsanlık artık görünmeyeni görebiliyor ve anlamaya başlıyordu."
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.