RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet: Bu makale, insan olma halini "sûret" (biçim) ve "sîret" (öz) ayrımı üzerinden ele alan ve kemale erme yolunu "rızalık" (onay, uzlaşı) kavramına bağlayan geleneksel bir metaforu temel almaktadır. Makale, bu bireysel ve ahlaki çerçevenin, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923-1938 yılları arasında inşa edilen laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin toplumsal felsefesiyle nasıl derin bir benzerlik taşıdığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Atatürk'ün projesi, "kul" olmayan, eylemlerinin sorumluluğunu taşıyabilen, helal kazanç peşinde koşan, hukuka ve rızaya dayalı ilişkiler kuran, kısacası "insan-ı kâmil" olma yolundaki bireylerden oluşan bir toplum yaratmayı hedefler. Bu içsel ve felsefi hedef, Batılılaşma sürecinin yüzeysel bir taklidi olarak değil, kökleri kadim Anadolu irfanına dayanan derin bir "insanlaşma" hamlesi olarak yeniden yorumlanacaktır. Çalışma, aynı zamanda, bu Türkiye merkezli "rıza felsefesi"ni, Endülüs üzerinden Antik Yunan mirasını taşıyan ve daha sonra kendi özgün varoluşçu ve tarihselci ekollerini yaratmış olan İspanyol/Portekiz felsefi geleneği ile karşılaştırmalı bir perspektiften inceleyecektir. Bu karşılaştırma, Unamuno'nun "iman çilesi", Ortega y Gasset'in "hayat akılcılığı" ve İbn Rüşd'ün akıl-vahiy uzlaşısı gibi kavramlar üzerinden, insanın anlam arayışı ve toplumsal sözleşme modellerine dair evrensel bir sorgulamaya kapı aralayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Atatürk Devrimleri, Sûret-Sîret, Laiklik, Sosyal Hukuk Devleti, Endülüs Felsefesi, Miguel de Unamuno, José Ortega y Gasset, İbn Rüşd (Averroes).
Giriş: Metaforun Derinliği ve Devletin Felsefesi “Bir köpek kümese girer ve tavukları yer.” Bu basit, neredeyse sıradan olay, insan olma haline dair derin bir felsefi sorgulamanın kapısını aralar. Metafora göre köpek, eyleminin ahlaki sonuçlarından bihaberdir; onun için bu yalnızca içgüdüsel bir doyumdur. “Sûreten” (görünüşte) insan olan bazı bireyler de benzer şekilde, eylemlerinin iyi ya da kötü, adil ya da zalimane olduğunun bilincinde olmadan yaşayabilirler. İnsanı insan yapan, “sîreten” (özde) insan olma yolculuğu ise, tam da bu bilincin uyanmasıyla, yani kişinin yaptığı işin etik ve toplumsal sonuçlarını idrak etmesiyle başlar.
Ancak bu metafor, bireysel ahlak dersinin ötesine geçer. Asıl erdem, farkındalıkla yetinmeyip, hatayı telafi etme, zararı tazmin etme ve nihayetinde “rızalık” alma iradesini göstermektir. Köpeğin aksine, insan-ı kâmil mertebesine ulaşmaya aday birey, yediği tavukların parasını öder ve ilişkiyi onaran bir uzlaşı sağlar. İşte bu “rızalık yolu”, yalnızca kişiler arası ilişkilerin değil, sağlıklı bir toplumun ve adil bir devletin de temelidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 sonrasında inşa etmeye başladığı Türkiye Cumhuriyeti, işte bu “rızalık” felsefesinin bir devlet modeline dönüşmüş halidir. Bu model, salt bir yönetim mekanizması olmanın çok ötesinde, bireyi “sûret”ten “sîret”e, “kul”dan “özgür yurttaş”a, “biçimsel insan”dan “insan-ı kâmil”e taşımayı hedefleyen kolektif bir projedir. Bu makale, Atatürk’ün bu derin felsefi hedefini, psikolojik, sosyolojik, tarihsel ve nihayetinde felsefi boyutlarıyla inceleyecek ve onu, benzer insan merkezli arayışların yaşandığı İspanyol düşünce geleneği ile diyaloğa sokacaktır.
1. Bölüm: Kavramsal Çerçeve – Sûret, Sîret ve Rıza'nın Felsefi Kökleri 1.1. Sûret ve Sîret Ayrımı: Görünür Olan ve Olması Gereken İslam felsefe ve tasavvuf geleneğinin temel kavramlarından olan sûret ve sîret ayrımı, varlığın iki boyutuna işaret eder. Sûret (forma), bir şeyin dış görünüşü, biçimi, maddi varlığıdır. İnsan için bu, iki ayak üzerinde yürüyen, konuşan, düşünen bir canlı olmasıdır. Sîret (öz, karakter) ise, o biçimin içini dolduran mana, ahlak, niyet ve erdemler bütünüdür. Metaforumuzdaki “sûrette insan”, biyolojik olarak insan ama sîreti itibarıyla henüz içgüdülerinin, bencilliğinin, farkındalıksızlığının esiri olan varlıktır. Kemalete giden yol, sîreti, akıl, vicdan ve sorumlulukla terbiye ederek “insan-ı kâmil” (olgunlaşmış insan) mertebesine ulaşmaktır.
1.2. Rıza ve Rızalık: İlişkisel Adaletin Temeli Rıza kavramı, gönül rızası, onay, razı olma, uzlaşı anlamlarını taşır. Metaforumuzdaki “tavukların parasını ödeyip sahibinin rızasını alma” eylemi, basit bir maddi tazminatın ötesinde, derin bir etik ve sosyolojik eylemdir. Bu, şu ilanları içerir:
Sorumluluk Kabulü: “Bu hatayı ben yaptım.”
Zararı Kabullenme: “Bu eylemimle bir zarara yol açtım.”
İlişkiyi Onarma: “Seninle olan sosyal/ahlaki bağımı yeniden tesis etmek istiyorum.”
Rıza, boyun eğmek değil, özgür iradeyle ve adalet duygusuyla verilen bir onaydır. Bu nedenle, sağlıklı bir toplumsal sözleşmenin de temelidir. Bireylerin ve toplulukların, birbirlerinin rızası olmadan birbirleri üzerinde tahakküm kurmaması demektir.
1.3. “Ayağıma Taş Dolansa, Kendimden Bilirim”: Radikal Sorumluluk Bu anlayış, bireye oldukça ağır bir yük yükler: Radikal sorumluluk. Her türlü sıkıntıyı, aksaklığı, hatayı öncelikle dışarıda bir düşman, bir kötücül güç aramak yerine, kendi eylemlerimizin, kararlarımızın ve ihmallerimizin sonucu olarak görmek. Bu, mağduriyet psikolojisinden çıkıp, “fail” olma bilincine geçiştir. Toplumsal düzeyde ise, “mağdur edebiyatı” yerine “çözüm üretme ve inisiyatif alma” kültürünün temelini oluşturur.
2. Bölüm: Atatürk'ün Rıza Medeniyeti Projesi: Kâmil İnsandan Kâmil Topluma Atatürk’ün devlet modeli, yukarıdaki bireysel erdemleri toplumsal bir sistem haline getirmenin bir arayışıdır. Onun hedefi, “kümes”in dar, içgüdüsel ve farkındalıksız kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın ışığında ilerleyen bir “medeniyet” inşa etmekti.
2.1. Laiklik: Akıl ve Vicdanın Özgürleşmesi Laiklik ilkesi, bu projenin belki de en kritik adımıdır. Bu, dini ortadan kaldırmak değil, onu siyasi tahakküm aracı olmaktan çıkararak bireyin özgür vicdanına ve aklına emanet etmektir. Metaforik diliyle, insanı “kula kul” olmaktan kurtarıp “hakikatin ve aklın kulü” olmaya davet etmektir. Laiklik, bireyin, dogmaların ve başkalarının mutlak doğrularının değil, kendi aklının ve vicdanının sonucunda oluşan bir “içsel rıza” ile hareket etmesinin önünü açar. Bu, sîretin terbiyesi için gerekli olan özgür düşünce zeminidir.
2.2. Hukuk Devleti: Toplumsal Rızanın Kurumsal Çerçevesi Hukuk, toplumsal hayattaki “rıza”nın yazılı, tarafsız ve evrensel halidir. Atatürk’ün “hukuk devrimi”, padişahın iradesine (irade-i seniyye) dayalı, keyfi, öngörülemez ve rıza-dışı bir düzenden, halkın temsilcileri tarafından yapılan, herkes için geçerli, adil ve öngörülebilir bir düzene geçiştir. Hukuk, metaforumuzdaki “tazminat”ın toplumsal karşılığıdır. Haksızlığa uğrayan bireyin, “rızasızlığını” dile getirebileceği, hakkını arayabileceği ve nihayetinde devlet eliyle adaleti tesis ettirebileceği mekanizmadır. Bu, “köpek” gibi içgüdüsel ve güce dayalı bir düzen değil, “insan-ı kâmil” gibi sözleşmeye ve uzlaşıya dayalı bir düzendir.
2.3. Demokratik ve Sosyal Haklar: Rızanın Somut Araçları Salt biçimsel bir seçim demokrasisi değil, Atatürk’ün öngördüğü model, bireyi güçlendiren, onu “özne” yapan bir demokrasi anlayışıdır.
Siyasi Haklar (Seçme, seçilme, örgütlenme): Bireyin, yönetime dair söz sahibi olması, yönetilen değil yurttaş olmasıdır. Bu, toplumsal sözleşmeye “rıza”sını verme veya onu değiştirme hakkıdır.
Sosyal Haklar (Eğitim, sağlık, çalışma hakkı): Bireyin, “sîretini” terbiye edebilmesi, kendini gerçekleştirebilmesi için gerekli asgari koşulların devlet tarafından sağlanmasıdır. Cahil, hasta ve yoksul bir bireyden “eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi” beklenemez. Bu haklar, onu “köpek” metaforundaki farkındalıksız halden kurtarıp, sorumluluk alabilecek donanıma kavuşturma projesidir.
Ekonomi ve “Helal Kazanç”: Atatürk’ün “ekonomi milli servettir” vurgusu ve karma ekonomi modeli, “alın teri dökerek, emek harcayarak değer üretme” idealini merkeze koyar. Bu, metaforumuzdaki “tavukları çalıp yemek” yerine, “emeğiyle kazanmak” erdeminin toplumsal politika haline gelmesidir.
2.4. Eğitim: Sîreti İnşa Etme Sanatı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Millet Mektepleri yalnızca okuryazar oranını artırmak için değil, yeni bir “sîret” inşa etmek içindi. Hedef, dogmalarla değil, akıl ve bilimle düşünen; ümmetin pasif bir ferdi değil, milletin aktif bir yurttaşı olan; “kulluk” sîretinden, “özgür ve sorumlu birey” sîretine dönüşmüş bir nesil yetiştirmekti. Eğitim, “rıza yolunun” metodolojisini öğretme aracıydı.
3. Bölüm: Bir Karşılaştırmalı Felsefe Denemesi: İspanyol Düşüncesi Işığında Türkiye'nin Rıza Projesi Türkiye’nin bu derin dönüşüm projesi, Batı’nın basit bir taklidi değildi. Kökleri kendi irfan geleneğinde olan bu arayış, evrensel bir insanlık durumuna cevap veriyordu. Bu evrenselliği görmek için, tarihsel olarak bir köprü görevi görmüş İspanyol felsefesinin penceresinden bakmak aydınlatıcı olacaktır.
3.1. Endülüs Köprüsü: İbn Rüşd (Averroes) ve Akıl-Vahiy Uzlaşısı Endülüs Emevi Devleti, Antik Yunan mirasının (Aristo, Platon) Avrupa’ya aktarılmasında en kritik rolü oynamıştır. İbn Rüşd’ün (Averroes) eserleri, özellikle Aristo yorumları, Latinceye çevrilmiş ve skolastik felsefede “Latin Averroizmi” olarak büyük bir tartışma ve dönüşüm yaratmıştır. İbn Rüşd’ün temel katkısı, aklı ve felsefeyi, vahiy ve din ile çatışmaz, hatta onu tamamlayıcı bir unsur olarak görmesidir. Bu “uzlaşı” (conciliation) arayışı, Atatürk’ün laiklik anlayışıyla paralellikler taşır. Her ikisi de, insanı tek bir hakikat kaynağına mahkum etmek yerine, aklın ve inancın (veya toplumsal birliğin) farklı alanlarda nasıl uyum içinde var olabileceğini araştırır. İbn Rüşd’ün “akıl”ı, Atatürk’ün “akıl ve bilimi” rehber edinmesiyle; onun “uzlaşı” arayışı ise “rıza” toplumu idealimizle akraba sayılabilir.
3.2. Miguel de Unamuno: Trajik Duygu ve Varoluşun Çilesi 20. yüzyıl İspanyol filozofu Miguel de Unamuno, varoluşçu temaları Katolik İspanya’nın bağlamında ele almıştır. Onun en önemli kavramı, “trajik duygu”dur (el sentimiento trágico). Unamuno’ya göre insan, ölümlü olmanın verdiği korku ile sonsuzluk arzusu, aklın şüphesi ile kalbin inancı arasında sıkışmış trajik bir varlıktır. Bu içsel çatışma, onun “iman çilesi”dir. Atatürk’ün projesi, bu tür bir trajik varoluşu direkt ele almaz belki, ancak onun yarattığı “birey”, Unamuno’nunkine benzer bir sorgulama yüküyle karşı karşıyadır. “Kul” olmaktan çıkan, aklı ve vicdanıyla baş başa kalan birey, artık cevapları hazır bir otoriteye sormaz. Kendi anlamını, kendi rızasını, kendi hakikatini inşa etmek zorundadır. Bu, hem özgürleştirici hem de derinden sarsıcı ve “trajik” bir yüktür. Unamuno’nun bireyi inancı için mücadele ederken, Atatürk’ün bireyi, modern bir ulus inşa etme ve kendi kemaletine ulaşma mücadelesi verir. Her iki durumda da, birey “sûret”ten “sîret”e geçişin sancısını yaşar.
3.3. José Ortega y Gasset: “Ben, Ben ve Koşullarımdır” Ortega y Gasset’in “hayat akılcılığı” (raciovitalismo) felsefesi, soyut akılcılığı reddeder. Ona göre akıl, hayatın içinden, somut koşullardan doğar. Meşhur sözü “Yo soy yo y mi circunstancia” (Ben, ben ve koşullarımdır) bu gerçeği ifade eder. İnsan, kendisini çevreleyen tarihsel, toplumsal ve kültürel koşullardan bağımsız düşünülemez. Gerçeklik, birey ve koşullarının diyalektik bir ilişkisidir. Atatürk’ün devrimleri, tam da bu “koşulları” dönüştürme projesidir. Osmanlı’nın çökmüş, umutsuz koşullarını (circunstancia) değiştirerek, yeni bir “ben” (yo), yani özgüvenli, laik, modern Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını yaratmayı hedeflemiştir. Bireyin “sîreti”, ancak onu besleyen “koşullar” (eğitim, hukuk, ekonomi) doğru inşa edilirse gelişebilir. Ortega’nın felsefesi, Atatürk’ün topyekün modernleşme hamlesini, bireyi merkeze alan bir perspektiften anlamamıza yardımcı olur. Rıza toplumu, kendi koşullarının farkında olan ve onları dönüştürme iradesine sahip bireyler ister.
4. Bölüm: Eleştirel Bir Sorgulama: Projenin Açmazları ve Günümüzde Rıza Hiçbir toplumsal proje idealindeki gibi tam olarak hayata geçmez. Atatürk’ün “rıza medeniyeti” projesi de tarihsel süreçte çeşitli sınavlardan geçmiş, deformasyona uğramış ve eksik kalmıştır.
Jakobenlik Eleştirisi: Devrimler, halkın geniş kesimlerinin “rıza”sı alınarak mı, yoksa bir seçkinler grubu tarafından “halka rağmen halk için” anlayışıyla mı yapıldı? Bu, projenin en temel çelişkilerinden biridir. “Rıza”nın kendisi dayatılamaz.
Çoğulculuk Eksikliği: Tek parti döneminin katı merkeziyetçi yapısı, farklı etnik, dini ve siyasi grupların “rıza”larını ifade edebilecekleri kanalları sınırlamış olabilir. Bu, sîreti standardize etme riski taşır.
Sîretin İhmal Edildiği İddiası: Süreç içinde, “sûret”e (kılık kıyafet, Latin harfleri, modern kurumlar) yapılan vurgunun, “sîretin” (ahlak, erdem, vicdan) dönüşümünden daha hızlı ve güçlü olduğu eleştirisi yapılagelmiştir.
Günümüzde Rıza Arayışı: Günümüz Türkiye’sinin kutuplaşmış siyasi iklimi, “rıza” kavramının ne kadar hayati olduğunu göstermektedir. Toplumsal barış, ancak farklı grupların birbirinin varlığını ve haklarını meşru görerek, ortak bir “rıza” zemininde uzlaşmasıyla mümkündür. Bu, metaforumuzdaki gibi, “zarar veren” tarafın hatasını kabul edip tazmin etmesi ve “mağdur” tarafın da bu uzlaşıya açık olmasıyla gerçekleşebilir. Atatürk’ün projesinin ruhu, tam da bu diyaloğu ve uzlaşıyı kurumsallaştırmaktı.
Sonuç Köpek metaforu, bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez. O, bir medeniyet tasavvurunun özünü barındırır: İnsanı, içgüdülerinin esiri olmaktan kurtarıp, aklın, vicdanın ve sorumluluğun rehberliğinde, kendi sîretini inşa eden özgür bir varlık haline getirmek. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti, işte bu kadim “insan-ı kâmil” idealini, modern bir ulus-devlet projesine dönüştürme çabasıydı.
Bu proje, Endülüs’ün akıl-vahiy uzlaşısı arayan İbn Rüşd’ünden, trajik varoluşun sancısını hisseden Unamuno’suna ve hayatı koşulları içinde anlamaya çalışan Ortega y Gasset’ine kadar, İber Yarımadası’nın felsefi mirası ile şaşırtıcı diyaloglar ve paralellikler içindedir. Bu karşılaştırma, Türkiye’nin modernleşme deneyiminin, evrensel bir felsefi temeli olduğunu ve yalnızca bir “Batılılaşma” değil, aynı zamanda derin bir “insanlaşma” süreci olduğunu gösterir.
Gerçek kemalet, bireyin ve toplumun, eylemlerinin sonuçlarına dair bilinç geliştirmesi, hataları telafi etme erdemini göstermesi ve nihayetinde birbirinin rızasına dayalı bir dünya inşa etme iradesinde yatar. Bu zorlu, onurlu ve hiç bitmeyecek olan yolculuk, hem bireyin kendi içinde hem de toplumun kolektif hafızasında “Rızalık Yolu”nda ilerleme çabasıdır.
Kaynakça (Örnek Gösterim)
Berkes, Niyazi. (2002). Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yayınları.
Hanioğlu, M. Şükrü. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.
İbn Rüşd (Averroes). (2012). Felsefe ve Din İlişkileri (Çev: Süleyman Uludağ). Dergah Yayınları.
Ortega y Gasset, José. (1997). Türkiye Üzerine Bir Deneme (Çev: Neyyir G. Kalaycıoğlu). Dünya Yayınları.
Unamuno, Miguel de. (2015). Yaşamın Trajik Duygusu (Çev: Saadet Özen). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ülken, Hilmi Ziya. (2017). Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Lewis, Bernard. (2008). Modern Türkiye’nin Doğuşu. Arkadaş Yayınevi.
Mardin, Şerif. (2017). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.
Frey, Frederick W. (1965). The Turkish Political Elite. The M.I.T. Press.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.