SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Kayıtlar Salonu, gün boyu güneşin altın ışığıyla parıldayan taş kubbesiyle krallığın hafızasıydı. İçeride, palmiyeden yapılma raflarda 2000 yıldır tomar tomar yazı, mektup ve parşömen birikmişti. Yazılar yüzyılların sırlarını fısıldar gibiydi.
Bir gün, genç kâtiplerden Meskhenet eski tomarları düzenlerken, basit bir çocuk el yazısına rastladı. Parşömenin köşeleri yanmış, bazı yerleri neme yenik düşmüştü. Ama ortasında, dikkat çekici bir mektup duruyordu:
“Sevgili dostum,
Dün gece garip bir rüya gördüm. Babamın arabasına binmiştik. Atlarımız, dört güçlü siyah at, bizi dağların ötesine taşır gibi gidiyordu. Derken gökyüzü karardı, fırtına çıktı. Atlar bir anda iplerini kopardı, koşup uzaklaştılar.
Ama işte tuhaf olan buydu: Araba, atlar olmadan da gitmeye devam etti. Ne at vardı, ne koşum, ama araba kendi kendine yolları aştı, bayırları geçti. Sanki görünmez atlar arabamızı çekiyor gibiydi. Sonra arabamızın tekerlekleri yerden kesildi. Gökyüzüne yükselmeye başladık. Bulutların üzerinde araba sürdük. Bu rüyanın anlamı nedir sence?”
Meskhenet'in nefesi kesildi, parmakları parşömende titredi. Koşarak Başbilgin Enlil-Hotep'in odasına daldı, sesi heyecandan çatallanarak: "Hocam, bunu görmelisiniz! Bir çocuğun rüyası... Atsız bir araba!"
Yaşlı bilgin, sakalını göğsüne değdirerek mektubu aldı. Gözleri satırlarda gezindi, salonda bir sessizlik çöktü; meşaleler bile fısıldar gibiydi. Yavaşça doğruldu, sesi taş duvarlarda yankılandı: "Bilginlere haber ver. Toplanın. Bu rüya, göğün yeni bir sırrını fısıldıyor. Atsız araba... Kendi kendine giden, bulutlara yükselen bir makine. Beyinlerimizi fırtınaya çevirelim."
Kayıtlar Salonu, kısa sürede bilginlerin telaşlı adımlarıyla doldu. Uzun taş masanın etrafında toplandılar; kimi parşömenler, kil tabletler, kimi volkanik kristaller, bazıları da sadece alev alev yanan gözlerle gelmişti. Enlil-Hotep, mektubu masanın ortasına koydu. "Bu rüya," dedi derin bir sesle, "bir işaret. Doğa, bir çocuğun gözünden bize sesleniyor. Her biriniz, bu 'atsız arabayı' nasıl var edeceğinizi söyleyeceksiniz. Konuşun! En çılgın fikir bile bir tohumdur."
İlk söz alan başkahindi. Rüya deyince onu da çağırmışlardı.
Başkahin Kayafa bastonunu yere vurdu. Yüzünde derin bir ciddiyet vardı
"Bu bir kehanet değil, bir öngörü olabilir! Belki de çocuk, bilinçaltında, atlar olmadan gidebilen bir araç hayal etmiştir. Rüyalar bazen buluşların tohumudur. Belki bir gün, buharla, yağla, belki de gökyüzündeki görünmez kuvvetlerle çalışan makineler yaparız. Atların kaçması, hayvan gücünün sonunun geldiğini, arabanın gitmeye devam etmesi ise yeni bir itici gücün keşfedileceğini anlatır. Bulutlara yükselmek... Bu da belki bu makinelerin bir gün gökyüzünde de seyredeceğine dair bir işarettir. Bu son derece akılcı bir rüya!"
İlk ayağa kalkan, elindeki iki mıknatısı gösteren Nefrakaet oldu:
"Bu itici güç, elektrikte olabilir. Cin kavanozunda biriktirdiğimiz gücü bakır tellerden geçirdiğimizde manyetit taşları hareket ettiriyor. Eğer sürekli elektrik üretmeyi başarırsak manyetit taşlarına bağladığımız tekerlekler dönebilir. Araba kendi kendine gider. Nil'de Afrika bıçak balığı ve elektrikli yayın balığı gibi elektrikli balıkları var. Belki onları bir düzenekle baş ve kuyruklarını tellerle bağlasak manyetit taşlarını hareket ettirip tekerlekleri döndürür! Adına da 'cinat' koyabiliriz!"
Başbilgin Enlil-Hotep, yavaşça yerinden doğrulup. Gözleri Nefrakaet’in bakır tellerine değil, onun heyecanına odaklanır:
“Fikrinin temeli doğru: elektrikli balıklar gerçekten elektrik üretebiliyor. Ama onları tellerle bağlayıp tekerlek döndürmek pek mümkün değil. Ürettikleri enerji çok düşük ve sürekli değil. Ayrıca canlıyı bu şekilde kullanmak hem işe yaramaz hem de etik değil. Asıl yapılması gereken, balıkların elektrik üretme yöntemini taklit eden yapay sistemler geliştirmek. Mesela şeker, yağ veya tuzla çalışan seri bağlı çok sayıda piller gibi. ‘Cinat’ ismi de güzel. Bunları araştırmaya devam edersen başarırsın.”
Tefnut, kaşlarını çatarak itiraz etti:
"Bence buhar motoru! Kaynayan sudan çıkan buhar basıncı inanılmaz güçlü. Bu gücü bir düzenek ile tekerleklere iletirsek arabayı iter. Arabaya bir kazan koyalım, odun, kömür veya petrol gazı ateşiyle suyu kaynatalım. Atsız araba buharla çalışsın. Adına da 'buharat' koyabiliriz!"
Başbilgin, Tefnut’un önerisini dikkatle dinledikten sonra, parşömenine birkaç çizim karalayıp konuşur:
“Buhar motoru fikrin oldukça yerinde. Kaynayan sudan çıkan buhar, gerçekten yüksek basınç üretir ve bu güç mekanik hareketi tetikleyebilir. Kaynayan suyun basıncı deri torbayı şişirir, kazan kapağını zıplayıp hareket ettirir, türbini döndürür veya pistonları itebilir. bu hareketi krank miliyle tekerleklere aktarabiliriz. Dikkat etmen gereken şeyler var: kazan dayanıklı olmalı, borular sızdırmamalı, sistem güvenli çalışmalı. ‘Buharat’ ismi de güzel. Araştırmaya devam et, gerçekten bu yolun sonunda atsız arabayı başarırsın.”
"Kara barut düşünün. O kutu göğe fırladı! Küçük patlama düzenekleri, çıkan gaz tekerlekleri döndürür. Buhar kazanına ihtiyaç olmaz, hafif bir araba olur, barutla itilir. Üretilen baruttan çıkan gaz basıncı vanalarla ileri geri harekete çevirip bu hareketi teker aktaralım. Adına da 'barutat' koyabiliriz!"
Başbilgin, Sekhdukar’ın heyecanla salladığı roketi dikkatle izler, sonra parşömenine spiral bir hazne çizer ve konuşur:
"Barutrat fikrin ilginç. Kara barut gerçekten güçlü gaz basıncı üretir ve bu hareketi düzeneklerle yönlendirip tekerleğe aktarabilirsin. Ama patlama ani ve kontrolü zor. Buhar gibi dengeli değil. Eğer gazı genişleme tankı gibi bir haznede tutup yavaşlatabilirsen, ani patlamayı kontrollü itmeye çevirebilirsin. Tıpkı akciğer gibi: nefes bir anda alınmaz, yönlendirilir. Bu sistemle barutat daha güvenli ve verimli olabilir. Yakıtı pahalı olabilir ama küçük dozlarla düzenli çalıştırabilirsen işe yarar. Araştırmaya devam et, başarırsın.”
Irsu, elinde salladığı yelpazeyi gösterip konuşur:
"Rüzgârın gücünü unutmayın. Yel değirmeni gibi, yelkenli gemiler gibi... Rüzgâr estiğinde gider, katlanabilir yelkenleri olur. Rüzgar dağ tepelerinde, ovalarda güçlü eser. Adına da 'rüzgârat' koyabiliriz!"
Başbilgin, Irsu'nun fikrini dikkatle dinler. Parşömenindeki diğer sayfaya tekerlekli bir yel değirmeni şekli çizer ve konuşur:
“Rüzgâr, yelkenli gemilerde olduğu gibi, doğru açıyla yakalanırsa taşıyıcı olabilir. Katlanabilir yelken fikrin akıllıca; hafif ve çevik olur. Ama rüzgâr her zaman esmez. Dağda güçlüdür, ovada susar. Bu yüzden yönlendirme sistemi ve enerji depolama şart. Türbinle elektriğe çevirip cinat gibi bir motora verirsen, rüzgârat gibi yürüyen bir araç mümkün olur. Fikrini geliştir Irsu. Belki bir gün, havanın hafızasıyla yürüyen ilk araç senin adını taşır.”
Nabu-Ser, mırıldandı:
"Yerin altındaki güç: Jabal Zayt’tan gelen kara sıvıyı damıtalım, gazını metal tüplerde depolayalım. Hava karışımıyla yakalım. Ortaya çıkan yüksek gaz basıncını bir şekilde tekerleklere iletelim. Adına da 'petrolat' koyabiliriz!"
Başbilgin, Nabu-Ser’in mırıldanmasını duyar duymaz parşömenine bir damıtma kulesi çizer. Ardından konuşur:
”Kara sıvı... Yerin hafızası gibi. Damıtıldığında farklı ruhlar çıkar: gaz, sıvı, buhar. Eğer gazı metal tüplerde depolayıp hava ile karıştırırsan, yanma gerçekleşir. Bu yanma yüksek basınç üretir, ve bu basınç pistonları itebilir. Tekerlekler döner. Ama dikkat et Nabu-Ser: bu sıvı güçlüdür ama kirletici. Depolama, sızdırmazlık ve yanma kontrolü şart. Fikrini geliştir. Belki bir gün, yerin hafızasıyla yürüyen ilk araç senin verdiğin 'petrolat' adını taşır.”
Menkharut, kil tablete çizdiği şemayı göstererek:
"Rüya göğe yükselmeyi söylüyor. İnsanlı uçurtma, insanlı balon ve planör hepsi tek kişilik. Kanatlı bir araba ile onlarca kişiyi taşıyabiliriz. Gündüzleri bulutların üzerinde her zaman güneş ışığı olur. Güneş ışığını analarla odaklayıp suyu anlık buhara çevirelim. Güneş enerjili buhar! Buhar basıncı kanatlı arabaya taktığımız yelpazeleri sallayarak itiş gücü oluştursun. İleri doğru hareket ettirsin, planör gibi süzülsün ama kendi gücüyle uçsun. Adına da 'güneşat' koyabiliriz!"
Başbilgin, Menkharut’un kil tabletine uzun uzun bakar, sonra parşömenine bir güneş aynası ve kanatlı buhar haznesi çizer:
“Rüya göğe yükselmeyi söylüyorsa, onu yere zincirlememek gerekir. Güneş ışığını odaklayıp suyu anlık buhara çevirmek fikrin güçlü. Bu, rüzgârın değil, güneşin gücüyle uçmak olur. Fakat aynalar ağırlık yapabilir. Buhar basıncı, yelpazeleri sallayarak itiş gücü oluşturabilir ama dengeyi bozabilir. Ama unutma Menkharut: güneş her zaman görünmez. Bulutlar, gece, gölge... Bu yüzden enerji depolama şart. Ama eğer güneşin yerine kara sıvının gücünü kullanır, bu enerjiyi pervaneye verirsek, planör gibi süzülmekle kalmaz gece bile kendi gücüyle uçar... Fikrini geliştir. Belki bir gün, gökyüzünün kendi gücüyle uçan ilk aracı senin verdiğin 'güneşat' adını taşır.”
Kashureth, masaya eğilip fısıldadı:
"Atsız arabanın altına büyük spiral yay koyalım. Yayı nil nehrinden akan suyun gücüyle dişli bir mekanizmaya bağlayıp kuralım. Yaylı saat gibi, yayı yavaşça serbest bırakırsak tekerlekler dönmeye başlar. Adına da 'yayat' koyabiliriz!"
Başbilgin, spiral çizimini büyütür, Nil boyunca sıralanmış kurma istasyonları ekler:
“Yay, sabrın biriktirdiği güçtür. Nil’in akışıyla kurulan spiral, tekerleği döndürebilir. Ama menzili sınırlıdır. Eğer her 2-3 kilometrede bir kurma istasyonu kurarsan, bu sistem yürüyebilir. Nehir boyunca bir enerji yolu kurulur. Bu artık sadece bir araç değil, suyun ritmiyle yürüyen bir medeniyet olur. Fikrini geliştir Kashureth. Belki bir gün, nehrin akışıyla yürüyen ilk yol senin adını taşır.”
Uruk-Ka, kollarını sıvazlayarak: "Atsız arabanın üzerine kule yapalım. Kule üzerine su deposu koyalım. Su dört tekerleğe bağlı su değirmenine benzer çarkların üzerine dökülür. Suyun ağırlığını ileri itiş amacıyla kullanmış oluruz. Adına da 'suat' koyabiliriz!"
Başbilgin, Uruk-Ka’nın önerisini dinlerken parşömenine bir kule çizer, üzerine su deposu yerleştirir, altına dört çark ekler. Sonra konuşur:
“Su yüksekten dökülürse çarkları döndürür ama yük olur. Kuledeki suyun ağırlığı virajda devrilmeye, frenle savrulmaya neden olabilir. Tekerlek kırılırsa felaket olur. Eğer ağırlığı aşağıda tutar, suyu dengeli dağıtırsan, yürüyüş daha güvenli olur ama gücü azalır. Unutma: bu sistem düz yolda kısa süre yürür, eğimde zorlanır. Fikrini geliştir Uruk-Ka. Belki bir gün, yerçekimiyle yürüyen ilk araç senin adını taşır.”
Salonda kahkahalar, itirazlar ve uğultular yükseldi:
"At yerine balıkları mı bağlayacağız? Nil'deki kurbağaların zıplamasıyla giden araba yapalım. Timsah kuyruğuna da tekerlek bağlayalım."
Enlil-Hotep, bastonunu vurdu:
"Yeter! Her fikir bir tohum. Çılgın da olsa, doğanın sırrını açar. Bu fikirleri birleştirelim: Buhar tekerlekleri döndürsün, petrol gazı itiş sağlasın, elektrik mıknatısları hareket ettirsin, kanatlar göğe kaldırsın, rüzgâr yelkenleri desteklesin, yay gücü biriktirsin. Atsız araba olur... ve bir gün bulutlara da yükselir!"
17.1. Kralın Huzurunda
Ertesi sabah, bilginler sarayın mermer salonunda toplandılar. Tahtın arkasında leopar başlı altın bir kabartma yükseliyordu. Başbilgin Enlil-Hotep, parşömeni kollarının üzerinde taşıyarak öne çıktı:
“Yüce Efendim, rüyanın işaretini dinledik. Bilginlerimizin aklıyla tartıştık. Eğer iznin olursa, atların zincirlerini kıracak bir araba yapabiliriz. Kendi kendine giden, kendi nefesiyle yürüyen bir makine.”
Salondaki herkes susmuştu. Kral, ağır ağır doğruldu. Gözlerinde hem şüphe hem de geleceğin ışığı parlıyordu. Bir süre düşündü, sonra sesini göğün kubbesini dolduracak kadar gür çıkardı:
“Bana atsız bir araba getirin! Atların nefesiyle değil, doğanın kendi ruhuyla yürüyen bir araç. Eğer bunu başarırsanız, krallığımız yolların efendisi, göğün yolcusu olur!”
Sözleri taş duvarlarda yankılandı; sanki zamanın kendisi yeni bir sayfa açtı.
17.2. Atölye Günleri
Kralın emriyle ertesi gün Kayıtlar Salonu’nun avlusu, bir şenlik yerine dönüştü. Demirler dövüldü, ağaç gövdeleri biçildi, parşömenlere çizimler yapıldı. Buhar kazanları dumanlar saçtı, bakır teller parladı, barut fıçılarından sesler yükseldi.
Artık yalnızca bir rüya değil, doğmak üzere olan bir çağ vardı. Ve o çağa ad verecek olan, atsız araba olacaktı.
Atölyenin taş duvarları, sabah güneşiyle altın rengine kesilmişti. Ortalıkta türlü aletlerin tıkırtısı, demirlerin şakırtısı, ahşap tekerleklerin gıcırtısı yankılanıyordu.
Bir köşede Nefrakaet, bakır tellerle uğraşıyor, elindeki manyetik taşları dikkatle sarıyordu. Teller ısınınca eli yanıp ”Ah! Yandım anam!” diye bağırdı. Diğerleri kahkahaya boğuldu.
Karşı tarafta Tefnut, büyük bir kazanı harıl harıl kaynatıyordu. Buhar motoru tıslayarak çalışmaya başlayınca herkes dönüp baktı. Tam umut ışığı doğmuştu ki, bağlantı yerinden bir cıvata fırlayıp Sekhdukar’ın alnına şap diye çarptı. ”Senin kazan değil, top atıyor!” diye homurdandı Sekhdukar.
Sekhdukar bu arada kendi barut motorunu hazırlıyordu. Küçük bir hazneye barutu koydu, sonra fitili yaktı. Güm! Atölye dumanla doldu. Tefnut öksürerek, ”Bir gün hepimizi uçuracaksın, eminim!” dedi. Sekhdukar ise dumanların içinden gülerek çıktı: ”Ama en uzağa ben gideceğim!”
Irsu, büyük kanatlı bir pervaneyi döndürmek için rüzgârın yolunu değiştirmeye çalışıyordu. Meydanda esen rüzgâr, Menkharut’un uçan arabasının kumaş kanatlarını şişirdi. Menkharut sevinçle bağırdı: ”İşte! Benim arabam havalanıyor!” Arabası gerçekten birkaç santim yerden yükseldi, sonra küt diye yere düştü.
Kashureth, yaylı arabasını kurarken homurdanıyordu: ”Sizin dumanınız, aleviniz, kanatlarınız hep baş belası. Benim yayım sessiz, güçlü ve güvenilir olacak!” Ama yayı fazla gerince araba birden fırlayıp atölyenin kapısına çarpıp içeri girdi.
Uruk-Ka ise arabasının üzerine büyük bir su kulesi yapmıştı. Kulenin üzerine çıkardığı depoya yavaş yavaş dolarken herkes sabırsızca onunla dalga geçti: ”Sizinkiler patlar, düşer, bozulur… ama su hep akar. Benim yolum sabırlıların yolu.” diye cevap verdi. Suyun ağırlığıyla su çarklarını hareket ettirmeye çalışıyordu. Ama araba yürümeye başlayınca tekerlek taşa takılıp su kulesi devrildi. Atölyeyi su bastı.
Son olarak Nabu-Ser, içten yanmalı motorunu çalıştırmayı denedi. Küçük pistonlar ritmik bir sesle hareket etmeye başlayınca herkes sustu. İlk defa bir şey düzenli çalışıyor gibiydi. Fakat bir anda metal bir parça fırlayıp Tefnut’un kaynayan kazanını deldi. Buhar patladı, tüm atölye yeniden dumanla kaplandı.
O sırada kapı açıldı, Başbilgin içeri girdi. Ortadaki kargaşayı görünce başını iki yana salladı:
“Bilginlerim… Bu gidişle siz insanı değil, birbirinizi havaya uçuracaksınız.”
17.3. Voltaik Pil İcadı
Atölyenin köşesinde Nefrakaet, günlerdir elindeki kâselere türlü şeyler doldurup duruyordu. Bir gün şekerli suya, ertesi gün zeytinyağına demir, bakır altın, gümüş ve çinko parçaları batırıyordu.
İlk denemelerde hiçbir şey olmadı. Şeker kristalleri sadece eriyip tatlı bir şurup yaptı. Yağ, suyun üzerinde yüzdü. Ama tuzlu suya batırdığı çinko ve bakır parçasına bağladığı telleri diline değdirdiğinde, gözleri parladı. ”Bu... tat değil. Bu, elektrik!”
Başbilgin, gülümseyerek konuştu:
“Eskiden bilginlere mürekkep yalamış derdik. Bu günden sonra elektrik yalamış diyeceğiz.”
Nefrakaet, coşkuyla bağırdı:
“İşte! Elektrik üretmek için elektrikli balıklara gerek kalmadı!”
Günlerce uğraştı. 1000 adet küçük hücreler yaptı, kimini seri, kimini paralel bağladı. Tellerden geçen akım, arabanın tekerleklerine yerleştirdiği manyetit taşlarını hareket ettirmeye başladı. Taşların kutuplarının dönmesi, yavaş yavaş krank miline bağlı bir tekerleği hareket ettirdi.
O an, bilginler arasında sessizlik oldu. Çarka bağlı tekerlek kendi kendine hareket ediyordu!
Fakat elektrik motorunu sürekli döndürmeyi başaramadı. Çözüm arayan Nefrakaet, sonunda arabasının başına bir işçi dikti. İşçi, elindeki kolla sürekli anot ve katot plakalarını değiştiriyor, her değişimde tekerlek bir kez “tak” diye dönüyordu. Avluda gülüşmeler yükseldi.
Nefrakaet, arabanın yanına koştu ve gururla ilan etti:
“Adı Cinat olacak. Çünkü görünmeyen cinler gibi gizli bir kuvvetle döner.”
Ama sevinç uzun sürmedi. 3 km gittikten sonra çinko plaka yavaş yavaş tükeniyor, pilin gücü azalıyor, tekerlek tek tük dönüyordu. Motor bir süre sonra durdu.
Sekhdukar, alayla seslendi:
“Senin araban cin değil, yorulmuş eşek gibi tekme atıyor!”
Nefrakaet ise hiç bozuntuya vermedi, alnındaki teri sildi ve gururla cevap verdi:
“Ama eşek bile bu kadar görünmez güçle yürümez.”
17.4. Kurşun Akünün İcadı
Atölyenin arka rafları. Gece geç saat. Bir kutunun içinde, kurşun plakalar sessizce bekliyor. Yanlarında, dikkatle kapatılmış sülfürik asit şişesi. Ama kapağı tam oturmamış. Şişe, gece boyunca yavaş yavaş sızıyor. Asit, kutunun dibine akıyor. Kurşun plakalar sessizce ıslanıyor.
Ertesi sabah, Nefrakaet atölyeye girer. Gözleri uykusuz, zihni hâlâ Cinat’ın durduğu noktada takılı. Kutunun yanına gelir, plakaları kontrol eder. Sülfürük asitin içinde yüzdüğünü görünce parmaklarıyla uçları birleştirir. Hiçbir şey olmaz.
Nefrakaet: ”Yine sessizlik? Tesadüfle icat bulunur diyenler fazla abartmış.”
Sinirle döner, çırağına seslenir. ”Horemheb! Şu kutuyu temizle. Asit mi dökülmüş ne. Kutunun içini temizlerken dikkat et. Asit tehlikeli biliyorsun.”
Çırak, homurdanarak işe koyulur. Temizlemek yerine, eski voltaik pillerin tellerini kurşun plakaların uçlarına bağlayıp gider. ”Belki bir şey olur,” diye mırıldanır. Ama kimse fark etmez.
Ertesi sabah, Nefrakaet geri döner. Voltaik pillerin tükenmiş olduğunu ve asitin temizlenmemiş olduğunu görünce öfkelenir. ”Kim bağladı bunları? Cinat’ın son nefesini de aldınız!”
Tam telleri sökmek üzereyken, parmakları kurşun plakaların uçlarına dokunur. Bir kıvılcım. Minik ama keskin. Elini geri çeker. Gözleri büyür.
Nefrakaet: ”…Bu… bu elektrik mi?”
Çırak kafasını kaldırır. ”Ben sadece bağladım. Bugün temizleyecektim... kendiliğinden oldu.”
“Her keşif bir planla doğmaz. Her ihtimali denemeden imkansız diye bir şey yoktur.”
17.5. İlk Sarj
Atölyede gece sessizliği hüküm sürüyordu. Nefrakaet, mıknatısları tellerden geçirerek yavaşça hareket ettirdiğinde, tellerin ucundan minik bir cızırtı geldiğini fark etti. Gözleri büyüdü. ”Bu… bu elektrik mi?”
Çırağı Horemheb’e, mıknatısları hareket ettirmesini söyledi. Ama farkında olmadan kabloyu eliyle tutuyordu. Parmak uçları hafifçe karıncalandı, kıvılcımlar gibi küçük bir his yayıldı. Aklına parlak bir fikir geldi:
“Belki de bu kurşun plakaları doldurabilir, bir çeşit akü yapabiliriz.”
Gece boyunca çırağı çalıştı. Nefrakaet, miğfer gibi başına düşen uykusuna rağmen, gözünü kırpmadan mıknatısların hareketini izledi. Her tur, her ileri geri hareket, kurşun plakaların içine görünmez bir enerji işliyordu. Saatler boyunca süren uğraş sonunda, ilk ışıklar atölyeye sızarken, Nefrakaet heyecanla telin ucuna dokundu.
Ve işte o an, kurşun plakalar bir güçle dolmuştu. Tellerden hafif bir hum sesi geliyordu, plakalar adeta uyanmış gibiydi. Nefrakaet, gülümseyerek fısıldadı:
“Sabır ve hareket… İşte kurşun akünün sırrı.”
Çırağı Horemheb'in aklına parlak bir fikir geldi.
"Yokuş aşağı kurşun akü elektrikle dolacak, Aküde dolan elektrikle yokuş yukarı çıkacağız."
Başbilgin gülümseyerek konuşur:
“Yokuş aşağı inen atların karnı doymaz ama atsız arabanın karnı doyuyor.”
Cinat artık sadece mıknatıslarla değil, kendi enerjisini depolayan plakalarla da çalışabilecek, elektrikli araba ilk kez bir adım daha ileriye gitmişti.
17.6. Afrika Olimpiyatları - İlk Teknoloji Fuarı
Bilginler, kendi fikirlerinden doğan atsız arabalarla bir yıl boyunca uğraştılar; uykusuz, ama inançla.
Nil kıyısındaki büyük meydan, bugüne dek yalnızca şarkılara, spor oyunlarına, güreşlere, ok atışlarına, sihirbaz gösterilerine ve uçma yarışlarına şahit olmuştu. Ama bu yıl farklıydı. Kralların kararıyla tarihin ilk 'Kemet Teknoloji Fuarı' düzenlenecekti. Seyirciler sadece kasların değil, aklın da yarışını görecekti. İlk kez icatlar ve buluşlar sergilenecekti.
Güneş, Nil’in yüzeyinde parıldarken, meydan bir tapınağa dönüşmüştü. Sporcular değil, bilginler dizilmişti bu kez. Her biri kendi icadının başında, bir yılın uykusuzluğunu gözlerinde taşıyordu. Meydanın ortasına sekiz büyük platform kuruldu. Her platformda bir bilginin ”atsız arabası” duruyordu. Kashureth’İn spiral yayları, Uruk-Ka’nın su kuleleri, Nefrakaet’in kurşun aküleri, Irsu'nun rüzgâr yelkenleri... Hepsi birer yürüyen fikir, birer sessiz devrimdi.
Borazanlar sustuğunda, halk da sustu. Kralların locasında altın miğferler parladı. Başbilgin Enlil-Hotep, kürsüye çıktı. Bastonunu yere vurdu. Ses, meydanın taşlarında yankılandı.
“Bugün tanık olduklarınız yalnızca araç değil; insan aklının göğe yükselen merdivenidir. İşte karşınızda ATSIZ ARABALAR!”
Halkın arasında bir uğultu yükseldi. Büyük bir alkış tufanı koptu. Kimileri hayranlıkla, kimileri kuşkuyla bakıp mırıldandı:
“At yok, ama araba var. Bu nasıl iştir?”
“Belki de cinler yürütüyor.”
17.7. İlk Büyük Gösteri: Ateş, Buhar ve Rüzgârın Dansı
O gün, Afrika Olimpiyatları’nın geniş meydanı, tarihin tanıklık edeceği bir an için nefesini tutmuştu. Güneş, altın ışıklarıyla pistin taşlarını yakıyor, uzaktaki seyirciler ve krallardan gelen konuklar merakla yerlerini alıyordu. Atölyelerin ötesinde, binlerce göz, tarihin ilk teknoloji fuarının açılışını bekliyordu.
Ve işte sahneye ilk arabalar çıktı:
Cinat, Nefrakaet’in gururlu yaratığı, minik mıknatısların ve asitli kurşun akülerin görünmez gücüyle titreyerek ilerliyordu. Tekerlekleri her “tak” sesiyle yankılandı; seyirciler, elektrikle dans eden bu görünmez cinin hareketini hayranlıkla izledi.
Buharat, Tefnut’un buhar kazanıyla çalışan dev arabası, gövdeden çıkan sıcak buhar bulutlarıyla ilerledi. Duman ve sıcak hava, pistin üstünde bir sis perdesi oluşturdu. Buhar basıncıyla pistonlar çalışıyor, ağır arabayı güçlü ve ritmik adımlarla ileri taşıyordu. Seyirciler, bu güç karşısında nefeslerini tuttu.
Barutat, Sekhdukar’ın cesur denemesi, patlamaların kontrollü şiddetiyle ilerliyordu. Her gaz patlaması, arabayı bir adım daha öne fırlatıyor, pistte kısa ama keskin bir titreşim bırakıyordu. Halkın arasında heyecan fırtınası kopuyordu: “Bu, güç ve cesaretin simgesi!”
Rüzgârat, Irsu’nun yelkenleriyle donanmış arabası, hafif bir esintiyle pistin kenarından süzüldü. Katlanabilir yelkenleri açıldı, rüzgârın kanatlarıyla birlikte arabayı yavaş ama emin adımlarla hareket ettirdi. Seyirciler, rüzgârın oyununu ve arabanın zarif dansını büyülenmiş bir sessizlikle izledi.
Petrolat, Nabu-Ser’in içten yanmalı motorunun gücüyle titredi. Yükselen gaz dumanları arasında motorun derin homurtusu yankılandı. Araba, ilk kez düzenli bir hızla pistte ilerledi; gözler, patlama ve basınçla şekillenen bir geleceğin habercisini izliyordu.
Güneşat, Menkharut’un kanatlı arabası, pistte adeta süzüldü. Güneş ışığını odaklayan aynalar, anlık buhar patlamalarıyla yelpazeleri sallıyor, arabanın göğe doğru kalkıyormuş izlenimi yaratıyordu. Seyirciler, güneşin gücüyle yükselen bu mucizeye hayran kaldı.
Yayat, Kashureth’in spiral yayıyla çalışan arabası, Nil’in akışını taklit eden ritmiyle ilerledi. Tekerlekler yavaş yavaş dönüyor, sabır ve zekânın gücünü herkese gösteriyordu. Araba pistin sonunda zarif bir şekilde durdu, sessiz ama etkileyici bir başarıyla.
Ve son olarak Suat, Uruk-Ka’nın suyun ağırlığını kullanan dev aracı, büyük su deposu pistin en uzak köşesinden görünüyordu. Suyun gücüyle çarklar döndü, ağır gövde yavaş ama emin bir şekilde hareket etti. Arkadan pisti ıslatarak ilerliyordu. Ancak bir anlık dengesizlikle su deposu hafifçe savruldu, küçük bir çarpma sesi yankılandı; seyirciler, gerilimin ve doğanın gücünün birleşimini alkışlarla karşıladı.
Kral ve diğer konuklar ayağa kalktı. Gözler, şaşkınlık ve hayranlıkla doluydu. Tarihin ilk teknoloji fuarı, ateş, buhar, elektrik, rüzgâr ve suyun eşsiz dansıyla başlamıştı. Her araba, bir medeniyetin geleceğini müjdeleyen birer kahraman gibi, kendi yolunda ilerliyordu.
Enlil-Hotep, başını sallayarak fısıldadı:
“İşte… insan aklının gücü. Görünmez kuvvetler, doğanın sırları ve sabırla birleştiğinde, dünya artık eskisi gibi olmayacak.”
O an, tarih sahnesinde ilk kez teknoloji ve hayal bir araya gelmiş, pistteki 8 araba, efsanelere adını kazımıştı.
Kral tahtında oturuyor, gözleri avluda sergilenen arabaların üzerinde geziniyordu. Her biri kendi gücü ve yöntemiyle yürüyordu; kimi dumanlar çıkardı, kimi sessizce tekerleklerini döndürdü, kimi kanatlarını salladı. Saray halkı nefesini tutmuş izliyordu.
Kral parmağını bastona dokundurdu, sesini salonun taş duvarlarında yankılattı:
“Görüyor musunuz, halkım, bilim ve hayal gücünün büyüsünü! Ama bu, sadece bir başlangıç. Önümüzdeki yıl… evet, önümüzdeki yıl istiyorum ki bu arabalar birbirleriyle yarışsın! Hangi güç daha hızlı, hangi icat daha çevik, hangi hayal daha gerçek olacak görelim. Bir yıl hazırlanın, gelin bana gerçek bir yarış gösterin!”
Bilginler başlarını öne eğdi, gözlerinde kararlılık ve heyecan parıldadı. Artık otomobil yarışları için de hazırlık başlayacaktı.
17.7. Kral mı Sürecek?
Kral Karmen, altın işlemeli tahtından kalktı. Leopar başlı kabartmanın gölgesinde durdu, gözleri meydanda gezindi. Bilginler, platformlarının başında ter içinde bekliyordu. Başbilgin Enlil-Hotep, bastonunu yere vurarak sessizliği bozdu:
“Yüce Efendim, atsız arabalar hazır. Doğa, aklın hizmetinde. Ama bu arabalar, sadece bilginlerin değil, krallığımızın hayalini taşıyor. İzin verirseniz, onları sizin için sınayalım.”
Karmen, elini kaldırdı. Sesinde hem merak hem de meydan okuma vardı. ”Sınamak mı? Hayır, Enlil-Hotep. Ben bir Kral'ım, seyirci değil. Bu arabaları bizzat deneyeceğim!”
Meydanda bir uğultu yükseldi. Köylüler fısıldaştı: ”Kral mı sürecek?” Bilginler, şaşkınlık ve panikle birbirine baktı. Nefrakaet, cinatının telleriyle oynarken mırıldandı: ”Umarım akü tükenmez…” Tefnut, buhar kazanını kontrol ederken homurdandı: ”Ya civata yine fırlarsa?”
Karmen, kraliyet pelerinini omuzlarından attı, sade bir tunikle platformlara yürüdü. Altın miğferi hâlâ başında parlıyordu, ama gözlerinde bir çocuğun heyecanı vardı. ”İlk hangi araba?” diye sordu, sesi meydanı doldurdu.
Karmen, sekiz arabayı da denemiş, toz, duman ve suyla kaplanmış halde tahtına döndü. Meydan, alkışlarla çınlıyordu. Bilginler, hem gururlu hem endişeli, bekliyordu. Kral, bastonunu yere vurdu, sesi gökyüzüne yükseldi:
“Bilginlerim, halkım! Bugün gördük ki, atlar olmadan da yollar aşılır, gökler fethedilir! Her araba, bir hayalin parçası. Cinat cızırdadı, Buharat duman saçtı, Barutat sıçradı, Rüzgârat dans etti, Petrolat homurdadı, Güneşat ışıldadı, Yayat sabretti, Suat aktı. Ama yetmez! Önümüzdeki yıl, bu arabalar yarışacak. Daha hızlı, daha güçlü, daha yükseğe! Krallığımız, göğün efendisi olacak!”
Sahara, gözleri parıldayarak: "Nil-7… Görüyor musun? İnsanlık, rüyaları gerçek yapmak için nasıl yanıp tutuşuyor. Bazen çılgınlık, bazen de deha çıkıyor içlerinden."
Nil-7, kuyruğunu yavaşça kıvırarak: "Evet. Ama şunu söyleyeyim: şu an gördüklerin, binlerce yıl sonra bile temel olacak. Buhar, elektrik, barut, hatta yay… Hepsi birer kıvılcım. Bu çağda belki kusurlu denemeler olacak, ama gelecek bu tohumlarla filizlenecek."
Sahara, gülümseyerek: "Demek ki bu kargaşanın içinde bile düzen var. Yani onların başarısızlıkları bile kayıp değil, yolun kendisi."
Nil-7, başını sallayarak: "Sahara, hatırla… Her motor, her tekerlek, her kıvılcım… aslında insanın içindeki sonsuz hareket arzusunun yansımasıdır. Onlar yürümekle yetinmez, koşmak ister; koşmakla yetinmez, göğe tırmanmak ister.”
Sahara, hayal kurar gibi uzaklara bakarak: "Ve belki bir gün… yıldızlara bile gitmek ister."
Nil-7: "O gün geldiğinde, bu anı hatırlayacaklar. Bir çocuğun rüyasıyla başlayan motor devrimini."
Sahara bir an sessiz kaldı, gözlerinde hem çocukça bir sevinç hem de sorumluluğun ağırlığı parladı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.