Mansur bin Hüseyin, bilinen adıyla Hallac-ı Mansur... O, asırlar boyunca, tasavvuf yolcularının bir ucu keskin kılıç, diğer ucu ise sonsuz bir aşk denizi olan menkıbesi olagelmiştir. O, zühd ve riyaze...
Pişmanlığın Tohumları Mansur’un yakılıp küllerinin Dicle'ye savrulmasının üzerinden on yıllar geçmişti. Bağdat, fiziksel olarak Dicle'nin taşmasından kurtulmuştu, ancak bu olayın manevi ağırlığı şehrin vicdanını terk etmiyordu. Özellikle Mansur’u yargılayan ve hükmünü veren Kadı’nın çevresindeki ulema sınıfı, gece uykularını kaybetmişti. Yaşlı Kadı’nın kendisi de artık köşesine çekilmiş, ömrünün son demlerinde vicdanıyla hesaplaşıyordu. Mansur'un zindan duvarlarını yok edişi, kanıyla toprağa yazdığı "Ene'l-Hak" sözü ve Dicle'nin isyanı, aklından çıkmıyordu. Kadı, her secdeye vardığında, bir masumun kanının ellerinde olduğunu hissediyordu. Mansur’un kerameti, fiziki bir gösteri değil, vicdanları kemiren bir hakikat tohumuydu. Fikirlerin Dirilişi Mansur’un fikirleri, yasaklara rağmen, dervişler ve âlimler arasında gizlice fısıldanıyordu. Onun 'Enel Hakk' sözünün, kendi nefsini değil, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu (Vahdet-i Vücûd) ifade eden derin bir tevhid (birlik) ifadesi olduğu anlaşılmaya başlandı. Mansur'un hocası Şeyh Cüneyd-i Bağdadî, öğrencisinin yolunun sekir (manevi sarhoşluk) yolu olduğunu kabul etmişti. Cüneyd, ölümünden kısa bir süre önce, öğrencisi için şöyle demişti: "Hüseyin, hakikati o kadar yüksek bir tonda söyledi ki, bu dünyadaki kulaklar onu kaldıramadı. O, yükseklerin en yükseği idi." Bu sözler, Mansur’un itibarının iade edilmesinde dönüm noktası oldu. İtibarın İadesi ve Yeni Nesil Yeni nesil sûfiler, artık Mansur'dan korkmuyor, aksine onu bir rehber ve "Şehîd-i Aşk" (Aşk Şehidi) olarak görüyordu. Ebu Said ibn Ebil Hayr gibi büyük mutasavvıflar, Mansur'un çektiği çilenin, tüm tasavvuf yolunun bir kefareti olduğunu ilan ettiler. Mansur’un felsefesi, Bağdat'ın duvarlarından ta Horasan’a kadar yayıldı. İnsanlar, artık camilerde değil, kalplerinde imanı aramaya başlamışlardı. Mansur, ölümünden sonra bile amacına ulaşmıştı: Riyakâr dindarlığın örtüsünü kaldırmak ve insanları hakiki aşka yöneltmek. Zamanla, onun idamının tamamen siyasi nedenlerle gerçekleştiği, sözlerinin kasten yanlış yorumlandığı gerçeği gün yüzüne çıktı. Mansur’un fikirleri, artık kınanmak yerine, tasavvufi düşüncenin temeli olarak kabul ediliyordu. Hüseyin bin Mansur, resmen aklanmasa bile, manevi mahkemelerde ve halkın vicdanında kutup (manevi lider) mertebesine yükselmişti. Bir zamanlar lanetlenen mezarsız bedeni, artık aşk yolunun en kutsal makamı olarak görülüyordu. Mansur'un kerametleri, artık fitne değil, ilahi lütfun kanıtıydı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.