Bir gün köyümün yokuşundan çıkıp evime doğru ilerliyordum, yanımda halamın oğlu Kamuran vardı. Kendisiyle bir yandan eve doğru yürürken bir yandan da gelecekte ne olmak istediğimizi, ne hayallerimizin olduğunu konuşuyorduk. Evimizin önüne doğru geldiğimizde bisikletli bir postacının evin kapısını yumrukladığını gördük. O günde de evde kimse yoktu, annem rahatsızlanıp şehre gitmişti ve iki gündür hastanedeydi, babam da başında refakatçıydı. Kamuran’a dönüp: ‘‘Belli ki bir yerden haber var, hayrolsun inşallah kim ise artık?’’ deyince Kamuran da ‘‘Ziyanı yok, anlarız şimdi.’’ dedi ve süratle evin kapısının önünde soluğa aldık. Postacıyla yüz yüze geldiğimizde elimize bir zarf verdi ve imza aldıktan sonra gitti. Sonrasında eve girip bir köşeye çekildim. Zarfı da yanıma koydum. Elim çenemde, yanımdaki zarfa bakıp uzun uzun acaba kimin yolladığını düşünürken hızla içeriye girerek beni düşünce deryasından alıkoyan Kamuran’a zarfı uzattım ve benden önce okumayı öğrendiği için ondan içini açıp okumasını istedim. Kamuran zarfın içini açınca mektubun evimizin büyüğü Rasim ağabeyden geldiğini söyledi. Ben de içimi çeke çeke: ‘‘Rasim’den mektup geldi ama okuyacak kimse yok. Eee okula zamanında başlayamadığım için okuma yazmayı daha okuyup öğrenemedim. Gerçi haftaya Musa Efendi’nin evine gideceğim, kızı bana temel bilgileri öğretme sözü vermişti. Yalnız ne iyi olurdu okula zamanında başlayıp da okuma yazmayı orada sınıf ortamında canlı canlı öğrenseydim de şu mektubu ben okusaydım.’’ diye Kamuran kuzenime dert döktüm. Kamuran da bana moral verdi: ‘‘Sen çok zekisin, benden daha çabuk ve daha iyi öğrenirsin okuma yazmayı.’’ diye cevap verdikten sonra mektubu okumaya koyuldu: ‘‘Babacığım, uzun zamandan beri mektup yazamadım. Kusura bakmayın. Şimdilik iyiyim. Sağlığınızın bozulmamasına duacıyım.’’ Ben de: ‘‘Hayırdır son mu, bitti mi şimdi?’’ diye sordum. Kamuran da: ‘‘Birkaç satır sonra bitiyor. Gerisi yalnızca sevgi sözleri, temenni benzeri kelimeler ve uzattıkça uzattığı bilindik selam kısmı.’’ Ben de dudaklarımı büküp acı bir kahkaha atarak: ‘‘Bizi unuttu muhakkak bu çocuk.’’ deyiverdim. Bu arada Rasim ağabeyimin acıklı ve trajik hayatını, nasıl evimizin bir neferi olduğunu da belirtmek istiyorum. Babam vaktiyle Davutpaşa Kışlası’nda askerlik görevini ifa ederken ona bir askeri cezaevinde gece nöbeti tutma görevi vermişler. Babam da o askeri cezaevinde gece nöbeti tutma görevini yaptığı esnada cezaevinden çıkmasına sayılı günler kala genç bir tutuklu delikanlının koğuşta giriştiği bir kavgada öldürülmesine ve kendisiyle beraber cezaevine giren küçük erkek evladının ortada yetim ve kimsesiz kalmasına tanıklık etmiş. Öldürülen tutuklu delikanlı, bir başka erkekle baba zoruyla evlendirilmeye çalışılan yavuklusunu köyden İstanbul’a kaçırmış ve burada bir yolunu bulup yıldırım nikahı kıyarak onunla evlenmiş. Bu yüzden de köyden namus cinayeti için gelen kızın ağabeyi de bu delikanlıyı bulmuş ve silah çekmeye kalkışmış, delikanlı da canını kurtarmak için meşru müdafaa hakkını kullanmaya çalışmış ve o hengame içerisinde kızın köyden gelen ağabeyi kazayla ölmüş. Böyle olunca da delikanlı içeri atılmış ve ağabeyi mezara, sevdiği oğlan da zindana düşen kız bu acıya dayanamayıp canına kıymış. Kızla beraber kaçtığı delikanlının evliliğinden dünyaya gelen küçücük erkek çocuğu da öksüz kalmış ve kimsesi de olmadığından cezaevine babası olacak delikanlıyla beraber girmiş. Küçücük çocuğun adı Rasim’miş. Çocuğu cezaevinde babası tek başına büyütmüş. Çocuğuna tek başına cezaevinde bakan genç baba, cezaevinden çıkmasına sayılı günler kala da cezaevinde herkese kan kusturan belalı bir külhanbeyinin azmanlıklarına boyun eğmeyip dik bir duruş sergileyince külhanbeyi de bu delikanlıyı şişlemeye kalkışmış ve aralarında epey bir boğuşma olmuş, boğuşma sonucu cezaevinden çıkmasına sayılı günler kala küçücük çocuğu olan delikanlı ölürken yine aynı boğuşmada külhanbeyi de yaralanmış ve kesilen damarından dolayı da hastanelik olmuş. Delikanlının ölmesiyle erkek çocuğu da hem yetim hem de kimsesiz kalmış. Koğuştaki olay öyle gürültülü olmuş ki sadece gardiyanlar değil, cezaevinde nöbet tutan askerler dahi içeriye doluşmuşlar. O esnada da tezkeresine sayılı günler kalan ve son görevi de bu askeri cezaevindeki nöbet olan babam da bu olay neticesinde hem yetim hem de kimsesiz kalan küçük Rasim’i sahiplenip kanatları altına almış. Adeta kendi öz çocuğu gibi şefkat ve sevgi gösterip kollamaya başlamış onu. Neticede köye gelen babam tezkeresini almış delikanlı olarak yanına zavallı küçük Rasim’i de alıp döndüğünde ise dedem babamı anında everivermiş. Dedem küçük Rasim’i öz torunu gibi kabul edip kanatları altına almış, halalarım ve amcalarım da öz yeğenleri gibi baş tacı etmişler, babamla daha yeni evlenen annem de küçük Rasim’i sanki kendi dünyaya getirmiş gibi benimsemiş ve daha evlenir evlenmez kısa sürede dünyaya getirdiği çocuklarından hiç ayırmamış. Rasimcik de hakikaten evin en büyük kızları olan iki ablama, abim Fevzi’ye, bana ve küçük kardeşlerime ağabey gibi davranıyordu. Babam canlı canlı trajedisine şahit olduğu Rasim’in üstüne çok titremişti, Rasim de çok zeki bir oğlandı. Çalışkanlığıyla hep okuduğu yerlerde parmakla gösterilmiş, şu anda da mühendislik okuyor, Almanya’da eğitim görüyordu. Babam da Rasim’e sarf ettiği emekler boşa gitmediği için çok mutlu oluyordu. Şimdi bu Rasim babama mektup yazıp yollamış ama annem rahatsızlığı yüzünden hastanede olunca babam da yanı başında olduğu için evde yoktu ve mektubu ben almıştım, halamın oğlu Kamuran okumuştu. İçimi çeke çeke: ‘‘Ben ona ne kadar saygı duyuyordum, ben olayım, Fevzi abim olsun, ablalarım olsun, küçük kardeşlerim olsun ‘‘abimiz’’ diye peşinden koşardık. Babam bizden fazla onun için bir sürü emek sarf etmişti. Hayatında şu cehaletin ne kadar çok zararlı olduğunu gören babam beni tahsile zamanında başlatacak imkanı bulamadığı halde Rasim’i eğitime vaktinde başlatmıştı. Bunda muhakkak bir iş olmalı, zira bu kadar kısa mektup yazılır mı, neredeyse bizi unutmuş gibi bir tavrı var, inşallah bir Çapanoğlu çıkmaz diye ümit ediyorum.’’ Kamuran da: ‘‘Niye darılıyorsun yahu, zaman bulamamıştır. Bakalım kitapları karıştırmaktan zaman bulabiliyor mudur? Yarın sen de okula başladığında aynı biçimde kitaplarınla, derslerinde, sorumluluklarında meşgul olacaksın.’’ dedi ve biraz duraklayıp devam etti: ‘‘Bugün traktör tamamen bozuldu. İşimiz geri kalacak. Ah Rasim ağabey olsaydı. Hemen düzeltirdi. Traktör tamirini ne güzel biliyor, yapıyordu. Her bir şeyi başarmayı, becermeyi ne çok seviyordu… Bana ‘‘Gel sana öğreteyim’’ dediğinde ondan kaçmıştım. Adam gibi işler öğrenmek yerine serserilik yapmak, gezip tozmak, gönül eğlendirmek yapmak daha çok işime geldi işte.’’ Ben de nasihat veren yaşlı dedeler gibi tavır takınıp: ’‘Bak Rasim ağabeyi taaa uzağa Alamanya’ya gönderip okuttuğumuzun kıymeti buradan belli oluyor. Sırf bunun için dünya paralar dökülmekte yani. E tabi şaka değil makine mühendisi yetiştiriyoruz yani, kolay iş değil bu işleri yapabilmek her yiğidin harcında yok.’’ diye koltuklarımı kabartmaktan kendimi alamadım. Kamuran da gitmek için müsaade isteyince ben de müsaade ettim ve onu kapıya kadar uğurladım. Sonrasında pencereden dışarıyı seyre daldım. Kendi kendime söylenmeye başladım: ‘‘Rasim ağabey geri döndüğünde bakalım neler yapacak? Babacığımın tüm imkanlarını, varını yoğunu seferber etmesi ona daha iyi bir gelecek hazırlamaktı. Neticede bir gün bizler de Rasim ağabey gibi tahsil göreceğiz, gurbetlere gideceğiz…’’ diye kendi kendime konuşurken birden kapının çalınmasıyla irkilerek kurduğum sesli düşlerden uyanıverdim. Koşup kapıyı açtım. Gelen Rasim ağabeyimin, Fevzi ağabeyimin ve benim kirveliğimi yapmış olan, babamın çocukluk arkadaşı Güngör Kahya idi. Kendisini eve buyur ettim. Konuşmaya başladık ve hal hatır faslından sonra Güngör Kahya: ‘‘Yine traktörü bozduk evlat! Vilayetten adam getirttim. Bir iş de yapamadım bugün aksilikler geldi mi de üst üste geldi iyi mi! Vilayetten gelen adam ne dese beğenirsin; ‘‘Bu iş görmez!’’ dedi. Halbuki geçen sene de aynı durumdaydı, Rasim abin düzeltmişti. Bu sene ise bayağı işler kesat. Vallahi ben bıktım!’’ dedi ve biraz duraklayıp yutkunduktan sonra içini çeke çeke devam etti: ‘‘Valla şu Rasim evladımız hayırlısıyla hele bir gelsin var ya, her işi yapacağız, ne rica edersem anında yapılacak. Para mı lazım? Al sana para diyeceğiz. Bütün köylü onu bekliyor.’’ Ben de cevap verdim: ‘‘O sırf iş yapmak istesin, biz ailesi olarak her türlü katkıyı ona sunmaya dünden hazırız, ailesi olarak bizden açık çek.’’ deyiverdim. Sonra Güngör Kahya’nın gözleri babamı aradı ve: ‘‘Hacı Ağabey evde yok mu?’’ diye sordu. Aslında babacığımın adı Hüseyin’di ama kendisi hacca gitmek istemesine rağmen yoksulluktan dolayı gidemediğinden insanlar babamı taltif etmek için onu ‘‘Hacı, Hacı abi, Hacı amca, Hacı dayı’’ diye çağırırlardı. Ben de babamın şehre kadar indiğini söyleyip ona bir çay yaptım. O da çayını içtikten sonra babamdan satın aldığı keçinin parasını masaya bırakarak: ‘‘Hacı ağabeye selam söyle.’’ dedi ve bir de: ‘‘Sabah hanım cebime bir avuç fıstık koymuştu, bir türlü yiyemedim, zira sabahtan beri koşuşturup durduğumdan fırsat olmadı yemeye. Ben yiyemedim sen ye, ye de akıllı, zeki bir çocuk ol, Rasim abin gibi çalışkan, başarılı bir talebe ol.’’ dedi ve cebinden çıkardığı bir avuç fıstığı avucuma tutuşturdu. Ben de Güngör Kahya’yı uğurladım. Beynimde şimşekler çakmıştı. Ben de Rasim ağabeyim gibi çalışkan, parlak bir öğrenci olacaktım. Rasim abi de kendisine güvenenleri mahcup etmedi ve Türkiye’nin o günkü en genç makine mühendislerinden biri olarak ülkeye dönüş yaptı. Şeker fabrikalarındaki üretim motorlarında, ayrıca Devrim arabalarının yapımında başarı kütüğüne imza çakan milyonlara yakın genç mühendislerden biri oldu. Köy Enstitüsü mezunu olarak köylere ilkokul öğretmeni olarak ışık olan bendeniz de, matematik öğretmeni olan küçük biraderim Tuğrul da, Tekel Başmüfettişi olan abim Fevzi de Rasim abimizi takip ederek imkansızlıklar altında okuyup geleceğimizi inşa ettik.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.