Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
32. Bölüm

24: Kıskanılan Bereket: Savaş Davulları (M.Ö.4969)

56 Okuyucu
1 Beğeni
0 Yorum
Bölüm 24: Kıskanılan Bereket: Savaş Davulları (M.Ö.4969)

24.1. Tehdit ve Yükseliş

Yıllar, Nil’in suları gibi akıp geçti; bereket, toprakları altın bir örtüyle sardı. Khaalid, Batı Nil Komutanı olarak krallığın direği haline gelmişti. Kanallar, setler ve kralın fermanları sayesinde köyler çoğalmış, Paylaşım Ambarları taşmış, halkın duaları Nil’in ruhuna yükselmişti. Ancak bolluk, her zaman huzur getirmezdi. Uzak diyarlardan gelen casuslar, bereketli tarlaları gözetliyor; fısıltılar, rüzgârla yayılıyordu. Komşu kabileler bu zenginliğe göz dikmişti. Onlar, çölün sert çocuklarıydı. MÖ 5000’in vahşi çağında, eski Mısır Kemet henüz birleşik bir imparatorluk değildi; küçük krallıklar ve göçebe topluluklar, Nil’in bereketini kıskanıyordu.

Güneyde, Nubia’nın siyah topraklı vadilerinde yaşayan Ta-Seti halkı; sert savaşçıları ve usta okçularıyla bilinen “Yay Ülkesi”, Nil’in bolluğunu duyunca huzursuzlandı. Sahra’dan göç eden batıdaki Libyalı göçebe klanlar ve doğuda Sina’nın tozlu tepelerindeki çoban toplulukları, bu bereketten pay almak istiyordu. Nubialılar, Nil’in güney kollarının geçtiği vadilerde güçlerini koruyor, altın madenleri ve ticaret yollarını denetliyorlardı; Libyalılar, batı çöllerinden sızarak köyleri taciz ediyordu. Bu çağda krallıklar kırılgandı, ama kıskançlık evrenseldi; bereket, savaş davullarını çaldırıyordu.

Bir akşam, Khaalid sarayın yüksek kulesinde durmuş, ufka bakıyordu. Güneş, batı çölünü kızıl bir yangın gibi sararken, sadık yardımcısı Harun yanına yaklaştı; yüzü, endişe çizgileriyle doluydu.

Harun, sesini alçaltarak konuştu:
"Komutanım, güneyden haberler geldi. Nubia kabileleri, Ta-Seti’nin savaşçıları, elçiler göndermiş. Bereketimizin adaletsiz olduğunu söylüyorlar; kanallarınızın ve setlerinizin Nil’in lütfunu sadece bize yönelttiğini iddia ediyorlar. Haraç talep ediyorlar, yoksa akın planlıyorlar. Batıdan Libyalılar da hareketlenmiş; at ve eşekleriyle sınır köylerini gözetliyorlar."

Khaalid, yumruğunu sıktı; gözleri, çelik gibi parladı. Bir an sessiz kaldı, sonra gülümsedi ve Harun’a döndü. Sesi, sakin ama keskin bir bıçak gibiydi:
"Harun, küçükken dedemin anlattığı bir masalı sana anlatayım:
Dere kenarında, suyun akıntısına göre yukarıda kurt, aşağıda kuzu su içmektedir. Kurt, suyu bulandırır, ama kuzuya döner ve hırlayarak, ‘Bana bak! Neden suyumu bulandırıyorsun?’ diye iftira atar. Kuzu, sakin ama kararlı cevap verir: ‘Bay kurt! Tanrı’dan kork, benim bulandırdığım su sana doğru gelmez ki, aşağıya akar. Kaldı ki suyu bulandıran sensin ve senin bulandırdığın su bana doğru geliyor.’ Kurt, gözlerini kısar ve hırlar: ‘Yani şimdi ben seni yiyeceğim, ama en azından bir bahanem olsun istedim.’ Tam kuzuya hamle yapacakken, bir çoban çıkagelir. Okunu çeker, kurdu tam alnının çatından mıhlar. Çakallar, neye uğradıklarını şaşırmış, çil yavrusu gibi dört bir yana dağılır."

Khaalid, durdu; gözleri, ufuktaki kızıl çöldeki gölgelere kilitlendi.
"Biz, Nil’in aşağısındaki kuzuyuz, Harun. Bereketimiz, Nil’in lütfuyla bizim; ama yukarıdaki kabileler, Nubialılar ve Libyalılar, kurt gibi sahte bahanelerle haraç istiyor. Kanallarımız adaletsizmiş! Sanki Nil’in ruhunu biz zincirledik. Onlar, kendi kıskançlıklarının bulanık suyunu bize içirmeye çalışıyor. Ama unutmasınlar, bizde de bir çoban var. (Kralımız var) Onlar kurt, köylülerimiz kuzu olabilir, ama bu çoban (Kralımız ve ben, kendi savaşçılarımızla) düşmanı alnından vurmasını iyi biliriz."
Harun, başını salladı; Khaalid’in sözleri, yüreğine ateş gibi düştü. "Komutanım, ne yapalım?"

"Bereketimizi korumak, onu elde etmekten daha zordu demiştim. Bu bolluk, sadece toprağı değil, düşmanları da çoğaltır. Ama Nil bizimdir. Nil'in ruhu, ritmini bilenlere sadıktır. Haraç isteyenler, Kral'ın gazabıyla karşılaşır."

24.2. SAVAŞ VE SAVUNMA PLANLARI

O gece, Khaalid kralın huzuruna çıktı. Sarayın meşaleleri, taş duvarlardaki kraliyet figürlerini, basit sembolleri ve ikonografik işaretleri aydınlatıyordu; hava, tütsü ve gerilim kokuyordu. Kral, tahtında oturmuş, yüzü derin düşüncelerle gölgelenmişti.

Khaalid, diz çökerek konuştu:
"Toprakların koruyucu, Nil'in seçilmişi, Kemet'in Rehberi, Yüce Efendim. Nil'in ruhunun bize bahşettiği bereketimiz karanlık kalplere kıskançlık tohumları ekti. Nubia’dan ve Libya çöllerinden tehditler yükseliyor. Ta-Seti kabileleri, haraç talep ederek güney vadilerinden akın edebilir; Libyalılar, batı sınırlarımızı taciz ediyor.

İzin verin, orduları toplayayım. Savunma hatları kurayım. Kanallarımızı, setlerimizi ve hendeklerimizi kalkan yapayım. Ayrıca, krallığımızı korumak için yerel savaşçıları disiplinle birleştiren bir ordu düzeni sistemi kurayım: Köylerden 20-40 yaş arası gençleri zorunlu olarak eğitime çağırayım, gönüllülerle birlikte onları usta savaşçılara dönüştüreyim.

Vahşi atları ve çölün hür develerini evcilleştireyim. Onları sadece yük taşıcı değil, savaşın kanatları yapayım. Yetiştirdiğim biniciler mızrak ve yayla, düşmanın üzerine fırtına gibi insin.

Dahası, Nil’in kıyılarında ve stratejik noktalarda çamur tuğla ve taştan tahkimatlar, nehir geçişlerini ve sınır köylerini korumak için sade ama etkili kaleler inşa edeyim. Bu kaleler, hem askeri üs hem de tahıl depoları olarak hizmet etsin. Hem bu kalelere sığınan köylüler, canını düşman saldırısından korusun.

Dar geçitlere yuvarlanan kaya tuzakları, kendiliğinden fırlayan sivri kazıklı tuzaklar, yağ döküp ateşleyip düşmanı yakan tuzaklar ve timsahlarımızın ziyafet çekebilecekleri tek hamlede yıkılan köprüler inşa edeyim. Ateş tuzaklarımız onları yakarken, köprü tuzaklarımız düşmanı boğsun."

Kral, sakalını sıvazlayarak cevap verdi; sesi, antik bir kehanet gibiydi:
"Khaalid, sen devesiyle gezen leoparın koruduğu bir çocukken, köyünün şefi oldun. Sonra haydutların korkulu rüyası oldun. Köylülerin adalet timsali kahramanı oldun. Batı Nil’in efendisi oldun. Sonra benim en yakın danışmanım oldun. Bugün aldığımız bu tehditler, senin devam eden yükselişinin son sınavıdır. Binekli savaşçıları, disiplinle birleştiren ordu düzeni sistemini, kale inşasını ve tuzak tahkimatlarını onaylıyorum. Gençleri topla, onları disiplinle eğit; köylülerin ve mahkumların iş gücüyle taş ve çamur tuğladan kaleler yükselt. Ustaların maharetiyle tuzaklar kur. Eğer başarırsan, sen bundan sonra Tüm Nil Komutanı olacaksın. Krallığın en yüksek askeri mertebesi, vezirlikten bir adım öte, tahtın sağ kolu olacaksın. Ama başarısız olursan... Nil’in ruhu bilir."

Khaalid başını eğdi, kararlılığı bir yemin gibiydi:
"Yüce hükümdar, Nil’in bereketi için canımı veririm. Düşmanlar gelecekse, oklarımızla deler ve baltalarımızla ezeriz."

24.3. Develer Evcilleştiriliyor

Khaalid, kumların ufkunda kaybolan deve sürüsünü uzun süre izledi. Develerin yürüyüşü, çocukluğundan beri en yakın dostluğunu hissettiği devesi Sahara Bahara’nın çevikliğini ve dayanıklılığını hatırlıyordu.
“Bu hayvanlar…” dedi kendi kendine, “çölün sessiz askerleri olabilir.”
Komutanlık otağına döndüğünde emir subaylarına seslendi:
“Yabani deve sürülerini bulun. Zarar vermeden yakalayın. Yavrularını ayırıp ilgi ve sevgiyle besleyin. Böylece onları evcilleştirmiş olursunuz. Onlar bizim ticaret yollarımız, savaş arabalarımız ve yaşam bağımız olacak.”

Böylece, çölde ilk büyük deve evcilleştirme seferberliği başladı. Ve herkes biliyordu ki bu fikir, bir çocuk ile yavru bir devenin dostluğundan doğmuştu.

24.4. ASKER TOPLAMA VE ASKERİ EĞİTİM

Kralın onayıyla Khaalid harekete geçti. Davullar bütün köyleri dolaştı; ritimleri, antik bir çağrı gibi gökleri yardı. Her meydanda aynı cümle yankılandı: “20-40 yaş arası gençler, krallığın emriyle eğitim alanına gelsin! Gönüllüler ve zorunlu çağrılanlar, Nil’in bereketini korumak için silahlanacak!” Köylerdeki aileler, gençlerini gönderdi; bazıları gönüllü, bazıları zorunlu olarak sarayın yakınındaki geniş ovalara toplandı. Khaalid, onları disiplinli bir orduya dönüştürmek için haftalarca süren yoğun bir eğitim başlattı.

Eğitim alanı, toz ve ter kokusuyla doluydu. Gençler, sabahın erken saatlerinde toplanıyor; okçuluk talimleri yapıyor, yaylarını gererek hedefleri vurmayı öğreniyordu. Balta atma ve mızrak fırlatma derslerinde, silahlar havada süzülüyor; ata binme eğitimlerinde, eşekler ve Nil kıyılarından getirilen atlarla ve çölden getirilip evcilleştirilen develerle manevra kabiliyetleri geliştiriliyordu. Yakın dövüş talimlerinde, kalkan ve kılıçlarla birbirlerine karşı duruyor, hamle ve savunma teknikleri ezberliyorlardı. Aldıkları derslerden sonra sınava alınıyor ve başarı puanı veriliyordu.

Khaalid, disiplin ve taktik strateji dersleri veriyordu: “Savaş, sadece güç değil, zeka işidir. Pusular kurun, safları bozmayın!” diyordu.
Gençler, ter içinde ama gözleri parıldayarak dinliyordu.
"Sizi başarılarınıza göre birbirinize bağlıyorum ki ayrılmayın. Beş acemi bir abiye, beş abi bir amcaya, beş amca bir beye bağlı olacak. Her bey, bana... krallığın komutanına bağlı olacak."

Khaalid, eğitim alanında yürürken, gençlerin sıralandığı saflara bakarak konuşmaya devam etti:
"Her acemi, başarısına göre bir gün bir abi olabilir. Her abi, gösterdiği kahramanlığa göre bir amcaya dönüşür. Ve amcalar, beylerin emrinde savaşır. Bu rütbeler, sadece isim değil; sorumluluk, cesaret ve sadakattir."

Khaalid, elini havaya kaldırarak parmaklarını gösterdi.
"Her abi, bağlı olduğu beş acemiyi kendi parmakları gibi koruyacak" dedi. “Başparmak gibi yön verecek, işaret parmağı gibi yol gösterecek, orta parmak gibi dik duracak, yüzük parmağı gibi bağlanacak, serçe parmak gibi en zayıfı bile kollayacak. Bir elin beş parmağı nasıl bir bütünse, siz de öyle olacaksınız. Ayrı ayrı güçlü değil, birlikte anlamlı.”

Khaalid’in sesi, Nil’in sularında yankılandı.
"Bu toprakları koruyacak olan sizsiniz. Kaslarınız sertleşecek, gözleriniz keskinleşecek. Ama en önemlisi, kalbiniz adaletle dolacak."

Böylelikle ilk basit rütbe sistemi getirildi. Acemi gençler, başarılarına göre Acemi, Abi, Amca, Bey rütbelerine yükseliyordu. 5 acemi 1 abiye, 5 abi 1 amcaya, 5 amca 1 beye bağlıydı. Bütün beylerde komutana bağlıydı. Kısa sürede, bu acemiler usta savaşçılara dönüştü; komutanın dediği gibi kasları sertleşmiş, gözleri keskinleşmişti.

24.5. KALE İNŞAATLARI

Eğitim devam ederken, Khaalid kale inşaatlarına da başladı. Nil’in güney ve batı kıyılarında, stratejik noktalarda, nehir geçişlerinde ve sınır köylerinde basit kaleler yükselmeye başladı. Çamur tuğla, taş ve ahşap kullanarak inşa edilen bu tahkimatlar, yüksek duvarlar ve gözetleme kuleleriyle donatıldı. Kaleler, sadece askeri üs olarak değil, aynı zamanda tahıl depoları ve vergi merkezleri olarak tasarlandı; içlerinde okçular için rampalar ve mızraklı birlikler için barınaklar, köylüler için sığınaklar vardı. İşçiler, kanal kenarlarından ve taş ocaklarından getirilen malzemelerle çalıştı; Kral Kwakwu, inşaatı denetleyerek düşman casuslarına karşı önlem aldı.

24.6. TUZAKLAR

MÖ 4965’in bereketli ama tehditle gölgelenmiş çağında, Khaalid, Batı Nil Komutanı olarak krallığın kalkanıydı. Nubia’nın Ta-Seti savaşçıları güneyden, Libyalı göçebe klanlar batıdan gözlerini Nil’in altın tarlalarına dikmişti. Khaalid, düşmanların hırsını kırmak için sıradan bir savaşın ötesine geçmeye kararlıydı. Haydutların mağaralarında gizlenen tuzakların bilgeliğini, krallığın savunmasına dönüştürecekti. Bir sabah, güneş Nil’in sularını gümüş bir ayna gibi parlatırken, Khaalid, sadık yardımcısı Harun'u ve krallığın en usta zanaatkârlarını sarayın gölgeli avlusuna çağırdı. Meşaleler, taş duvarlarda titrek gölgeler oynatıyordu.

Khaalid’in gözleri çelik gibi parlıyordu; sesi, kararlı bir ferman gibi yükseldi:
"Ustalar, haydutların sığınak olarak kullandığı mağaraları didik didik edin. Onların tuzaklarını, kötülüklerini alın; Nil’in bereketini korumak için bize hizmet etsin. Yuvarlanan kayalar, sivri kazıklar, otomatik mızraklar, alev kusan tuzaklar... Hepsini öğrenin, çözün ve yeniden yapın. Düşmanlarımız, kendi hırslarının tuzağına düşsün!"

Ustalar, başlarını eğerek kabul ettiler. Marangozlar, demirciler ve taş ustaları, çölün derinliklerindeki haydut mağaralarına yollandı. Günlerce, tozlu koridorlarda, karanlık dehlizlerde çalıştılar. Halatların gıcırtısını, taşların ağırlığını, gizli mekanizmaların sırrını çözdüler. Mağaraların her köşesi, haydutların ilkel ama ölümcül zekâsını fısıldıyordu. Ustalar, bu tuzakları tersine mühendislikle inceledi; her bir mekanizmayı çözüp, nasıl yapılacağını öğrendi. Geceler boyu, meşale ışığında çizimler yaptılar, halatları test ettiler, ahşap ve taşla denemeler kurdular. Haftalar sonra, ustalar Khaalid’in huzuruna döndü. Sarayın avlusunda, Nil’in serin esintisi taş zemini okşarken, her biri sırayla eserlerini sundu. İlk olarak, gri sakallı bir taş ustası, elinde bir halatla öne çıktı. Yanında, ahşap bir maket üzerinde küçük bir kaya duruyordu.
"Komutanım, bu yuvarlanan kaya tuzağı, haydutların dar geçitlerde kullandığı bir kurnazlık," dedi.

Halatı çekti; maket tepedeki kaya, gürültüyle yuvarlandı ve tahta bir hedefi ezdi.
"Gerçekte, vadilere veya patikalara yerleştirirsek, düşman saflarını dağıtır, at ve eşekleri devirir. Kaos anında okçularımız devreye girer."
Khaalid, başını salladı; gözlerinde bir kıvılcım parladı.
"Güzel, bunu güneydeki dar vadilere, Nubialıların geçtiği patikalara kurun."

Ardından, genç bir marangoz öne çıktı. Elinde bir tahta parçası ve altında gizlenmiş sivri kazıklar vardı.
"Komutanım, bu basınçla çalışan sivri kazık tuzağı," dedi.

Tahtaya bastı; aniden, kamışla örtülü bir kapak çöktü ve keskin kazıklar fırladı.
"Düşman ağırlığıyla bu çukura düştüğünde, kazıklar onları deler. Sığ nehir geçitlerinde veya çöl yollarında mükemmel işler."

Khaalid’in dudaklarında bir gülümseme belirdi.
"Bunu batı çölündeki Libyalıların sızdığı yollara yerleştirin. at, eşek ve adamları yere sersin."

Bir başka usta, demirci, iki kaya arasında gerilmiş bir halat ve bambudan yapılmış bir yay mekanizması gösterdi.
"Komutanım, bu otomatik mızrak ve ok sistemi," dedi.

Halatı kesti; yaylar gerildi ve mızraklar maket bir düşman hattına saplandı.
"Dar geçitlerde veya kale girişlerinde, düşman geçtiğinde oklar yağmur gibi iner."

"Bunu nehir geçişlerine, Nubialıların geldiği vadilere kurun," diye emretti Khaalid. "Okçularımız, bu tuzakla birlikte düşmanı ezsin."
Sonra, yaşlı bir zanaatkâr, elinde zift dolu bir kap ve bir çakmak taşıyla geldi.
"Komutanım, bu yağ ve ateş tuzağı, haydut tuzaklarının en korkutucusu," dedi.

Zift kabını devirdi; çakmak taşıyla bir kıvılcım çaktı. Alevler, maket bir patikayı sardı.
"Düşman bu yoldan geçtiğinde, ateş onları yutar; atlar ve eşekler kaçar, saflar bozulur."

Khaalid, ellerini çırptı.
"Bunu batıdaki ahşap köprülerin yakınına kurun. Libyalılar ateşten korkar; bu, onların cesaretini kırar."

Son olarak, bir marangoz, sahte bir köprü maketi getirdi.
"Komutanım, bu köprü sağlam gibi durur, ama zayıf bağlantılarla yapılmış," dedi.

Makete ağırlık koydu; köprü gürültüyle çöktü, alttaki bir su birikintisine düştü.
"Nil’in timsah dolu sularına böyle bir köprü kurarsak, düşmanlar suya gömülür; timsahlar işi bitirir."

Khaalid, ayağa kalktı; sesi, avluda yankılandı:
"Mükemmel! Bu köprüleri Nubialıların geçtiği sığ nehir kollarına yerleştirin. Timsahlar, bizim doğal muhafızlarımız olsun."

Ustalar, Khaalid’in emirleriyle harekete geçti. Geceler boyu, Nil’in kıyılarında, güney vadilerinde ve batı çöllerinde çalıştılar. Tuzaklar, kamış ve kumla kamufle edildi; düşman casuslarının gözlerinden saklandı. Yuvarlanan kayalar, dar patikalara; sivri kazıklar, sığ geçitlere; otomatik ok sistemleri, kale yakınlarına; ateş tuzakları, ahşap köprülerin yanına; sahte köprüler, timsah dolu sulara yerleştirildi. Kwakwu’nun casus raporlarıyla, her tuzak, düşmanların en olası yollarına göre konumlandırıldı. Eğitim ve inşaat tamamlandığında tehdit gerçeğe dönüştü.

24.7. Nil’in Kıyısında Çarpışma

Güneş, Nil’in sularını gümüş bir zırh gibi parlatırken, sabahın serin esintisi savaş davullarının gürültüsüyle boğuluyordu. Güneyden, Nubia’nın Ta-Seti savaşçıları, siyah derili, altın bilezikli liderleri Shabaka’nın önderliğinde vadiden iniyordu. Mızraklarının uçları, sabah ışığında parıldıyor; kalkanlarının deri yüzeyleri, ritmik adımlarla sallanıyordu. Batıdan, Libyalı göçebe klanlar, toz bulutları içinde çölü aşarak geliyordu; at ve eşeklerin sırtındaki deri çuvallarda mızraklar, yaylar ve kargılar taşınıyordu. Nil’in bereketli tarlaları, düşmanların gölgeleriyle lekeleniyordu; köylüler, korkuyla çamur tuğladan kalelere sığınıyordu.

Khaalid, devesinin üzerinde, ana kalenin yüksek duvarlarının ardında duruyordu. Gözleri, ufuktaki toz bulutlarını tarıyordu; yüzü, çelik gibi kararlıydı. Yeni oluşturduğu düzenli ordusu, disiplinli saflarda mevzilenmişti. Okçular, kale kulelerinde yaylarını germiş; mızraklı birlikler, nehir kıyısındaki setlerde kalkanlarını hazır tutuyordu. Atlı ve develi savaşçılar, vadinin yanlarında gizlenmiş, mızrak ve yaylarını kullanmak için Khaalid’in işaretini bekliyordu. Nil’in suları, sessizce akarken, sanki yaklaşan çarpışmayı izliyordu.

24.8. Savaşın İlk Ateşi

Güneyden gelen Nubialılar, vadinin dar patikasına ulaştığında, Shabaka öne çıktı. İri yapılı, omuzlarında kaplan postu, kollarında altın bilezikler parlıyordu. Elindeki uzun mızrağı havaya kaldırdı; sesi, nehrin gürültüsünü bastırdı:
“Ey Nil’in bereketini çalanlar! Ben Nubia kralı Shabaka'yım! Nil’in ruhu lütfunu sadece size bahşetti sanıyorsunuz. Bu bolluk hepimizin hakkı; haraç verin ya da tarlalarınıza el koyarız!”

Khaalid, atının üzerinde dimdik durdu. Zırhı, sabah güneşinde parlıyordu; sesi, rüzgâr gibi keskin ve soğuktu:
“Ey Nil’in bereketini kıskanan Shabaka, Nil’in lütfunu sadece ritmini bilenlere verir. Kıskançlıkla gelenler, sadece oklarımızla karşılaşır. Haraç değil, barış iste, yoksa geldiğin vadiniz dul ve yetimlerle dolar!”
Shabaka’nın gözleri öfkeyle parladı. Elini indirdi; Nubialı okçular, yaylarını gerdi. Gökyüzü, aniden bir ok yağmuruyla karardı. Oklar, vızıldayarak kale duvarlarına saplandı; bazıları, kalkanlara çarpıp yere düştü. Khaalid’in okçuları, kulelerden karşılık verdi. Ta-Seti’nin usta okçuları, disiplinli ama vahşi bir ritimle atış yaparken, Khaalid’in okçuları, kale rampalarından hedefleri birer birer avladı. Havada uçuşan okların yağmuru andıran gölgeleri, Nil’in sularına yansıyordu.

Batıdan, Libyalılar at ve eşekleriyle hücum etti. Toz bulutları, çölün kızıl kumlarını havaya savuruyordu. Kargıları ve kısa kılıçlarıyla sınır köylerine doğru ilerlediler, ancak Khaalid’in pususu devreye girdi. Gizli okçular, setlerin ardındaki sazlıklardan fırladı; oklar, Libyalıların saflarını delip geçti. Binici düşen at ve eşekler, paniğe kapılıp bağırarak kaçıştı; bazıları, yükleriyle birlikte devrildi. Libyalı bir savaşçı, kargısını savururken, Khaalid’in develi ve atlı birliği yanlardan kuşattı. Kılıçlar, sabah ışığında parlayarak indi; çöldeki kumlar, kanla kızıla boyandı.

24.5. Tuzakların Dansı

Nubialılar, vadinin dar patikasında ilerlerken, Khaalid’in ilk tuzağı devreye girdi. Ustaların haftalarca hazırladığı yuvarlanan kayalar, vadi yamaçlarından gürültüyle aşağı indi. Devasa taşlar, tozu ve çakılı havaya savurarak Ta-Seti saflarını ezdi. Çığlıklar, vadide yankılandı; mızraklı savaşçılar, dağılan safları toparlamaya çalışırken, Khaalid’in okçuları kulelerden yağmur gibi ok yağdırdı. Shabaka, kalkanını kaldırarak haykırdı:
“Safları bozmayın! İleri, Nil’e ulaşacağız!”

Ancak Nubialılar, nehir geçişine vardığında ikinci tuzak devreye girdi. Sığ suların üzerindeki ahşap köprü, sağlam görünüyordu; ama Khaalid’in ustalarının kurnazlığı, sahte bağlantılarla doluydu. Nubialı savaşçılar köprüye adım atar atmaz, tahtalar gıcırdayarak çöktü. Onlarca savaşçı, Nil’in timsah dolu sularına gömüldü. Suyun yüzeyinde köpükler yükseldi; timsahların keskin dişleri, çığlıkları boğdu. Kalan Nubialılar, paniğe kapılarak geri çekilmeye çalıştı, ama Khaalid’in mızraklı birlikleri, setlerden fırlayarak onları kuşattı. Mızraklar, havada süzülerek hedeflerini buldu; kalkanlar, çarpışmaların gürültüsüyle inledi.
Batıda, Libyalılar çöl yolunda ilerlerken, Khaalid’in sivri kazık tuzakları devreye girdi. Kamışlarla gizlenmiş çukurlar, ağırlıkla çöktü; keskin kazıklar, eşekleri ve savaşçıları delip geçti. Çöldeki çığlıklar, rüzgârla taşındı. Libyalı bir lider, kılıcını havaya kaldırarak safları toplamaya çalıştı, ama Khaalid’in ateş tuzağı devreye girdi. Zift dolu kaplar, çakmak taşlarıyla alev aldı; alevler, ahşap köprülerin yakınındaki patikayı sardı. Libyalıların at ve eşekleri, korkuyla kişneyerek ve anırarak kaçıştı; savaşçılar, alevlerin arasında çaresizce çığlık atıyordu. Khaalid’in okçuları, kaosun içinden hedefleri seçti; her ok, bir düşmanı yere serdi.

24.6. Shabaka’nın Son Direnişi

Savaş, gün boyunca sürdü. Nubialılar, sayıca üstünlükleriyle vadide bir kez daha toplandı. Shabaka, kaplan postunu savurarak safların önüne geçti. Mızrağını yere sapladı; sesi, bir fırtına gibi gürledi:
“Ta-Seti’nin ruhu kırılmaz! Nil, bizim de hakkımız!”

Khaalid, devesini ileri sürdü; zırhı, kan ve tozla kaplanmıştı. Kılıcını çekti, gözleri Shabaka’ya kilitlendi:
“Nil, hak edenindir, Shabaka. Kıskançlıkla değil, adaletle alınır!”

İki lider, nehir kıyısında karşı karşıya geldi. Nubialı savaşçılar, mızraklarını yere vurarak ritmik bir savaş narası attı. Khaalid’in birlikleri, kalkanlarını çarparak karşılık verdi. Aniden, Shabaka’nın emriyle Nubialılar son bir hücuma geçti. Mızraklar ve kılıçlar, Nil’in kıyısında çarpıştı; metalin metale sürtünmesi, savaşın vahşi senfonisini oluşturuyordu. Khaalid, devesinin üzerinde safların arasında dans eder gibi hareket etti; baltası, her hamlede bir düşmanı yere serdi. Ancak Nubialılar, kolay pes etmiyordu. Bir grup Ta-Seti okçusu, sazlıkların arasından fırladı; okları, Khaalid’in birliğini tehdit etti. Khaalid, hızlı bir emirle okçularını yeniden konumlandırdı; kale kulelerinden yağan oklar, sazlıklardaki düşmanları avladı.

Batıda, Libyalılar son bir çabayla çöl yolunu zorladı. Ancak Khaalid’in otomatik ok tuzakları, dar geçitlerde devreye girdi. Halatlar kesildi; bambu yaylar, mızrakları ve okları havaya fırlattı. Libyalılar, bu beklenmedik yağmur altında dağıldı. Kalanlar, Khaalid’in atlı ve develi birliklerinin hücumuyla ezildi. Çöldeki toz, kan ve ter kokusuyla ağırlaştı.

24.7. Zaferin Gölgesi

Gün batarken, savaş alanı sessizleşti. Nil’in suları, kanla kızıla boyanmıştı; timsahlar, köprüde çökenlerin kalıntılarını kapışıyordu. Vadideki kayalar, Nubialıların kırılmış mızraklarıyla doluydu; çöldeki alevler, Libyalıların terk ettiği eşekleri yutmuştu. Shabaka, yaralı halde, bir kayanın dibinde diz çökmüştü. Altın bilezikleri, kanla lekelenmişti; mızrağı, elinden düşmüştü. Khaalid, atından inerek ona yaklaştı. Sesinde ne öfke ne de kibir vardı; sadece bir komutanın sakin kararlılığı:
“Shabaka, bereketimiz adildir. Nil, ritmini bilenlere verir. Barış iste; ticaret yolları açalım. Ama bir daha haraç dillersen, bu vadi senin mezarın olur.”

Shabaka, başını kaldırdı; gözlerinde yenilginin ağırlığı, ama aynı zamanda bir saygı parıltısı vardı:
“Sen… Nil’in ruhusun. Barış istiyoruz. Haraç değil, ittifak. Tarlalarınız, adaletle kazanılmış.”

Khaalid, kılıcını kınına soktu. ”Geri dön, Nubia’ya anlat: Bereketimizi ticaretle paylaşırız, ama çalmaya kalkanı ezeriz. Esirlerinizi serbest bırakırım, ama altınlarınız ve sığırlarınız artık bizim.”

Savaş alanı, zafer naralarıyla inledi. Khaalid’in birlikleri, kalkanlarını gökyüzüne kaldırdı; okçular, yaylarını havaya savurdu. Nil’in suları, sanki bu zaferi kutlarcasına dalgalandı. Ancak Khaalid’in gözleri, ufuktaki gölgelere kaydı. Bilirdi ki, bu zafer sadece bir başlangıçtı; Nil’in bereketi, yeni fırtınaları çağırırdı.

24.8. Yükselişin Tacı ve Ebedi Muhafız

Güneş, sarayın bahçesini altın bir ışıkla sarmıştı; Nil’in serin esintisi, palmiye dallarını usulca sallıyordu. Zafer haberleri, krallığın dört bir yanına yayılmış; köylerden, tarlalardan ve nehir kıyılarından halk, sarayın geniş avlusuna akın etmişti. Çamur tuğladan duvarlar, meşalelerin titrek ışıklarıyla parlıyor; taş sütunlardaki kraliyet sembolleri, zaferin görkemini yansıtıyordu. Hava, tütsü, ter ve coşku kokuyordu. Davullar, ritmik bir coşkuyla gökleri inletiyor; kaval ve arp sesleri, kalabalığın naralarıyla birleşiyordu. Çocuklar, annelerinin eteklerine tutunarak bağırıyor; yaşlılar, bastonlarını yere vurarak zaferi kutluyordu. Kadınlar, ellerinde lotus çiçekleri ve papirüs dallarıyla dans ediyor; genç savaşçılar, kalkanlarını gökyüzüne kaldırarak Khaalid’in adını haykırıyordu.

Sarayın yüksek taş platformunda, Kral, altın işlemeli tahtında oturuyordu. Yüzü, hem gurur hem de ağır bir sorumluluğun gölgesiyle doluydu. Yanında, Khaalid’in karısı Ayla duruyordu; uzun, siyah saçları omuzlarına dökülüyor, gözleri sevgi ve gururla parlıyordu. Ayla, sade ama zarif keten elbisesiyle, Khaalid’in en büyük desteğiydi. Elbisesinin kenarındaki mavi boncuklar, Nil’in sularını anımsatıyordu; boynundaki papirüs kolyesi, krallığın bereketine bir övgüydü. Khaalid, platformun önünde, zırhı toz ve kanla lekelenmiş, ama başı dimdik duruyordu. Halk, onun adını bir dalga gibi haykırıyordu: “Khaalid! Nil’in Kalkanı! Khaalid!”
Kral, elini kaldırdı; kalabalık bir an sustu, sadece davulların yankısı havada asılı kaldı. Sesi, antik bir kehanet gibi gürledi:
“Khaalid, sen bir köyün şefiydin; haydutların korkusu oldun. Köylülerin adalet timsali, Batı Nil’in efendisi oldun. Bugün, Nubia’nın Ta-Seti savaşçılarını ve Libyalı göçebe klanları, tuzakların ve disiplinli ordunla ezdin. Bereketimizi korudun; Nil’in ruhu, seninle gurur duyuyor. Artık sen, Tüm Nil’in Yüce Komutanı’sın! Vezirlikten bir adım öte, tahtın kalkanı, krallığımızın ebedi muhafızı!”

Halk, bir volkan gibi patladı. Alkışlar, naralar ve çocuklarının sevinç çığlıkları, sarayın taş duvarlarında yankılandı. Kadınlar, lotus çiçeklerini havaya savurdu; çiçekler, rüzgârla dans ederek yere süzüldü. Genç savaşçılar, kılıçlarını ve mızraklarını havaya kaldırdı; metalin parıltısı, güneş ışığında göz kamaştırıyordu. Bir grup köylü, ellerinde hasat sepetleriyle öne çıktı; buğday başakları ve hurma dalları, Khaalid’e bereketin sembolü olarak sunuldu.

Ayla, Khaalid’in yanına yaklaştı. Elini, onun zırhlı koluna usulca koydu; gözlerinde, hem bir eşin sevgisi hem de bir yoldaşın kararlılığı vardı. Sessizce fısıldadı:
“Sen, Nil’in ritmini duyan adamsın, Khaalid. Bu zafer, sadece senin değil, hepimizin. Ama bil ki, ben her fırtınada seninle olacağım.”

Khaalid, karısına döndü; sert bakışları, bir an için yumuşadı. Ayla’nın elini sıktı, başını hafifçe eğdi. ”Ayla, sen benim bereketimsin. Nil’in ruhu, seninle de konuşuyor.”

Kral, platformdan inerek Khaalid’e yaklaştı. Elinde, Nil’in mavi taşlarından işlenmiş bir kolye vardı; ortasında, bir şahin figürü, krallığın gücünü simgeliyordu. Kolyeyi Khaalid’in boynuna taktı; kalabalık, yeniden coşkuyla haykırdı. Kral, sesini yükseltti:
“Bu kolye, Tüm Nil’in Yüce Komutanı’nın nişanıdır. Khaalid, senin beşli ordu düzenin, kalelerin ve tuzakların, krallığımızı birleştirdi. Ama bil ki, bu zafer, yeni fırtınaların habercisi olabilir.”

Khaalid, başını eğdi; sesi, kararlı bir yemin gibiydi:
“Yüce hükümdar, Nil’in bereketi için canımı veririm. Fırtınalar gelse de, biz hazır olacağız.”

Tam o anda, kalabalığın arasından yaşlı bir ozan öne çıktı. Beyaz sakalları, rüzgârda dalgalanıyor; elinde, sazdan yapılmış bir arp vardı. Halk, saygıyla sustu; ozan, telleri tıngırdatarak bir zafer şarkısı söylemeye başladı. Sesi, Nil’in akıntısı gibi berrak, ama bir fırtına gibi güçlüydü:

Zafer Şarkısı: Nil’in Kalkanı
Nil’in suları bereketle çağlar,
Khaalid’in kılıcı yıldızla parlar.
Vadide taşlar, köprüde kor,
Ta-Seti sustu, duydu zaferin zor!
Kurtlar çölde hırsla yürüdü,
Libya’nın klanı tozda sürüdü.
Timsahlar döndü, su kana bulandı,
Khaalid’in ordusu dimdik dayandı!
Ey Nil’in oğlu, yüce serdar,
Kalbin adalet, ruhun karar.
Bereket bizim, kalkanımız sensin,
Khaalid, ebedi—Nil’in nefesisin!

Şarkı, kalabalığı bir dalga gibi sardı. Kadınlar, ellerini çırparak ritme katıldı; çocuklar, ozanın sözlerini tekrarladı. Davullar, arpa eşlik etti; güneş, batarken sarayın bahçesini kızıl bir ışıkla kucakladı. Khaalid, Ayla’nın elini tutarak halka döndü; gözlerinde, zaferin gururu kadar geleceğin ağırlığı da vardı. Nil’in suları, uzakta usulca akarken, sanki bu destanı sonsuza dek taşıyacağını fısıldıyordu.

...

24.9. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Sahara:
"Neden herkes Khaalid’in adını bağırıyor?"

Nil-7:
"Düşmanlar tarlalarını yakmak istediğinde, Khaalid onları durdurdu. İnsanlar onun adını bağırıyordu çünkü o, Nil’in bereketini, yani ekmeklerini, evlerini korudu. O, halkın umuduydu. o gürültü gökyüzünü titretti! Davullar, çığlıklar, şarkılar… Sanki Nil bile dans ediyordu."

Sahara:
"Nil-7, Ayla neden Khaalid’in elini tuttu?"

Nil-7:
"Khaalid, düşmanlarla savaşırken, Ayla onun yüreğini güçlü tutuyordu. Elini tuttu çünkü ‘Seninleyim’ demek istedi. Biliyor musun, bazen sevgi, bir kılıçtan daha güçlüdür."
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL