Yıl 1957… Aşağıseyit’te sandıklar kuruldu. Ülke çapında genel seçimler var, millet sandığa rey vermeye gidiyor. Ben de ilkokulun öğretmeniyim ve sandıkta görevli durumundaydım. Aslında 1958’de yapılması gereken seçimleri ekonomide yaşanan darboğaz ve ülkedeki siyasi çalkantılar sebebiyle DP iktidarı bir yıl evvele alarak öne çekmişti. 1957 seçimlerinde Çal’dan memur gelmişti köye… Seçim memuru köye gelip seçim sandığını hazırlamış; ‘‘Buyurun!’’ dedi köylülere. ‘‘Atın reylerinizi sandığı!’’ diye seslendi. Herkes ‘‘Ben atmam!’’ deyip duruyordu. Zira herkeste ‘‘oyumuzun rengi belli olur’’ korkusu hakimdi. ‘‘Sandığın en dibindeki rey bizim olacağı için belli olur’’ diye korkuyordu köylüler. Seçim memuru şaşırmıştı: ‘‘Neden rey atmıyorsunuz sandığa?’’ diye sordu. Herkes: ‘‘Korkarız’’ diye karşılık verdi. Sandığın en dibindeki reyin kendilerine ait olacağını ve belli olmasından korktuklarını söyledi herkes. Memur o anda sandığı çevirip durdu ve: ‘‘Bakın ne oldu sandık? Alabora oldu. Altı üstü yanı yurdu ne oldu, karıştı.’’ dedi. Ben de öne çıktım ve hayatında ilk kez seçimde görev alan bir öğretmen olmanın verdiği heyecanla: ‘‘Ben atayım reyimi sandığa. Hatta istersen reyimi nereye vereceğimi de sana söyleyivereyim.’’ deyiverdim seçim memuruna. Bende de ne yürek varmış, görün yani. Zaten reyimi de CHP ve İsmet İnönü’ye verecektim. Zaten o tarihlerde kafa kafaya seçimde iktidar yarışında olan iki cenah vardı; bir yanda CHP ve lideri İsmet İnönü, öbür yandaysa DP ve lideri Adnan Menderes… Diğer minör ve majör partiler ise fark yemişlerdi ve zerre kadar şansı yoktu. Seçim memuru bana anında mani oldu ve: ‘‘Aman söyleme hocam! Olmaz öyle şey Kazım hocam! Sakın!’’ diye haykırdı. Ben de: ‘‘Tamam, dediğiniz gibi olsun ama bu köy ahalisi benim reyimin rengini üç aşağı beş yukarı keşfeder, tahmin edebilir.’’ deyiverdim. Seçim memuru boyuna: ‘‘Sen yine de belli etme rengini hocam.’’ dedi. Neticede Aşağıseyit Köyü’nde kurulan 1957 seçim sandığından rekor oranda Menderes ve Demokratlar birinci çıktı. İnönü ve Halk Partililerse çok az oy toplayabildiler Aşağıseyit’ten. Demokrat Parti’nin, halk tabiriyle Demirkırat’ın 3.kez zaferle ayrıldığı 1957 seçimlerinden sonra ortalık karışmaya başlamıştı. Bilhassa DP iktidarına yakın olarak kurulan Vatan Cephesi giderek güçlenmeye başlamış ve bu teşkilata katılanların isimleri her gün radyolardan okunmaya başlamıştı. Zaten dananın kuyruğu Vatan Cephesi-Nifak Cephesi tartışmaları yüzünden çok yakında kopacaktı. Hakeza 1958 yaz tatilinde Alayaka’daki babamların evinde de sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. Okul tatilinde köye gittiğimde babamın canını çok sıkkın görmüştüm. Sabahları zaten erken kalkma alışkanlığında olan babam, neredeyse uyku yüzü görmez olmuştu. Gecenin bir vaktinde kalkıp ne zaman tuvalete gidecek olsam, babamı oturma odasındaki berjer koltukta, başı ellerinin arasında düşünürken buluyordum. Bana fark ettirmemeye çalışıyorlar, anlatmıyorlardı ama biliyordum ki bir şeyler iyi gitmiyordu. Israrlarım karşısında baklayı her zamanki gibi annem çıkardı ağzından:
"Köy muhtarından bir Vatan Cephesi Ocağı açmasını istiyorlar! Muhtar da babanı sevip saydığından ona fikrini sorunca babanın fikri de olumsuz yönde olmuş. Muhtara da eğer böyle bir şey yaparsa köyün paramparça olacağını, yıllarca bir arada yaşayan insanların birbirine silah çekecek noktaya geleceğini, kendisinin de bir muhtar olarak bunun vebalini alacağını söyledi. Ancak muhtar Nuh diyor peygamber demiyor ve bu Vatan Cephesi açılması isteğinin kendisi için emir olduğundan bahsetti. Baban da buna çok üzüldü" dedi.
"Muhtardan böyle bir istekte bulunan kim?"
"Kim olacak, hükümet!"
Kahkahalarla gülmeye başladım. Sabah, öğle, ikindi ve akşam haberlerinden sonra, radyoda Vatan Cephesi'ne katılanların listesi okunurdu. Ahmet filanca şu kadar kişilik hane mensubuyla, Mehmet falanca, karısı, çocukları, annesi babası, on iki kardeşi, yengeleri ve yeğenleriyle, şu kişi peşinde bilmem kaç kişiyle, bu kişi işyerindeki bütün çalışanlarıyla hatta bazen vefat etmiş kimselerin bile aralarında bulunduğu listelerle, insanlar her Allah'ın günü Vatan Cephesi'ne katılırlardı. Vatan Cephesi'ne katılanların radyoda okunması, Demokrat Parti'nin bir nevi propaganda aracıydı ama herkesin hatta aklı başında DP'lilerin bile alaya aldığı bir maskaralıktı. O kadar ki, İstanbul Valisi Ethem Yetkiner'in girişimiyle 1958 yılında kapattırılan "Ajans Haberlerini ve Partizanca Neşriyatı Dinlemeyenler Derneği" adlı bir dernek bile kurulmuştu. Benzer bir tablo Aşağıseyit’te de egemendi. Zaten daha ben oradayken hava gerginleşmeye başlamıştı bile. Nitekim benim tayinim Çapaklı Köyü’ne çıkıp da Aşağıseyit’ten ayrıldıktan çok sonraları insanların birbirine girdiğini öğrendim. Köy ahalisinin bir kısmının hastaneye, bir kısmının da hapishaneye gittiği haberini işitmem çok uzun sürmedi. Köy ahalisinden geriye kalanlar da uzaklara kaybolmuş, dağılıp gitmiş. Ben bunları Çapaklı’ya gelen ve gezgin eskicilik yaparken gördüğüm Aşağıseyit Köyü’nün bir genç delikanlısından öğrenmiştim. Bir kucak köseleyi almış eline, pabuç tamiri yapıyordu. Elinde çekiç, ayakkabıları tamir ediyordu. Eskiciliğe meyletmiş bu delikanlıyı Çapaklı’da gördüğümde bana ‘‘Vay hocam!’’ diyerek sevgiyle sarıldı. Ben de ona: ‘‘Ne arıyorsun buralarda sen, hangi rüzgar attı seni buraya, neler yapmaktasın.’’ diye sordum. Delikanlı da: ‘‘Hocam sen gittikten sonra köyde biliyor musun neler oldu?’’ dedi. Ben de meraklanıp ne yaşandığını sorduğumda genç delikanlı Aşağıseyit Köyü’nde ayaklanma çıktığını, köy ahalisinin birbirinin gırtlağına düştüğünü söyledi. Delikanlı: ‘‘Hocam, şu an köyün bir kısmı hastaneyi, bir kısmı da hapishaneyi boyladı. Geri kalanı da köyü terk edip gitti. Senin anlayacağın köyde hayat bitti, kalmadı hocam.’’ dedi. Kendisinin de köyden alıp başını gittiğini, yollara düşüp az giderek uz giderek çerçi gibi, işportacı gibi bu köy benim şu köy senin demeden gezerek ayakkabı tamiri yaptığını söyleyerek: ‘‘Arkama bir sürü köyü ala ala rüzgar beni buraya, Çapaklı’ya atıverdi hocam.’’ deyiverdi. Ben de bu delikanlıyı evime götürüp bir öğle yemeği yediriverdim. Yemek bitince genç delikanlı demirini topraktan çekti, köselesini dürdü, çivi kutusunu kapattı ve en son da çiriş çanağını aheste aheste sarmaladıktan sonra bana: ‘‘Ben artık giderim hocam, yolcu yolunda gerek, duramam gayrı ben buralarda. Benim bir köyde durabileceğim süre en fazla 2 gündür.’’ dedi. Belli ki başından geçen olaylardan sonra o da çok düşman kazanmış olsa gerek, aman kimliğim belli olur, insanlar beni tanır ve bir düşmanım da beni bulur korkusu her halinden belli oluyordu. Ertesi gün karşılaştığımızda bana dedi ki: ‘‘Ben buralardan gidersem hocam, belki tekrar karşılaşamazsak bir daha görüşemeyiz o yüzden hoşça kal hocam. Köyümün okulunun hocası olduğuna sevindim. İyi ki Allah bizi seninle haşretti. Seni tanımak çok güzeldi. Sen iyi insansın. Hakkını helal et hocam. Ben bundan kelli göçebeyim, gezgin bir eskiciyim, köy köy ilerliyorum.’’ diye de ekledi. Köseleyi almış eline; örs, çekiç falan her şey kucağında bana ‘‘Hiç bilmediğim bir işi öğrendim bak hocam, hayat ve yaşadıklarım öğretti bana.’’ dedi. Gittiği köylerde geceleri köy kahvehanelerinde geçirdiğini de söylemeyi unutmadı. Gittiği köyün kahvecileri merhamet gösterip ona geceleri sandalyeleri birleştiriyorlarmış. Eskici olan delikanlı bir sandalyede oturduğunu, bir sandalyeyi de başının altına koyduğunu ve sıcak kahvehanelerin içinde havanın soğuk olmasına karşın kahvehanelerin içindeki sıcak atmosferden çok rahat uyuduğunu söyledi. Ertesi sabah Çapaklı Kahvehanesinin önüne gidip camdan baktığında içeride o delikanlıyı göremedim; pılını pırtını toplamış, tasını tarağını alıp gitmiş. Bir daha da o Aşağıseyit delikanlısıyla yolumuz kesişmedi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.