-Önsöz- Hayatımın yolculuğuna çıktığımda bir çift ışık değdi gözlerime. Kalbim bir tanıdığa rastlamıştı belli. Korkunun önemi yoktu. Orada olmak istedi ruhum ve oradaydı. Bana kendimi bu denli iyi hissetmek garip hissettirdi. Ama o kadar karanlık ve kararlı olamıyordum. Bırakmayı kısa bir an denedim; sonrası olmayacaktı çünkü. Ve ben henüz devamını merak edebileceğimi bilmiyordum. Gözümü ne zaman kapatsam, o anlardan kısa kısa kesitler vuruyordu beynimde bir noktayı. Bir hayaleti nasıl bulabilirdim ki? Buldum. Uzun uzun çokça şey konuşuldu sonra ve yanındayken hiç üzgün bir anım olmadı. Bu aşk değildi, beklentisiz bir karşılaşmaydı bu. Peki, ne yapmalıydı o noktada? Hayatımda ilk defa yaşanmamışlık, yaşanan bir yanlıştan daha acı veriyordu. Hem her şeyi yapabilirdim onunla, hem de hiçbir şey yapamazdım. Issızdı ama farkındaydı kendinin. Buradaydık ve iyiydik. İki kişilik kocaman bir boşluk bırakıyorduk. Belki bir gün biri, diğerinin düşlerine sızacaktı… Ama üzülmek, düşünmek ve sonrası olmak yoktu. Kabullerdi masadaki gerçeklikleri. Dolu dolu ve hanımeli kokuluydu. Gözlerinden belliydi bir şeyleri hem isteyip hem istemediği. Ne yapsa yanlıştı gibi. İnsan en çok kendine bencildi. Sonra rüya bitti, uyanırken yalnız başıma. İki mutlu insan olarak konuşacağımıza inanıyordum. Kimseyi kırmamış, üzmemiş, artık kendi için yaşamayı öğrenmiş iki göğe bakan insan. Çünkü bazı ruhlar birbirlerini hep bulur.
Hayatımın yolculuğuna çıktığımda, zihnimde binlerce acı aynı anda yankılanıyordu. Her biri kendi sesinde bağırıyor, ama hepsi birden aynı kökten besleniyordu: Benden. İçimde taşıdığım karanlık, bana ait olduğunu itiraf ettiğimde ağırlaştı. Hayatım birkaç saatlik anlardan ibaretti; kısa kısa mutluluklar, karanlık geçişler ve zaman zaman kabusa çalan uyanışlar… Her biri birbirine karışıyor, geçmişle gelecek arasında incecik bir sis perdesi bırakıyordu. Sonra, tam da o anlardan birinde; hiçbir şeyin olmadığı, her şeyin içimde kıyamet gibi koptuğu bir gecede... Gölgelerin arasında bir çift ışık değdi gözlerime. Bir anlığına tüm sesler sustu. İçimde dönen fırtınaların ortasında, kalbim sığınacak bir kara delik bulmuş gibiydi. Tüm şarkılar ve yanımda ki o sesler sustu. Kalbim bir tanıdığa rastlamıştı belli ki, yıllardır unuttuğu ama bir yerlerde hep bildiği… Korkunun şefkati diye bir şey varmış; anlatamam ama o an yaşadım. Göz göze gelmek için yanarken, gelmemek için de kaçmak anları… İnsan için günahın başlangıcıydı elmayı yeme fikri; benim de günahımın başlangıcıydı gözlerine değmem. İçimde bir yerde, “Buradan sonra bir yerde yeniden göreceğimi bilir gibiydim. Sanki orada başka insanlar olarak oturup göğe bakacaktık. Baktık da. Çocuklar gibi konuşmaların ardından, liseli küçük bir kızın hazzı yatıyordu içimde kendini henüz yeni keşfeden. Büyük bir yanlış mıydı bu, yoksa sadece öylesine denk gelen büyülü bir an mı? Önemi yoktu. Orada olmak istedi ruhum ve oradaydı. Bundan sonraki tüm cümleler günaha çıkardı artık. Kafaların içinde, bedeli ödenen ve bile isteğe işlenen cazip bir günah… Dokunuşların dünya duyularından çıktığı bir andı yalnızca benim için, ve bu bana kendimi kötü hissettirmedi. Bana kendimi bu denli iyi hissetmek garip hissettirdi. Olmak istediğim anda, olmak istediğim kişiydim. Ne dünün, ne yarının; yalnızca o anın insanıydım. Ve onun için iyi-kötü, doğru-yanlış yoktu. Bedenlerden süzülen ufak su tanecikleri, çiçek bahçesindeki yapraklardan süzülürcesine büyüleyici kokuyordu. Bu kokular sanki çocukluk gibi masumlaştırıyordu yapılan her şeyi. İçimde bir yerde beni durduran o karın ağrım olmasaydı, çok daha ileri bir his olabilirdi yaşadığım… Ama o kadar karanlık ve kararlı olamıyordum. Bedenlerin dansı, tebeşirle çizilmiş bir çerçevede sıkışıp kalmıştı kafamdaki sınırdan dolayı. Oysa benim aksime uyuşuk bedeninin getirdiği cesaretle olabildiğince özgürdü, olabildiğince andaydı. Ona katılmam için nazik, sabırlı ve arzu doluydu. Bırakmayı kısa bir an denedim; bedenim içerden savaş başlatıyordu aklıma. Her dokunuş, tüm vücudumu irkiltiyordu; her hücremde hissediyordum o tehlikeli dokunuşları. Bu bile en iyiden daha iyi hissettiriyordu. Biraz daha ilerisi gözümü korkutmuştu. Bilmem kaç senede ilkti bu... Günü bir sigara ile doğurduktan sonra, tamamlanmayan ve akılda kalan o kısa ana veda etme vakti geldi. Sarılmadan, öyle uzak, sessiz, ansız bir veda… Sonrası olmayacaktı çünkü herhangi bir iletişim aracı bu süreçte devreye girmemişti. Ve ben henüz devamını merak edebileceğimi bilmiyordum. Gün başlamıştı ve gözüm yalnızca birkaç anlık uykuluklarda gezmişti. Ama hâlâ çok dinçtim. Saatler ilerledikçe garip bir şey olmaya başladı. Gözümü ne zaman kapatsam, o anlardan kısa kısa kesitler vuruyordu beynimde bir noktayı. Başım acıyordu, karnım kasılıyordu ve gözlerimi sıkı sıkı yumup o ana tutulma hissi vardı. Silmek ister gibiydi aklım, kalbim bu yarım kalmışlığı. “Yapmadığında pişman olur insan.” demişti bu yarım gülüşlü arkadaş… Haklı mıydı? Şu an olanlara bakacak olursak, bulmam gerekiyordu onu. Bunca derdimin arasında bir de acabaları sokmak istemiyordum ama… Bir hayaleti nasıl bulabilirdim ki? Yalnızca bir isim vardı elimde. Saatlerce o isimle bir şeyleri aradım ve buldum. İmkansız değildi, sadece zaman aldı. Ve bunu isteme arzum, her durmak isteyişimde beni dürttü. Sonra yüzsüz çabamla, “Bir kahve içmek isterim,” dedim. O da “Olur,” dedi. Konuşurken, o masada hiç bir yorgunluk yoktu içimde, ne desem dümdüz anlaşılıyordum. Duygusal bir şey değil ruhsal bir bağ vardı o anda. Uzun uzun çokça şey konuşuldu sonra bir an “Üzdüm mü seni?” diye sorduğunda, aramızda olan bir kesit döküldü dudaklarımdan. Her şeyi anlatabilirmişim hissi beni ele veriyordu sürekli. Ve öylece söyledim; ‘’Vedalaşmadan kısa bir süre önce, hiç aklıma gelmeyecek ama benim için çok özel bir hareket yaptın ve avcumun içini öptün.’’ Bu andan bahsederken yüzünü çevirdi ve içi burulup, “Haklısın,” dedi. Hemen ekledim: “Ama üzgün değilim, sadece o an olması gerekliymiş demek ki.” dedim. Söylediğim her şey gerçekti. Yanındayken hiç üzgün bir anım olmadı. ‘’Seni tekrar görmekle ilgili bir planım yoktu’’ dediğinde bile sadece tebessüm etmek geçti içimden. O masada akrep yelkovanı kovalarken bir sürü kapılar açıldı hayatımızda. İlk defa tek tarafta gamzesi olan birini görmüş, çok şaşırdı. O gün doğmuş ve ben o anındaydım. Özel hissetmedim ama öyle hoşuma gitti ki… Bunun üzerine ne denir, ne hissedilir bilemedim. Sanki ikimiz de tüm gerçekleri tek avazda birbirimize anlatabilir gibiydik. Ve bu, kalbimizden geçen her şeyi aklımızdan süzmeden çıkartıyordu. Yeşili severmiş benim gibi. Gülme çizgileri o kadar kısa kalmış ki yüzünde; sanki çokça asılmış yüzü ve azca kalmıştı göğe. Hep düşünceliydi. Elimi başına koyup, saçlarında gezdirip, tüm o kötü düşüncelerini, fazla karamsarlığını avcumun içinde şifaya dönüştürmeyi istedim. Bu aşk değildi, sevgi... Hatta bu dünyadan bir duygu değildi. Beklentisiz bir karşılaşmaydı bu. Hayatımızda mola vermemiz gereken bir anda yaslandığımız koca bir çınar ağacı gibi. Anlaşılmanın en büyük huzur olduğunu anlatmaya gelen kısa bir rüya anıydı. Sorulan tüm sorulara, tüm berraklığı ve cesaretiyle cevap veren iki kişilik bir piyesti bu. Seyircisi, içimizde yaşattığımız tüm maskelerimizdi. Ve biz çırılçıplaktık, kurtulmuştuk dünyanın o amansız çabasından. Ama aklımızdakilerden kurtulmayı başaramıyorduk. Saklandığımız her duvarın arkasından çıkıveriyorlardı. İkimizin de en kötü özelliğiydi merhamet. Ama ikimize de en çekici gelen şeydi bu yanlış. Peki, ne yapmalıydı o noktada? Teşekkür edip, buruk bir selamlamayla vaz mı geçmeliydi aklındaki en karanlık, en arzulu o günahtan, yoksa kaderin elinden kaçıp sıkı sıkı sarılıp sarmalamalı mıydı tüm günahları? “Ne istiyorsun?” derken verdiğim cevabın netliği… Gözümün o karalığı hiçbir siyahta yoktu. “Seni,” dedim korkusuzca. Hayatımda ilk defa gerçekten olmak istediğim ve olmak istediğim için pişmanlık duymadığım, korkmadığım bir andaydım.
Daha önce anlattığım karnımdaki kasılmalar bunu terk etme fikriydi. Yaşanmamışlık, yaşanan bir yanlıştan daha acı veriyordu demek ki… Bunu öğrenmiştim ve tekrarlamaya hiç niyetim yoktu. Konuştuğumuz her şey beni o denli şaşırtıyordu ki… Hem her şeyi yapabilirdim onunla, hem de hiçbir şey yapamazdım. Çok düşünüyordu, kırıktı bir yanı. Bu sefer doğru görüyordum. Geçmişte gördüğümü ve tanıdığımı sandığım bir çift göz daha olmuştu ama bu… Bu öyle değildi. Issızdı ama farkındaydı kendinin. Hayatını yoluna sokmak için kendinden mi veriyordu, anlamadım. Ama durduruyordu kendini. Başarıyordu da. Belki şifa olmak için değil ama anlaşılmak ve beklentisizlik içinde büyülenmek için denk gelmiştik. Kader bir maya çalıyordu içimize ki kırgın dehlize ve zordu tutması… Ama burada oturuyor olmamız da çok uzak bir ihtimali değil miydi kaderin? Buradaydık ve iyiydik. Bir şey olmak istemiyorduk. Bir şeydik zaten. İsimsiz ve uzay boşluğundan bile daha sakin bir yerde, biz bir şeydik. Ne söylenirse doğruydu, çünkü yalan için fazla gerçekti bu anlar. Bu masaya iki kişilik kocaman bir boşluk bırakıyorduk. Ve onlar, o masada kaç zaman geçerse geçsin, saatlerce konuşuyor olacaktı. Yıllar önemli değildi onlar için. Hayatlarımıza devam ederken biz, o iki parça kendi gerçekliklerinde bir gün tekrar denk gelmemizi bekleyeceklerdi rüyalarında. Belki bir gün biri, diğerinin düşlerine sızacaktı… Kahramanlarımız, farklı bir dünyanın var olduğu garip bir gerçeklikte kalacaklardı. Uzunca düşünülmedi üzerine, “Hadi,” denmesini beklediler. “Hadi,” dedi biri. Ama üzülmek, düşünmek ve sonrası olmak yoktu. Kabullerdi. Aralarındaki bu küçük sözleşme, gözlerle onaylandıktan sonra, masadaki gerçekliklerinden kopup, yeşillerin arasında uzaklaştılar. Orada kalan gerçeklikleri ise onlara “Bir gün,” deyip veda ettiler, kendi zamanlarına sarılıp. Sonrası, terli anların günahıyla bulandı. Sanki ilkti ve tüm duyuların en saf haliyle hissediliyordu her temas. Daha önce hiç yaşanmamış bir an gibi… Dolu dolu ve hanımeli kokuluydu. Bir sigara molasında “Hayatımı düzene sokmam lazım,” dediğinde, “Ben beklerim,” demek geçti içimden ve dedim. “Biliyor musun,” dedim. Daha önce onun da dediği gibi, “Birkaç ay sonra denk gelseydik keşke, şöyle bir 5 ay iyi olabilirdi.” Konuşmadı ama gözlerinden belliydi bir şeyleri hem isteyip hem istemediği. “Ciddi misin?” dedi. Hiç bu kadar ciddi olamamıştım. Gözlerim yanlış görüyor, fazla anlam yüklüyor olabilirdi bu anlara. Ama kalbim yanlış hissetmezdi. O, bir anda sıkışıp kalmıştı. Benim gibi. Ne yapsa yanlıştı gibi. Birine yapılan yanlış, kendimize yaptığımız yanlıştan daha çok düşündürüyordu bizi. İnsan en çok kendine bencildi. Ama bu gece değil. Bu gece biz yalnızca dünyaya bencil olacaktık. Elimden tutup içeri sürükledi beni ve tekrar bir bütün oldu tüm düşüncelerimiz. Sınır yoktu burada. Her şey fazla gerçek ve istek doluydu. Sanki en etkili iksiri içmiştik ve tüm duyularımızla biz oluyorduk. İhtiras, hiç bu kadar kendimde hissettirmemişti bana. Kontrolü elimden bırakmaksa hiç bu kadar özgür. Sonra rüya bitti. Sözleşmenin bitiş anı geldi çattı. Kalmak için fazla ısrarcı olsam da gitmem gerektiğini biliyordum. Gözlerinde görüyordum. Bunu istiyordu. Ama kader bir kere daha rezil etti beni. Küçük ördek yavruları gibi dolandım durdum evinde. Yeşilsiz yaşamayan evinde. Kendince bir alanı vardı ama sanki yaşamıyordu orada. Sadece zamanını geçiriyordu. Ve bu yeterliydi onun için. Ya da o, öyle olduğunu düşünüyordu. Tek yeşili, yılbaşından kalma yapay dallarında süslenen Noel baba süsleriyle yılbaşı ağacıydı. Gözüm hep etrafa yeşiller kondurdu durdu, salonun… Uyanırken, yalnız başıma. O, odasında uyurken, parmak uçlarımda ziyaret ettim gizlice. İnanır mısın bilmem ama hiç üzgünlük yoktu içimde. Ne kadar yanında kalmak istesem de, gitme fikri hiç canımı acıtmıyordu. Dün gece bir şey olmuştu. Ve ben artık o kişi değildim. İçimde bir yerde, kaderin çaldığı o mayanın bizim için olmasa da hayatlarımız için çok önemli şeyler tutturacağını ve bir sonraki denk gelişimizde, iki mutlu insan olarak konuşacağımıza inanıyordum. Bunu hissediyordum. Birlikte olduğumuzu değil, İki ayrı mutlu ve kafasındaki her şeyi oturtmuş, hayatının trenini rayına sokmuş iki insan... Kimseyi kırmamış, üzmemiş, artık kendi için yaşamayı öğrenmiş iki göğe bakan insan. Rüyalar biter bazen. Ama çok istersek devam ettiririz. Bazense yalnızca tadı damağımızda bırakıp giden kısa bir andan ibarettir. Geleceği bilmek mümkün değil çünkü. Hayat planlarını yapsın. Biz hep mutlu olalım. Nerede, kiminle ve ne zaman olduğunun bir önemi yok. Bazı ruhlar birbirlerini hep bulur.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.