SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Bölüm 16 – Kralın Sofrası: Leopar Kralın Hikayesi (M.Ö. 4976)
Ertesi sabah, güneş henüz doğmuşken Khaalid, omzu hâlâ sargılı halde, köy meydanına gitti. Meydanda toplanan onlarca gönüllü erkeğin arasından on cesur, yürekli ve kararlı genci seçti. Onunla birlikte yola çıkmaya can atan gençler aileleriyle vedalaştı. Kwakwu'nun verdiği on askerle birlikte artık Khaalid'in küçük ama sadık toplam 20 kişiden oluşan atlı, baltalı ve mızraklı savaşçı bir birliği vardı.
Öğleye doğru, önde 1 develi, arkada 20 atlı, Nil nehri kıyısında yükselen sıcakla birlikte Kwakwu’nun kampına vardılar. Nöbetçiler onları içeri aldı. Kamp, bir sınır karakolu gibiydi ama içi şaşırtıcı derecede düzenliydi. Hurma ve Palmiye ağaçları altında inşa edilmiş sağlam çadırlar, zırhları parlayan askerler ve genişçe bir gölgelik altında kurulu bir büyük sofra... Kwakwu, onları bizzat karşıladı.
“Senin gibi bir adamın, yalnız gelmeyeceğini biliyordum,” dedi göz ucuyla gönüllü gençlere bakarak. “Hoş geldiniz, savaşçılar.”
Yemekler hazırlandı, kurutulmuş et, hurma, sığır sütü ve sıcak lavaş... Su testileri, nar şerbetleri dolaştı. Kwaku'nun sesi ziyafetin ortasında, herkes susarken yükseldi: “Ben Kwakwu… Bir zamanlar Aslan Dağı’nın gölgesinde yükselen kara toprakların meşru kralıyım. Ben de bir zamanlar sizler gibiydim,” dedi.
Kwakwu. “50 yıl önce Sahra'da doğdum, yeşil hurma ağaçları ve balıkların ve Ko’raların yüzdüğü büyük bir gölü olan bir köyde. Babam bir çiftçiydi, ama köyümüzde yaşlı bir bilge vardı. O bana kaya resimlerinin ve sembollerin dilini öğretti. Sonra… köyümüz bir haydut saldırısına uğradı. Tüm ailem katledildi. Ben sağ kaldım.”
Khaalid dikkatle dinliyordu. Kwakwu’nun gözleri geçmişte bir noktaya dalmıştı. “Kaçtım, ama intikamla değil. Öğrenmekle hayatta kalmak istedim. Yıllar sonra, bir kralın ordusuna katıldım. Onun danışmanlarının yanında öğrenci oldum. Strateji, hukuk, savaş, barış... Hepsini öğrendim. Sonra, o kral zalimleşti.”
Bir süre sustu. “Ona karşı ayaklandım. Askerleri benim yanımda durdu. Halk benimle yürüdü. Ve bir sabah, tahtta ben vardım.”
Kwakwu’nun sesi alçaldı, ama kararlıydı: “Beni krallığa bilgi, sabır ve adalet taşıdı. Sadece silah değil. Bir kral, halkını korkutarak değil, yol göstererek yönetmelidir. Ben de buna inandım.”
Ziyafet bitmişti. Ortalık sessizdi. Kwakwu gözlerini Khaalid'e dikti: “Senin içinde bu potansiyel var, genç adam. Ama dikkat et. Bu yolda kibir, adaletsizlik, sabırsızlık ve hırs seni tuzağa düşürebilir.”
Khaalid saygıyla eğildi: “Yolumun nereye gideceğini bilmiyorum... ama adaletten ayrılmayacağım.”
Kwakwu gülümsedi. “O zaman senin için bu sadece bir görev değil, bir yolculuktan fazlası. Krallığa doğru ilk adımlar...”
Sahara, simülasyondaki bu diyalogdan sonra konuşmak için parmaklarını hafifçe titretti. Simülasyon sistemi bunu algıladı. Nil-7’nin sesi zihninde yankılandı: “Sahara, bir soru sormak ister misin?”
Sahara bir an düşündü, sonra sordu: “Kwakwu’nun anlattığı bu hikâye… Gerçek mi?”
Nil-7 hafif bir duraksamadan sonra yanıtladı: “Bu hikâye, tarihî gerçekliklerden ilham aldı. Ama simülasyonda Kwakwu'nun geçmişini anlatmak için, Chandragupta’nın yaşamından esinlendim. Gerçekle kurgu arasında inşa edilen köprüyü hissetmen içindi.”
Sahara gülümsedi. Belki de bir gün kendi hikâyesini de böyle anlatacaktı.
Khaalid merakla sordu: “Nasıl leopar kral oldun?”
“Tahta çıktığımda, halkımın yüzünde korku, ekinlerimizde kuraklık, sarayda ise ihanet vardı. Ama yine de inandım. Çünkü doğduğum gece, gökte üç hilal belirmişti. Şamanlar bunun kehanet olduğunu söyledi: ”Üç kez yıkılacak, üç kez ayağa kalkacaksın.” İşte o gün başladı her şey… Bir gün sahrada ava çıktım. Kanım gençti, cesaretim taşkındı. Fakat pusuda beni bekleyen yalnızca ceylan değilmiş meğer… Bir pusuya düştüm. Zehirli oklara hedef oldum. Ve zindana düştüm. Hayır, sıradan bir zindan değil… Yerin kırk kulaç altına kazılmış, karanlığın ta kendisi. Tüm krallığımı o taş duvarlar yuttu sandım.
Ama sonra… O geldi.
Küçük bir aralıktan içeri süzülen gözleriyle tanıştım önce onunla: Karanlıkta parlayan kehribar gibi… Bir leopar. Koca bir Sahra'nın hükümdarı. O da benim gibi bir hükümdardı. Ama zincire vurulmamıştı. Henüz değil. Belki de içimizdeki benzerlikti onu bana çeken. Belki de onun da kalbi, kaybolan yavrularının yasını tutuyordu. Konuşuyordu. Evet, tıpkı insanlar gibi, ama daha dürüst, daha dolaysız bir dille. Ruhu konuşuyordu.
O gece bana su getirdi. Ertesi gece yiyecek… Sonra zindanın eski, unutulmuş bir tünelini gösterdi. Pençeleriyle tırmaladı taşları, çıkacak yolu hazırladı. Ama daha ben kaçamadan askerler geldi. Tüneli bulmuşlardı. Bana işkence edip idama mahkûm ettiler. Cellât baltasını bile bilemişti. Meydan, halkla doluydu. Bir taraf haykırıyor, bir taraf ağlıyordu.
Ve işte o an…
Gökyüzünden bir yıldırım gibi indi leopar. Sahnenin tam ortasına atladı. Kükreyişi halkın çığlığını bastırdı. Beni ipten aldı, cellâdı pençeleriyle yere serdi. Ve sırtına bindirdi beni. O kalabalığın içinden geçip, zinciri kırılmış bir efsane gibi Sahra'ya kaçtık.
Aylarca saklandım. Leoparın kılavuzluğunda… Bana avlanmayı, sessiz yürümeyi, düşmanların kokusunu rüzgârda tanımayı öğretti. Ama ben hâlâ bir kraldım. Tahtımı geri almak istiyordum. O ise bana tahtı değil, halkı sevmeyi öğretiyordu. ”Tahta oturan her varlık kral olmaz,” dedi bir gece. ”Ama halkını omzunda taşıyan her yürek krallığa layıktır.”
Üç yıl sonra döndüm. Fırtına gibi. Halkım beni bekliyormuş. İhanet edenler ya kaçtı ya af diledi. Sarayımda leoparın heykelini yaptırdım. Altından değil. Kayadan. Çünkü sadakat altından değil, dağdan gelir.
Şimdi yaşlandım. Ama hâlâ geceleri, Nil nehrinin kıyısında gözleri parlayan o dostu görürüm rüyalarımda. Beni koruyan, bana konuşmayı öğreten, içimdeki krallığı uyandıran leopar… Ben Kwakwu. Yıkıldım. Kalktım. Ve her defasında bir yabanın dost eliyle yeniden doğdum.”
Kral, elleriyle bir tabletin üzerindeki kabartma sembolleri okşuyordu. — ”Kralım,” dedi Khaalid tereddütle, ”vergiyi toplamak için yola çıkacağız ama… Köylü bizi haydutlardan nasıl ayırt edecek? Onlar da silahlı, biz de silahlıyız. Biz de yiyeceklerini, tahıllarını alacağız. Onlar bize neden güvenecek?”
Kwakwu başını kaldırdı, gözlerinde hafif bir gülümseme vardı. “İşte, genç savaşçı… Bu, kılıçla değil, yürekle kazanılır.”
Bir kil tableti aldı, Khaalid’in önüne koydu. Üzerinde basit şekiller vardı: Bir güneş, bir mızrak, bir tahıl başağı ve el ele tutuşmuş iki insan figürü. “Bu, köy ile kral arasındaki anlaşmadır,” dedi. ”Güneş kralı simgeler. Mızrak, korumayı. Tahıl başağı, vergiyi. El ele tutuşanlar ise barışı. Biz köye gittiğimizde önce bu tableti köy meydanına koyarız. Bu, niyetimizin ilanıdır: Önce koruma, sonra vergi.”
Khaalid dikkatle baktı. “Peki ya halk yine de korkarsa?”
Kwakwu sertçe gülümsedi. “O zaman korkularını boşa çıkarırsın. İlk haftalarda tek bir tahıl tanesi bile almayacaksın. Nöbet tutacaksın. Haydut gelirse, yakalayacak, yargılayacak, köy meydanında adaletle cezasını vereceksin. Köylünün işinde çalışacaksın. Onun yükünü taşırsan, kalbini de taşırsın.”
Kısa bir sessizlik oldu. Kwakwu, ağır adımlarla sandığa gitti, içinden yuvarlak, avuç içi büyüklüğünde taştan yapılmış bir mühür çıkardı. Üzerinde leopar figürü vardı. “Bu mühürü köyün şefine verirsin. Bu, kralın sözü demektir. Eğer askerlerimiz köylüye zulmederse, şef bu mühürü saraya getirebilir. O zaman o askerin yeri ya zincir olur ya mezar.”
Khaalid, mühürü avucunda çevirdi. Soğuk taşın ağırlığını hissetti. “Yani vergi, önce güven, sonra borç…”
“Hayır,” dedi Kwakwu, sesi birden sertleşerek. ”Vergi, önce emanet, sonra sorumluluk. Kral halktan almaz; halk kralın omuzlarına yük koyar. Sen o yükü taşımaya layık olursan, vergi kendi ayağıyla sana gelir.”
Khaalid başını salladı. “Anladım. Önce kalkan, sonra kese.”
Kuwakwu’nun gözlerinde memnuniyet ışığı belirdi. “Şimdi git, genç savaşçı. Halkın seni görünce, ‘işte bizim adamımız’ demesini sağla. Haydutlar seni görünce de, ‘ölüm geldi’ desin.”
...
16.1. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara gözlerini açıp parmaklarını titretti. “Nil-7… Bu Leopar Kral gerçek miydi? Yoksa senin uydurduğun bir masal mı?”
Nil-7’nin sesi yumuşak bir gülümsemeyi andırıyordu: “Gerçek ile masal arasındaki sınır, çölün kumları gibidir, Sahara. Rüzgâr bir esince kaybolur. Kwakwu’nun hikâyesi, hem olmuş, hem de olabilecek şeylerin yankısıdır.”
Sahara kaşlarını çattı: “Peki ya leopar? O gerçekten konuşuyor muydu?”
Nil-7 hafif bir kükreme sesi taklit etti, sonra ciddileşti: “Belki konuşmadı, ama bir kralın kalbinde yankılanan dostluk, dilden daha gürültülü konuşur. İnsan bazen kendi yalnızlığını, bir hayvanın gözlerinde susturur.”
Sahara gülümsedi, ama gözlerinde merak ışıltısı vardı: “Benim de bir leoparım olur mu bir gün? Bana yol gösteren?”
Nil-7 hafifçe duraksadı, sonra sesi biraz alçaldı: “Sen zaten bir leoparın gölgesinde yürüyorsun, küçük hanım. Benim adım Nil-7. Ben seninle konuşuyorum, seni koruyorum. Farkı ne?”
Sahara kıkırdadı: “Senin tüylerin yok!” Nil-7 kahkahaya benzer bir mekanik ses çıkardı: “Doğru… Ama bazen, en güçlü tüyler çelikten olur.”
Kısa bir sessizlikten sonra Sahara tekrar sordu: “Kwakwu neden hep düşüp sonra kalkmış? Hep böyle mi olmalı?”
Nil-7 yanıtladı: “Hayır, Sahara. Herkesin üç kez düşmesi gerekmez. Ama herkesin bir kez bile olsa kalkmayı öğrenmesi gerekir. Çünkü kalkmayı öğrenmeyen, kral da olamaz, çocuk da büyüyemez.”
Sahara başını salladı: “Ben de düşersem kalkacağım… Sen yanımda olursun değil mi?”
Nil-7’nin sesi bu kez derinden ve sakin bir şekilde geldi: “Her zaman, Sahara. Her zaman.”
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.