Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
54. Bölüm

Empirist Bir Proje Olarak Atatürk'ün İnsan Merkezli Uygarlık Tasavvuru: Rızalık Yolunda Sîretin İnşası

29 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, insan olma halini "rızalık" kavramı üzerinden açıklayan bir metafor olan "köpek ve kümes" hikayesinden hareketle, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği Türkiye Cumhuriyeti modelini felsefi, psikolojik, sosyolojik ve tarihsel bir perspektifle incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın temel argümanı, Atatürk'ün projesinin, salt siyasi veya ekonomik bir dönüşüm olmanın ötesinde, empirist (deneyci) bir felsefeye dayanan, bireyin sûretten sîrete, "insan-ı kâmil" olma yolculuğunu kolaylaştıran ve bu yolculuğu toplumsal düzleme taşıyan insan merkezli bir uygarlık inşası olduğudur. John Locke, David Hume ve John Stuart Mill gibi empirist filozofların "deneyim", "öz-bilinç" ve "toplumsal sözleşme" kavramları ışığında analiz edilecek olan bu model, "rıza"yı toplumsal huzurun nihai temeli olarak gören metaforla birebir örtüşmektedir. Makale, Atatürk'ün akıl, bilim, vicdan ve sorumluluk üzerine kurulu sisteminin, bireyi hayvani içgüdülerden arındırarak, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, hatasını telafi eden ve nihayetinde kolektif bir rıza ile toplumu kuran "kâmil insan"ı hedeflediğini ortaya koyacaktır.

Giriş: Sûretten Sîrete İnsan Olma Yolculuğu ve Devletin Rolü

"Bir köpek kümese girer ve tavukları yer." Bu basit metafor, derin bir felsefi ve ahlaki sorgulamayı başlatır. Köpek, eyleminin ahlaki boyutundan habersiz, içgüdüsel bir doyum peşindedir. Onun sûreti (görünüşü) ve sîreti (özü) aynı düzlemdedir: hayvani düzlem. İnsan ise, sûreten insan olabilir ancak eğer eylemlerinin iyi veya kötü olduğunun bilincinde değilse, sîreti itibarıyla o hayvani düzlemde kalmaya mahkûmdur. İnsan olma vasfı, bu bilincin uyanmasıyla, yani empirist felsefenin temelini oluşturan "deneyimleyerek öğrenme" ve "nedensellik ilişkisini kavrama" yetisiyle başlar.

Ancak metafor burada durmaz. Asıl erdem, hatanın farkına varmakla kalmayıp, onu telafi etmekte ve mağdurun rızasını almaktadır. İşte bu "rızalık yolu", bireyi "insan-ı kâmil" mertebesine taşır. Peki, bu son derece bireysel görünen içsel yolculuk, nasıl olur da bir devlet modeliyle ilişkilendirilebilir? Bu makalenin temel tezi, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin, tam da bu içsel yolculuğu mümkün kılan ve toplumsal düzeyde teşvik eden bir sistem olduğudur. Atatürk'ün projesi, insanı merkeze alan, onun aklını ve vicdanını özgürleştirerek, "kümes"in dar, içgüdüsel kalıplarını kırmasını ve "rızalık"a dayalı bir uygarlık inşa etmesini hedefleyen empirist bir projedir.

1. Bölüm: Empirist Felsefenin Temel Kavramları ve Rızalık Metaforu

Empirizm, 17. yüzyılda İngiltere'de John Locke ile sistematik bir felsefe okulu haline gelmiştir. Locke, insan zihnini doğuştan boş bir levha (tabula rasa) olarak tanımlar. Tüm bilgimiz, düşüncelerimiz ve ahlaki değerlerimiz, duyularımız ve deneyimlerimiz yoluyla bu levhanın üzerine yazılır. Locke’a göre, "Doğuştan gelen pratik ilkeler diye bir şey yoktur; çünkü insanlar arasında hiçbir ahlak kuralı üzerinde evrensel bir rıza yoktur." (Locke, 1689/1975, s. 25). Buradaki "rıza" vurgusu, metaforumuzdaki "rızalık" kavramıyla doğrudan paraleldir.

David Hume, empirizmi daha da ileri götürerek, nedensellik ilişkisinin zihnimizin bir alışkanlığı olduğunu, nesnelerin kendi doğasında olmadığını savunur. Biz, ateşe her dokunduğumuzda yanma deneyimini yaşadığımız için, ateş ile yanma arasında bir nedensellik bağı kurarız. Ahlak da benzer şekilde işler. İyi ve kötü, nesnel gerçeklikler değil, deneyimlerimiz sonucu zihnimizde oluşan izlenimler ve duygulardır (Hume, 1738/2007). Bir eylemin kötü olduğunu, ancak onun toplumda yarattığı acı, ıstırap ve memnuniyetsizlik deneyimleriyle öğreniriz. Köpek metaforundaki kişi, tavukları yediğinde, bu eylemin sonuçlarını (kümes sahibinin üzüntüsü, maddi kaybı) deneyimlemeden veya gözlemlemeden, eyleminin ahlaki boyutunu idrak edemez. Edemeyeceği için de sîreti, köpeğin sîretiyle aynı düzlemde kalır.

John Stuart Mill ise, faydacılık (utilitarianism) öğretisiyle empirizmi ahlak ve siyaset alanına taşır. Bir eylemin iyiliği, yarattığı mutluluk veya haz miktarıyla ölçülür; ancak bu mutluluk, bireysel değil, "mümkün olduğunca çok insanın mümkün olduğunca çok mutluluğu" olarak kolektiftir (Mill, 1863/2007). Rızalık metaforu, Mill'in faydacılığıyla mükemmel bir uyum içindedir. Birey, verdiği zararı tazmin ederek, bozulan dengeyi yeniden kurar ve kolektif mutluluğa (rızalığa) katkıda bulunur. Böylece, bireysel deneyim (hatanın farkına varma) toplumsal bir faydaya (rıza ve huzur) dönüşür.

2. Bölüm: Atatürk'ün İnsan Modeli: Deneyimleyen, Sorgulayan ve Sorumluluk Alan Özne

Mustafa Kemal Atatürk'ün Osmanlı İmparatorluğu'nun enkazı üzerine inşa etmeye çalıştığı yeni insan modeli, empirist felsefenin "deneyimleyen özne"siyle doğrudan örtüşür. Osmanlı düşünce geleneğindeki kadercilik, dogmatizm ve "kul" olma anlayışı, bireyi pasifleştirmiş, eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmekten alıkoymuş ve onu metaforik anlamda "kümes"in içgüdüsel sınırlarına hapsetmişti. Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" vecizesi, bu hapisten çıkışın anahtarını sunar: deneyim, gözlem ve akıl yürütme.

Atatürk'ün hedeflediği birey:

Tabula Rasa Değil, Aklını Kullanan Birey: Atatürk'ün modeli, zihni tamamen boş bir levha olarak görmez; aksine, potansiyel olarak aklı ve vicdanıyla donatılmış ancak dogmalarla, hurafelerle doldurulmuş bir zihni özgürleştirmeyi hedefler. Eğitim devrimi (Tevhid-i Tedrisat Kanunu, harf devrimi, üniversite reformu), tam da bu amaca hizmet eder: bireye, dünyayı kendi deneyimleri ve aklıyla okuma, anlama ve yorumlama becerisi kazandırmak. Bu, sûretten sîrete geçişin en temel şartıdır.

Nedensellik İlişkisini Kavrayan Birey: "Biz uygarlıktan, bilimden ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz." diyen Atatürk, bilimsel yöntemi toplumsal yaşamın merkezine yerleştirir. Bilim, nedensellik ilişkisini araştırır: bir olayın, bir başka olayın sonucu olduğunu gösterir. Toplumsal başarısızlıkların ve çöküşün nedenlerini kaderde değil, yanlış uygulamalar, cehalet ve dogmatik düşüncede arayan bir anlayış, empirist bir tavırdır. Birey, kendi başarısızlıklarını da "ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim" diyerek içselleştirir ve çözümü dışarıda değil, kendi eylemlerinde arar.

Sorumluluk Sahibi Birey (Telafi Erdemi): Metaforun merkezindeki "tazmin etme" ve "rıza alma" eylemi, sorumluluk bilincinin ta kendisidir. Atatürk'ün inşa ettiği hukuk devleti, bu sorumluluğu kurumsallaştırmıştır. Medeni Kanun, ceza hukukundaki reformlar, her bireyin eylemlerinin hukuki ve ahlaki sonuçları olduğunu, kimsenin bu sonuçlardan kaçamayacağını gösterir. Hukuk, toplumsal rızanın yazılı halidir ve bireyi, köpek metaforundaki gibi içgüdüsel eylemlerden alıkoyarak, hesap verebilir, sorumlu bir özne haline getirir.

3. Bölüm: Toplumsal Düzlemde Rıza İnşası: Laik, Demokratik ve Sosyal Hukuk Devleti

Bireysel dönüşüm, toplumsal bir proje haline getirilmezse, metafor kümesin dışına çıkamaz. Atatürk'ün devrimleri, bireysel "rızalık yolculuğu"nu toplumsal bir "rıza rejimi"ne dönüştürmenin kurumsal çerçevesini oluşturur.

Laiklik ve Özgür İrade: Laiklik ilkesi, bireyin vicdanını ve aklını dini otoritenin dogmatik baskısından kurtarır. Rıza, ancak özgür iradeyle verilebilir. Dini otorite tarafından dayatılan bir kabullenme, rıza değil, boyun eğmedir. Laiklik, bireyin kendi deneyimleri, aklı ve vicdanıyla iyi ve kötüyü ayırt edebilmesi, kendi "sîret"ini kendi özgür iradesiyle inşa edebilmesi için gerekli ön koşuldur. Bu, "kula kul olmayan" bireyin yaratılmasıdır.

Demokrasi ve Kolektif Rıza: Demokrasi, modern toplumların kolektif rıza üretme mekanizmasıdır. Seçimler, parlamento, siyasi katılım, bireyin toplumsal sözleşmeye aktif olarak dahil olmasını ve bu sözleşmeyi sürekli yeniden müzakere etmesini sağlar. Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, iktidarın meşruiyet kaynağını tanrısal ya da hanedansal bir kaynaktan alıp, toplumsal rızaya dayandırır. Millet, kendi kendini yönetirken, aslında kolektif bir "rızalık sözleşmesi" imzalamaktadır.

Sosyal Hukuk Devleti ve Tazmin (Telafi) Mekanizması: Metaforun can alıcı noktası, zararın tazmin edilmesidir. Sosyal hukuk devleti, bu "tazmin erdemini" devlet politikası haline getirir. Sadece bireyler arası hukuki anlaşmazlıkları çözmekle kalmaz, aynı zamanda toplumdaki sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin yarattığı "zararı" da telafi etmeye çalışır. Toplum vergi verir, devlet bu kaynakla eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri sunar. Bu, varlıklının yoksula, sağlıklının hastaya, güçlünün zayıfa verdiği dolaylı "zararın" kolektif olarak tazmin edilmesi, bir nevi toplumsal rızanın satın alınması değil, üretilmesidir. Bu mekanizma olmadan, toplumsal huzur (rıza) sürdürülemez.

4. Bölüm: Eleştirel Bir Sorgulama: Projenin Psikolojik ve Sosyolojik Zorlukları

Hiçbir proje insan doğasının ve toplumsal dinamiklerin karmaşıklığı karşısında kusursuz değildir. Atatürk'ün empirist, insan merkezli uygarlık projesi de eleştirilere ve zorluklara maruz kalmıştır.

Psikolojik Direniş: İnsan psikolojisi, Hume'un da işaret ettiği gibi, "alışkanlık"a son derece bağlıdır. Sorumluluk almak, hatayı kabullenmek ve telafi etmek, "cahil"in yaptığı gibi "daima kendini aklamak"tan çok daha zor ve yorucu bir psikolojik süreçtir. Toplumun geniş kesimlerini, yüzyılların alışkanlıklarından ve dogmalarından bir anda kurtarmak, pratikte mümkün olmamış, bu dönüşüm nesiller almıştır ve hala devam etmektedir.

Sosyolojik Çatışma: Geleneksel toplum yapıları, modernleşme projelerine direnç göstermiştir. Yerleşik çıkar grupları, dini otoriteler ve feodal yapılar, "kümes"in sınırlarını korumak için direnmiş, "ârif" ve "kâmil" insan modelinin yaygınlaşmasını engellemeye çalışmıştır. Bu, Türkiye'de modernleşme ile gelenek, laiklik ile dindarlık arasındaki gerilimin temel kaynağıdır.

Empirizmin Sınırları: Salt empirizm, metafizik inançları ve manevi ihtiyaçları tam olarak açıklamakta yetersiz kalabilir. Atatürk'ün projesi, dini tamamen reddetmemiş, ancak onu vicdan alanına hapsederek kamusal aklı şekillendirmesini engellemeye çalışmıştır. Bu dengeyi kurmak, pratikte son derece güç olmuştur.

Sonuç: İnsan-ı Kâmilin İnşası ve Süregelen Yolculuk

Köpek metaforu, bize insan olmanın statik bir durum değil, dinamik ve zorlu bir yolculuk olduğunu hatırlatır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 arasında inşa ettiği sistem, bu yolculuğu bireysel ve toplumsal düzeyde mümkün kılmak için tasarlanmış empirist, akılcı ve insancıl bir projedir. Bu proje, bireyi, deneyimleyen, sorgulayan, nedensellik kuran, sorumluluk alan ve nihayetinde telafi ederek rıza arayan bir "insan-ı kâmil"e dönüştürmeyi; toplumu ise laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti çatısı altında kolektif bir "rızalık sözleşmesi"yle bir arada tutmayı hedeflemiştir.

Bu proje, elbette insan doğasının ve tarihsel koşulların getirdiği tüm zorluklarla karşılaşmıştır. Ancak, felsefi temelleri itibarıyla, bugün bile geçerliliğini korumaktadır. Gerçek anlamda insani ve uygar bir topluma ulaşmanın yolu, bireylerin önce kendi "kümes"lerinin sınırlarını aklın ve vicdanın ışığında fark etmesinden, sonra da verdikleri zararları telafi ederek birbirlerinin rızasını aramasından geçer. Atatürk'ün mirası, bize bu zorlu ama onurlu yolculukta hala ışık tutan bir kılavuz olarak durmaktadır. Kemalettin, bu yolun sonu değil, kendisidir.

Kaynakça:

Locke, J. (1975). An Essay Concerning Human Understanding. (Orijinal çalışma 1689'da yayımlandı). Oxford University Press.

Hume, D. (2007). A Treatise of Human Nature. (Orijinal çalışma 1738'de yayımlandı). Oxford University Press.

Mill, J. S. (2007). Utilitarianism. (Orijinal çalışma 1863'te yayımlandı). Dover Publications.

Atatürk, M. K. (1997). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Hanioğlu, M. Ş. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

Mardin, Ş. (2006). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL