- 1084 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşa, Yaşa ki anlayasın...
Yürürken hedefime, yanımda sevdiklerim olsun, gerekirse kalın seslerle bastırsınlar yanlışlarımı istiyordum. Nihayetinde oluyordu da. Hepsi birer birer buğday kokulu sevgileriyle yanımdaydılar. Gökkuşağı soluyordum. Tüm sevdiklerimin içinde parlayan gözlere bakıp anı doya doya yaşıyordum…
Ne zaman ki, o lanet olası sonbahar çaldı kapımı, tarih ne zaman 29 ekimi gösterdi, çekti o vakit elini eteğini tüm dünyam. Her kabuk tutan problemimin ardında mızrap girmiş dertler türedi. Yetersiz kaldı aklım, gecenin koynuna sığındım. Saklandım, kaçtım kendimle yüzleşmekten. Ben yüzleşmekten kaçtıkça, aradığım Azrail uzaklaştı. Azrail uzaklaştıkça gözyaşlarım yakınlaştı. Terk edilmiş meçhul bir kent oldum düşlerimin ve gözyaşlarımın gözünde..Emsalsiz ruhum teslimiyetine hazırdı,en az yüzündeki üç noktayı ardına koymaya hazır olduğu kadar. Yürüdü duvarlar üzerime. Paslandı kapılar. Düştü beyaz düşlerime kara adımlar. Çektim kırık dizlerimi göğsüme, dayadım kollarıma yangın tüpünü aratmayan gözlerimi. Sabahladım, kahroldum. Dağ gibiydim, kendi gücümün esiri oldum. Kendime ısmarlayacağım tek bir ümidim bile kalmamıştı. Bir martı ürkekliğinde kaldırdım başımı dizlerimden. Deniz manzaralı sümbül gölgesinde tarih yazdığım günlere aktım. Tüm iyi niyetimi, tüm sevdamı, tüm sadakat ve güvenimi ateşlere atmışken, bilemedim tükettiğin benliğimde beni boğacağını. Bilemedim binlerce insan arasında yalnız kalma ihtimalimin olduğunu. Mazinin karanlıklarına sürüklenirken, çuval çuval yürüyen ayıpların vardı sadece yanımda.
Sonra bir sabah telefon sesine uyandım. Yağmur yağdı yağacak, ışıksız hatıralara mürekkep damlatacak kadar çaresiz açtım telefonu. Kocaman bir yol, kocaman bir şehir, kocaman bir hayat görünmüştü bana. Senin yokluğunda kendime verdiğim ilk ve son başarı ümidimin ta kendisiydi çığlık çığlığa bağıran özgüvenim. Çay telaşı misali kıvrak hareketlerle çıkabildim yaban kaldığım darmadağın odamdan. Sırtımdaki hançere, beynimdeki cinnete aldırmaksızın başarıma yürüdüm. Solan kararsızlığım, kireç badanalı hayatıma meydan okurcasına yakutlarına ağır basıyordu. Havalanırken fanilasız demir, terk ettiğim şehre sövüyordum delicesine. Duman kapladı el yazması gerçeklerimi.Dualar ettim sonsuz yolculuk için. Mazgallara asıldı boğazımda düğümlenen kelimelerim. Sır oldu tüm aydınlık. Derken indim o koca şehre, sokakları kan kırmızısı, insanları ateş bozması, güneşi eda sürmesi, günahı sırlanmış kapısı olan…Devlet miydi beni, bu hırstan koruyacak olan ? Yoksa helal sütü müydü annemin burnumdan gelen ? Neydi peki bu inattan beni vazgeçirecek olan ? Bir ömürlük vakitlere sarkan sevgili mi ? yoksa avuçlarımda olan buselerde varolan dostlarım mı ? yoksa karanlık bir mezar taşı mıydı ? Büyüledi beni kompartıman korkusuna haiz bedenime yüklenen eksi sıfıraltı küller.. Yokluğunun büktüğü belim, taşıyamıyordu kefen bekleyen ruhumu. Ne istemişti o sonbahar benden. Ne istemişti sabrımı deneyen hayat benden ? Tıkamadı bir türlü boğazımdan geçen lokmalar, öldürmedi bir türlü sonların vurduğu şafaklar.
Ortada kaldım, arada kaldım, Ama hep sustum. Gün geldiğinde, para için ölen bu şerefsizlere yapacağım nispeti hayal ettim. Yani seni. Yani hukuk fakultesinin götürdüğü biricik sevgilimi.5 sene gösterecek, yüksekokul mezunu ticaret adamının mı, hukuk fakultesi mezunu bir embesilin mi başarılı olduğunu. Marmara önlerinde ellerime bakan çocukları kovdum aç olduklarını bile bile. Seni tanımadan önceki hayatımdan uzaklaştıkça masumiyetimi kaybettim.Asla acımadım. Buyur işte, senin eserin. Kör kurşunlar bekleyen, mutluluk ve hayat iklimine taşınamayan, bıçak sırtında yaşayan bir karanfil. Mutlu ol, bensiz hayatında başarılı ol. Ol ki yiyeceğin aşikar olan, sevdiklerinden gelecek darbe daha çok acıtsın canını. Acıtsın ki eskiyen baharları hatırla. Çal kendini kaldırımlara, karabulutlar kıskansın fırtınalarını. Sessizlikle boğuşurken bakışlarında yanan çığlıklarına ağla. Ağla ki, çiçekler solsun senden yana, batsın güneş senden yana, dursun yağmur senden yana. Uçsun ruhun cehennemden yana…
Yaşa ki, anlayasın…
19.05.2012
Duygularımın Parmak İzinden
Tuğra İsmail Özkan
( E.M.Ö’ye ithafen )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.