“OKUMANIN OKUNMASI”
Muhtelif sözlüklerde ‘Okuma’ kavramı, aşağıdaki ifadelerle açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
“Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek”
“Yazılmış bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek”
“Bir konuyu öğrenmek için okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılı şeyler üzerinde çalışmak, öğrenim görmek”
“Şarkı, türkü, şiir vb.ni sesli olarak veya ezgi ile söylemek”
“Bir şeyin anlamını çözmek”
“Hastalığı iyi edeceğini ileri sürerek okuyup üflemek, üfürükçülük etmek”
“Bazı belirtilerden hareketle bir anlamı, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak”
“Sembolleştirilmiş bilgileri algılayarak sentez yapabilmek”
Okuma eylemi ise özetle;
Okuma, göz-beyin-dil koordinasyonu ile gerçekleşen bir faaliyettir. Gözün görevi görüntüleri, dilin görevi sesleri beyne iletmektir. Okuma eylemi tanım olarak basit gibi görünmekte ise de süreç olarak karmaşıktır.
Klasik anlamda okuma eylemi:
Okuyucunun alfabetik semboller bilgisine sahip olması;
Sembollerden yansıyan uyartının ses-ışığın göz tarafından alınması ve sinirler vasıtasıyla beyine iletilmesi;
Okunan şeyin içerisinde bulunan ve anlam yüküne sahip sözcüklerin/ifadelerin, diğer sözcüklerin anlamları ile bütünleştirilmesi/ilişkilendirilmesi ve cümleye yüklenen anlama ulaşılması (anlama – kavrama);
Okuyucunun zihninde anlam değeri kazanmış olan önceki kavramlarla, yeni kavramlar arasında uygun ilişkinin kurulması (Analiz etme, sentezleme, ayırt etme, kritize etme, seçme veya reddetme);
Kavramların kaydedilip depolaması ve ihtiyaç duyulduğunda geri çağırması;
Öğrenilmiş kavram ve bilgiyi düşünme sürecinde kullanması;
Basamaklarını içermektedir.
İnsan için(akıl sahipleri), her işin ve eylemin bir amacı ve nedeni olmak zorundadır.
Aksine bir eylem ve iş, amaç ve nedeni bilinmeksizin yapılıyorsa bu insan mantığına ters düşeceğinden dolayı angarya olarak kabul edilir.
O halde okuma iş ve eylemini angarya olmaktan çıkarmanın temelinde yer alması gereken ana unsur, neden ve niçin okuduğumuzu sorgulamaktır.
Okumanın niteliğine ilişkin açıklamalar göstermektedir ki olay, hedefi kavrama ve anlamaya giden bir süreçtir. Bu süreçte insanın fizik evrene açılan kapıları olan beş duyumuz rol alacak ve bu uyartılara beynin diğer sektörleri(geçici bellek, duyu merkezleri, değerlendirme merkezleri, hafıza) de katılacaktır.
Bu durumda okuma eyleminin muhatapları, her şeyden önce okudukları metne dayanak olan dilin bilgisi ve kavramlarına sahip olmak mecburiyetindedir. Yani, ‘Okuma Eylemi’ dil ve anlam bilgisinden yoksun olarak, sadece sembolleri seslendirmekten ibaret sanmak ciddi bir yanılgıdır. Bir metni oluşturan sembolleri (harf, kelime, cümle, paragraf) seslendirme okuma eyleminin ilk adımıdır. Okuma düzeyi ise eylemin nihayetinde o metni anlama derecesi kadardır.
Hal böyle iken, ‘Kur’an Okuma Kavramı’na ülkemiz Müslümanlarının çoğunluğunun bakışı hâlâ tam bir faciadır.
Hz. Peygambere iletilen Vahiy, başlangıçta O’nun hafızasına noksansız şekilde yerleştirilmiş ve unutması engellenmiştir. “Biz sana okutacağız ve sen onu asla unutmayacaksın”(87/6) Uzunca bir ayeti unutup ezberleyememe telaşına düşen Peygamberi, Rabbi tarafından telaşa kapılmaması hususunda ayetle uyarmıştır.
Hz. Peygambere inananların çoğalmasıyla birlikte, sahabeden hafıza yeteneği güçlü olanlar, yeni gelen ayetleri ezberlemekle görevlendirilmiş, böylece Vahyin noksansız ve denetimli olarak kaydı sağlanmış ve akabinde yazılı metin haline getirilmiştir. O günün şartlarında bu yöntem zorunlu olduğu için kullanılmıştır. Şayet mevcut teknolojik imkânlar o zaman olmuş olsaydı, Vahiy, Hz. Peygamberin ağzından iletildiği şekilde, sesli ve görüntülü araçlarla kaydedilip muhafaza altına alınırdı.
Hiç Arapça dil bilgisine sahip olmayan çocuklara, sadece Arap Alfabesindeki sembolleri ve bu sembolleri seslendirmeyi öğretip, bu işleme “Kur’an’ı Okuma” anlamı vermeleri ne hazindir. Oysa “Ki zaten Biz, onu düşünüp anlamanız için Arapça bir hitap kıldık”(43/3)
“Ve böylece Biz bu (vahyi) Arapça bir hitap olarak indirdik ve ondaki tüm uyarıları bütün boyutlarıyla ortaya serdik. Belki sorumluluk duyarlar da bu (mesaj) onları (fıtratlarında zaten) var olanı hatırlatarak yeniden ortaya çıkarır diye”(20/113)
Ben Kur’an’ı okuyorum demek için, ben Arapça biliyorum diyebilmek gerekir ki, Ayetlerde açıkça belirtilen de budur.
İmam Zerkeşi; “Anlamadan Kur’an okumak mekruhtur.”
İmam Kurtubi; “Kur’anı anlamadan ezberleyenler yük taşıyan eşekler gibidir.”
Ali Şeraiti; “Anlaşılmayan Kur’an, Kur’an değildir.” İfadeleriyle bu hususa vurgu yapmışlardır.
Anlamı bilmeksizin okuma olmayacağı gibi, anlamı bilmeden dinleme de olmaz. Ben yaptım oldu diyenlere sözümüz yoktur. Onlara Kur’an ayetleriyle cevap vermektedir.
“Zira bu, bütün bir insanlığa yönelik İlâhi bir öğütten ibarettir.”(68/52)
“BİZ her peygamberi yalnızca kendi kavminin diliyle gönderdik ki,mesajı onlara açık ve net olarak iletsin”(14/4)
“Eğer Biz bu (vahyi) yabancı dille okunan bir kitap kılsaydık, kesinlikle “neden onun ayetleri açık ve anlaşılır değil; ne yani, bir Arap’a dili yabancı bir (hitap) mı” derlerdi (41/44)
“Sana mübarek bir kitap olan bu (Kur’an’ı) Biz indirdik ki, herkes onun mesajları üzerinde iyice düşünsün de akıl izan sahipleri ders alsın diye”(38/29)
Başka söze bilmem ki gerek var mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.