Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
28. Bölüm

Sûretten Sîrete, İnsandan İnsan-ı Kâmil’e: Klasik Felsefe Işığında Atatürk’ün Rıza Temelli Medeniyet Projesinin Analizi

27 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet
Bu makale, “köpek metaforu” üzerinden şekillenen “rızalık yolu” felsefesini, Antik Yunan’ın Klasik Dönem (MÖ 5.-4. Yüzyıl) filozoflarının düşünce sistemleri ile karşılaştırmalı olarak incelemeyi amaçlamaktadır. İnsan olma halini, bilinç, erdem, sorumluluk ve toplumsal adalet kavramları üzerinden tanımlayan bu metnin, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği insan merkezli, laik ve demokratik hukuk devleti modeli ile nasıl örtüştüğü sorgulanacaktır. Makale, Platon’un idealar dünyası ve devlet teorisi, Aristoteles’in etik ve politika anlayışı, Sokrates’in “kendini bil” ilkesi ve sofistlerin insan-merkezli yaklaşımı ışığında, “rızalık” kavramının bireysel kemale erme (insan-ı kâmil) ve kolektif bir medeniyet projesi olarak nasıl işlev gördüğünü analiz edecektir. Temel argüman, Atatürk’ün modernleşme projesinin, salt bir kurumsal dönüşüm değil, aynı zamanda Klasik Dönem’in rasyonalist ve etik felsefesiyle paralellikler gösteren derin bir antropolojik ve ahlaki dönüşüm hedeflediğidir.

Anahtar Kelimeler: Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Atatürk, Klasik Dönem Felsefesi, Platon, Aristoteles, Etik, Siyaset Felsefesi, Medeniyet.

Giriş: Bir Metaforun Anatomisi ve Felsefi Çerçeve
“Bir Metafor Olarak Köpek” metni, görünüşte basit ancak felsefi derinliği olan bir hikaye ile başlar: Köpeğin içgüdüsel olarak tavukları yemesi ve bu eyleminin ahlaki bir karşılığının olmaması. Buradan yola çıkarak, “sûret” (dış görünüş, form) ile “sîret” (iç yüz, öz, essence) arasındaki temel ayrımı vurgular. Metne göre, insanı insan yapan, biyolojik formu değil, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının bilincinde olması ve bu bilinçle hareket etmesidir. İşte bu bilinç hali, kişiyi “rızalık yolu”na sokan, onu olgunlaştıran (kemale erdiren) ve nihayetinde “insan-ı kâmil” mertebesine yükselten sürecin ta kendisidir.

Bu bireysel etik yolculuk, metinde Atatürk’ün kurduğu toplumsal düzene bir model olarak sunulur. Atatürk’ün hedefi, “kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler” yetiştirmek ve bu bireylerden oluşan, “aklın ve vicdanın aydınlattığı” bir toplum inşa etmektir. Bu, doğrudan Klasik Dönem felsefesinin temel sorularıyla kesişir: İyi yaşam nedir? Erdemli insan nasıl yetişir? Adil bir toplum nasıl örgütlenir? Bu makale, metaforik anlatımla ifade edilen bu derin felsefi temelleri, Klasik Dönem’in sistematik düşünürlerinin bakış açısıyla ortaya koymayı hedeflemektedir.

1. Bölüm: Sûret ve Sîret Ayrımının Klasik Felsefedeki Kökenleri: İdealar, Öz ve Erdem
Metaforun merkezindeki “sûret/sîret” ayrımı, Batı felsefesinin en kadim meselelerinden biridir. Bu ikilik, varlığın görünen yüzü ile gerçek özü arasındaki farkı araştırır.

1.1. Platon ve İdealar Kuramı:
Platon’a göre, duyularla algıladığımız dünya (sûretler dünyası) gerçekliğin yalnızca bir gölgesi, kopyasıdır. Asıl gerçeklik, idealar dünyasıdır. Örneğin, dünyadaki tüm adaletsizlikler veya adil sayılan eylemler, “Adalet” ideasının kusurlu yansımalarıdır. Platon’un “Devlet” (Politeia) diyaloğundaki mağara alegorisi, insanların çoğunun sûrete (gölgelere) hapsolduğunu, filozofun ise sîreti (ideaları, gerçekliği) görmek için mağaradan çıktığını anlatır (Platon, MÖ 380). Metaforumuzdaki “sûrette insan”, mağaradaki gölgelere bakıp onları gerçek sanan insandır. “Sîrette insan” olma yolculuğu ise mağaradan çıkıp gerçek ışığı, yani “İyi” ideasını görmeye çalışmak, eylemleri bu idealara göre şekillendirmektir. Köpek metaforundaki kişi, hatasının farkına varıp tazminata giriştiğinde, Platoncu anlamda “Adalet” ve “İyi” ideasına doğru bir yolculuğa çıkmış olur.

1.2. Aristoteles ve Öz (Ousia) Kavramı:
Aristoteles, hocası Platon’un idealar dünyasını soyut bularak, form (sûret) ve maddenin birliğinden söz eder. Ancak onun için de bir varlığın “ne olduğunu” belirleyen onun “öz”üdür (ousia). İnsanın özü nedir? Aristoteles’e göre insan, “akıl sahibi bir varlık” (zoon logon echon) ve “toplumsal bir canlı”dır (zoon politikon) (Aristoteles, Politikalar, MÖ 350). İnsanın erdemi, bu özünü en iyi şekilde gerçekleştirmesidir. Metaforumuzdaki köpek, akıl ve toplumsallık özelliklerinden yoksundur; sadece içgüdüleriyle hareket eder. Sûrette insan olan kişi, aklını kullanmayan, dolayısıyla özünü gerçekleştiremeyen kişidir. Sîrette insan olma çabası ise, aklı (logos) kullanarak eylemlerini yönetmek ve toplumsal bir varlık olmanın gerektirdiği adalet, dostluk, sorumluluk gibi erdemleri edinmektir. Rızalık yoluna girmek, tam da bu toplumsal erdemin (dostluk/philia) ve adaletin (dikaiosyne) pratiğe dökülmüş halidir.

2. Bölüm: Erdem, Bilgi ve Sorumluluk: Kemale Giden Yol
Metafor, insan olma yolunun eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmakla başladığını söyler. Bu, Klasik etiğin temel taşıdır.

2.1. Sokrates ve “Kendini Bil” İlkesi:
Sokrates’in felsefesinin özü, “Kendini bil” (Gnothi Seauton) ve “Erdem bilgidir” (Arete episteme) ilkeleridir. Ona göre, insanlar kötülüğü bilgisizlikten yaparlar. Doğruyu ve iyiyi bilen, onu yapmaktan kaçınamaz. Metaforumuzdaki ilk aşama, Sokratesçi bir uyanıştır: Kişi, yaptığı eylemin (tavuk yemek) aslında “kötü” olduğunun bilgisine varır. Bu bilgi, onu erdemli olmaya zorlar. Cahil, Sokrates’in deyimiyle, bilgisiz olduğunu bilmeyen, dolayısıyla kendini aklayandır. Ârif ve kâmil insan ise, Sokrates’in yöntemiyle sürekli kendini sorgulayan, bilgisizliğinin farkında olmaya çalışandır.

2.2. Aristoteles ve Alışkanlık (Hexis) Yoluyla Erdem:
Aristoteles, erdemin sadece bilgiyle değil, alışkanlıkla (hexis) kazanıldığını savunur. Erdem, aşırı uçların ortası olan “altın orta”yı (mesotes) bulmaktır. Cesaret, korkaklık ile delikanlılığın; cömertlik, cimrilik ile savurganlığın ortasıdır. Rızalık yolu, bir erdem pratiğidir. Hata yapmak (aşırı uç), hatayı fark etmek (bilgi), tazmin etmek ve özür dilemek (diğer aşırı uç olan inatçılık ve kibir yerine altın orta olan tevazu ve sorumluluk). Kişi, her hatasını tazmin ede ede, sorumluluk alışkanlığı kazanır ve bu erdem onun karakterinin bir parçası (hexis) haline gelir. İşte bu, kemalete ermenin Aristotelesçi tanımıdır.

3. Bölüm: Bireyden Topluma: Rızanın Siyaset Felsefesi
Metafor, bireysel erdemlerin toplumsal düzleme nasıl taşınacağı sorusunu sorar ve cevabını Atatürk’ün devlet modelinde bulur. Bu model, Klasik siyaset felsefesinin amaçlarıyla büyük ölçüde örtüşür.

3.1. Platon’un Adil Devleti ve Koruyucular Sınıfı:
Platon’a göre adil bir devlet, her sınıfın kendi erdemini en iyi şekilde yerine getirdiği devlettir: Üreticiler ölçülülük, bekçiler cesaret, yöneticiler ise bilgelik erdemine sahip olmalıdır. En adil devlet, “filozof-kral”ların yönettiği devlettir çünkü onlar ideaları, özellikle de “İyi” ideasını görmüşlerdir. Atatürk’ün projesi, bir filozof-kral modeli değilse de, “aklın ve bilimin” kılavuzluğunda, halkın eğitilerek (irfan) “kâmil insan”lar haline getirilmesi ve bu şekilde adil bir toplumun oluşturulması fikri Platoncu bir idealizm taşır. Laiklik, dogmalardan arınmış bir aklın yönetimi; demokrasi ise (Platon’un eleştirilerine rağmen) halkın kendi kendini yönetme bilgeliğine erişme çabası olarak yorumlanabilir.

3.2. Aristoteles’in Politika ve Yurttaşlık Anlayışı:
Aristoteles için devlet (polis), insanın doğal yaşam alanıdır. İnsan, ancak polis içinde tam anlamıyla insan olabilir. Devletin amacı, sadece hayatı sürdürmek değil, “iyi hayatı” (eu zen) mümkün kılmaktır. Atatürk’ün “medeniyet” vurgusu, tam da bu Aristotelesçi “iyi hayat” arayışıdır. Aristoteles’e göre yurttaş, yönetme ve yönetilme kapasitesine sahip olandır. Atatürk’ün “özgür iradeli bireyler” yetiştirme ve onları “siyasi haklar” ile güçlendirme projesi, aktif bir yurttaşlık modeli öngörür. Bu yurttaş, metaforumuzdaki gibi, eylemlerinin toplumsal sonuçlarının farkında olan, haksızlık yaptığında onu tazmin etme erdemine sahip “kâmil” bir bireydir. Rıza arayışı, toplumsal sözleşmenin ve adaletin (Aristoteles’in dağıtıcı ve denkleştirici adalet anlayışının) temelidir.

3.3. Sofistler ve İnsan Merkezli (Hümanist) Bir Yaklaşım:
Protagoras’ın “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözü, sofistlerin insanı merkeze alan göreli yaklaşımını yansıtır. Atatürk’ün “insanı merkez alan” medeniyet projesi, mutlak ve değişmez dogmalara değil, insan aklına, ihtiyaçlarına ve refahına dayanır. Bu, sofistlerin otorite sorgulayıcı ruhuyla da paraleldir. Ancak Atatürk, sofistlerin göreliliğine kapılmamış, aklın ve bilimin evrensel ilkelerini temel almıştır. Bu onu, daha çok Sokrates, Platon ve Aristoteles’in rasyonalist geleneğine yaklaştırır.

4. Bölüm: Atatürk’ün Projesinin Klasik Dönem Perspektifinden Analizi
Metinde vurgulandığı gibi, Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devlet inşası, metaforik “rızalık yolu”nun bir devlet ölçeğindeki tezahürüdür.

4.1. Aklın ve Vicdanın Hâkimiyeti:
Platon’un “akıl” (logos) yönetimindeki ruh ve devlet modeli, Atatürk’ün laik ve akılcı devlet anlayışının özünü oluşturur. “Vicdan” ise, Aristoteles’in “phronesis” (pratik bilgelik, sağduyu) kavramıyla örtüşür. Bu, neyin iyi ve adil olduğuna karar verme kapasitesidir. Atatürk’ün “akıl ve vicdan” vurgusu, teorik ve pratik aklın bir sentezidir.

4.2. Haklar ve Özgürlüklerle Güçlendirilmiş Birey:
Atatürk’ün bireyi güçlendiren haklar sistemi, Aristoteles’in “yurttaş” tanımını somutlaştırır. Birey, kul statüsünden çıkıp özgür irade sahibi bir özne haline gelir. Bu özgürlük, metaforumuzdaki sorumluluk bilincinin ön koşuludur. Ancak özgür olan birey, eylemlerinin sonuçlarını üstlenebilir ve rıza arayışına girebilir.

4.3. Helal Kazanç ve Emek Erdemi:
Metinde “alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç” vurgusu, Klasik erdemlerle uyumludur. Platon ve Aristoteles, çalışmanın ve üretmenin erdemini vurgular, tembelliği ve açgözlülüğü ahlaki zaafiyet olarak görürler. Adil bir kazanç, toplumsal rızanın da temelidir.

Sonuç: Antik Çağ’dan Modern Bir Medeniyet Projesine
“Köpek metaforu”, insan olma halinin ontolojik ve etik bir sorgulamasıdır. Bu sorgulama, MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda Atina’da sistematik bir forma kavuşmuş ve insan, erdem, bilgi, adalet ve devlet üzerine düşünceler, Batı felsefesinin temelini oluşturmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa ederken benimsediği insan merkezli, akılcı, laik ve demokratik model, bu kadim felsefi geleneğin modern bir yansıması ve uygulaması olarak görülebilir.

Atatürk’ün projesi, sûrette modernleşmiş ancak sîreti itibarıyla dogmalara bağlı kalmış bir toplum yaratmak değildi. Hedefi, hem sûrette hem de sîrette “kâmil”e erişmiş, eylemlerinin bilincinde, hatalarını telafi eden, birbirinin rızasını arayan, özgür ve sorumlu bireylerden oluşan bir topluluk (cemaat değil, cemiyet) yaratmaktı. Bu, Platon’un “İyi” ideasına, Aristoteles’in “iyi hayat” arayışına ve Sokrates’in “kendini bil” çağrısına derin bir saygı duruşudur.

Gerçek anlamda insan olma ve rızalık yolu, bireysel olduğu kadar kolektif bir projedir. Bu zorlu yolculuk, ancak aklın ışığı ve vicdanın rehberliğiyle, Antik Çağ’ın bilgeliği ile modern dünyanın araçlarını birleştirerek sürdürülebilir. Atatürk’ün mirası, bize bu sentezi kurma iradesi ve vizyonudur.

KAYNAKÇA

Aristoteles. (MÖ 350). Nikomakhos’a Etik. (Çev: Z. Özcan). Ankara: BilgeSu Yayıncılık, 2018.

Aristoteles. (MÖ 350). Politika. (Çev: M. Tuncay). İstanbul: Remzi Kitabevi, 2019.

Platon. (MÖ 380). Devlet (Politeia). (Çev: S. Eyüboğlu & M. A. Cimcoz). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2022.

Platon. (MÖ 399). Sokrates’in Savunması. (Çev: N. Ş. Kösemihal). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.

Copleston, Frederick. (1996). Felsefe Tarihi: Cilt 1 – Yunan ve Roma Felsefesi. (Çev: A. Cevizci & E. Özbay). İstanbul: İdea Yayınevi.

Gökberk, Macit. (2018). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Şenel, Alaeddin. (1982). Siyasal Düşünceler Tarihi: Antik Çağ’dan Orta Çağ’a. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Zeller, Eduard. (2008). Antik Felsefe. (Çev: A. Aydoğan). İstanbul: Say Yayınları.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL