AP AZİZ DEDE
( Yedioluk'tan Doğan Işık )
Roman
Hüseyin TURHAL
Anadolu coğrafyası, yüzyıllardır sadece toprak değil, aynı zamanda inançların, sırların ve erenlerin nefesini de taşır. Bu topraklarda yetişen her bilge, her Dede, birer manevi ışıktır. Adıyaman’ın yü...
Bulam’da yıllar su gibi akıp geçmişti. Aziz, artık sadece ocağın saygı duyulan bir ferdi değil, aynı zamanda Hasan Efendi’nin halifesi olarak görülen, olgun bir gençti. Curası, dağların yankısı olmuştu. Sazının tınısı, hem yakarır hem de coştururdu. Toplum içinde itibar görüyordu; sözü dinleniyor, kerametleri fısıltıdan fısıltıya dolaşıyordu. Ancak bu itibar ve sevgi, Aziz’in ruhunda derin bir rahatsızlık yaratıyordu. "Övünmeyi sevmezmiş." Atalarından miras kalan o ilahi nur, başkalarının gözünde yükselmesine neden oldukça, Aziz kendi nefsini küçültme ihtiyacı hissediyordu. Şöhretin ve makamın, canı Hâk yolundan ayıracak bir perde olduğunu biliyordu. Bir cem sonrasıydı. Dede Hasan Efendi, oğluna baktı. "Ne var Aziz'im? Gözlerinde gurbetin hüznü var." Aziz, sazını yavaşça yere bıraktı. "Baba, burası dar geliyor artık. Sevgi büyük, itibar çok. Ama bu itibar, zahiri yönümü besliyor. Ben ocağın sırrını, yani batıni yönümü geliştirmek istiyorum. Nefsimi öldürmeden, benlikten geçmeden, o kerametler bana yük oluyor." Hasan Efendi, başını salladı. Ağuçan soyunun, hakikate ulaşmak için kendi kabuğunu kırması gerektiğini biliyordu. "Git," dedi. "Ama unutma. Ağuçan'ın yolu, parayı sevmeyen, kimseye kötülük yapmayanın yoludur. Sen yanından geçen Türk, Kürt, Alevi, Sünni ayrımı yapmayacaksın. Kucağını bütün insana açacaksın." O gün, Aziz Dede sırtına heybesini, eline ise sadece üç telli curasını alarak Bulam’ı terk etti. Gidişi sessizdi, tıpkı hayatının geri kalanı gibi. Amacı, ünlenmek değil, aksine, kimsenin tanımadığı bir yerde, sadece kendini Hakk’a adamaktı. Yolculuğu, bir dervişin çile yolculuğuydu. Köy köy, şehir şehir dolaştı. Her yerde insanlarla tanıştı, onların dertlerine ortak oldu. Curası, onun dilinden anlamayanların bile kalbine dokunan bir tercüman oldu. Bu gurbet, onun için hem zahiri bir yolculuktu (mekân değiştirmek) hem de batıni bir eğitim (nefsini terbiye etmek, kibirden kaçmak) anlamına geliyordu. Bir köyde, kendisini sınamak isteyenler oldu. Onu küçümsediler, zor şartlarda çalıştırdılar. O, her zorluğa sabırla, tebessümle karşılık verdi. Bir gün, köyün en hasta ve deliren genci Aziz’in yanına getirildi. Herkes kaçarken, Aziz Dede gence yaklaştı. Aziz Dede, gence baktı, gözleri derin ve şefkatliydi. Eğildi ve o meşhur, tok sesle, sadece ocağın içinde bilinen o kudretli sesiyle fısıldadı: "Çık şeytan! Seni de, nefsini de yakarım!" Eliyle gencin sırtına hafifçe vurdu. Genç bir anda irkildi ve gözleri berraklaştı. Çevredekiler şaşkınlık içindeydi. Aziz Dede, hiç kimsenin övgüsünü beklemeden, curasını sırtladı ve yola koyuldu. O, kendine bir sığınak arıyordu. Öyle bir köy olmalıydı ki, oraya yerleşmeli, orada kalmalı ve ocağın büyük mirasını sessizce, sade bir hayatla yaşatmalıydı. Nihayet yolu, eski adı Şahmir olan, şimdiki Yedioluk Köyü'ne düşecekti.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.