- 673 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIMIN SEYİR DEFTERİ (07.08.2007 Salı, İzmir)
Bazen hayatımdan ne beklediğimi kestiremiyorum. Aslında hayattan beklentilerim fazla bir şey değil. Ben aslında hayat adına insanlardan bir şey bekliyorum. Bu yargıya vardığımda çok şaşırdım.
Düşlerini kurduğum bütün hayallerin. İdeallerin. Düşüncelerin temelinde hep insanların bir yere gelmesi var. Onların mutluluğu var. Kendi hayatıma baktığımda, ailemin, çocuklarımın geleceklerini vasat bir şekilde gerçekleştirme var. Hataya karşı aşırı hırslar beslemiyorum. Ama düşlerim var benim. İdeallerim. Bunları sıraladığımda,
• İnsanlar özgür olsun
• İnsanlar mutlu ve rahat yaşasın
• Dünyanın hiçbir yerinde insanlara zulüm edilmesin
• İnsanların haklarını kimse çiğnemesin
• Yeryüzündeki varlıkları kullanma hakları açısından her insanın hakkı var. Bu haklar eşit, adaletli bir şekilde paylaşıma sunulsun. İdeolojik, toplumsal düzenler bu yönde yasalaşsın.
• Dünyada savaş asla olmasın. İnsanlar arasındaki ilişkiler, karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve paylaşımla gerçekleştirilsin.
• Oluşan düzenlerde, her inanç sahibi, kendi inancını, yaşamını rahatça yaşayabilsin. Siyasal düzenlemeler, insanların düşüncelerine, inançlarına, yaşamlarına baskı yapmasın.
• İnsanlar arasında ortak etik değerler oluşturulsun. Elbette her düşüncenin kendi etik değerleri vardır. Ancak, değişik inançlarda etik değerler farklı olduğu için, toplumların etik değerleri öne çıkarılarak ortak değerler bulunsun. Bu ortak değerler insanlığın doğal etik değerleri, doğal yasaları olsun. Mesela kişilik hakları asıldır. Hırsızlık, haksız insan öldürmek suçtur. Rüşt sahibi olmayan çocuklar koruma altına alınsın. Rüşt sahibi olmayanlara yasal suçlama yapılmasın. İşledikleri cezalardan sorumluları sorumlu olsun. Gibi.
• Toplumların ortak etik değerlerine karşı çıkanlar. Onları çiğneyenler. Kurulacak insanlık mahkemesinde yargılansın.
• Gerekirse, değişik inançtaki insanların yaşamını kolaylaştırmak için, aynı ülkelerde, farklı beldeler oluşturulsun. Böylece insanlar kendi inanç ve yaşamlarının örneklerini yaşayarak. Gelişmelerini göstererek. Toplumsal adalet ve barışı kendi inançlarıyla yaşayarak, diğerlerine örnek olsun. Bunlar daha da çoğaltılabilir.
Aklımı saran. Mantığımı yoran. Düşlerimi süsleyen bu düşünceler. Kendim için değil. Sadece insanlık uğruna, insanlar uğruna bunları düşünüyorum. Bu düşüncelerimin benim karnımı doyurmadığını. İçinde yaşadığım dünyada neredeyse mümkün olmadığını görüyorum. Ama ben bir insanım. Etten kemikten yapılmış biriyim. Düşünmeden edemiyorum. Gözlemlerimi yorumlamadan edemiyorum. Etik değerlerim gereği, insanca düşünmek zorundayım. Doğamdaki duygular beni bu düşüncelere itiyor.
Biliyorum ki, düşüncelerimle sıraladığım birçok şeye insanların çoğu gülümseyecek. Hatta bazıları çıkarak, diyecekler ki, bunlar çok aşırı. Bunlar suç teşkil edebilir. İşte ben bunu anlamıyorum. İnsanca, insanlık adına bazı şeyleri düşünmek, düşlerden söz etmek niye suç olsun? Niçin insanlar adına güzel düşler kuramayalım.
İçinde yaşadığımız bir devlet olabilir. Hatta bu devletin yasaları olabilir. Ancak tarihler göstermiştir ki, devletleri, toplumları güzel düşler kuran insanlar geliştirmişlerdir. Tarihi okuduğumuz zaman görünen şey. İnsanlık adına kurulan her güzel düş günün suçu sayılmasıdır. Günün muhafazakârlığı, düşünmeyi, düşler kurmayı istememektedir. Zira günün muhafazakârlığı üzerinden çıkar sağlayan insanlar mevcuttur. Adeta muhafazakârlık, çıkarlar dengesinin kurulu düzenidir. Eğer bu kurulu düzen bozulursa, çıkarcıların çıkarlarına düşlerle çomak sokulmuş olacaktır. Onlara göre, o zaman düzen altüst olur. Belki onlar bu görüşlerinde haklıdırlar. Zira kendi çıkar düzenlerine elbette insanlık düşleri çomak sokacaktır. Ama insanlık adına düzen niye altüst olsun ki?
Hayır, böyle olmayabilir. Gerçekten düşlerimiz güzelse. İnsanca ise böyle olmayabilir. Ama bizim düşlerimiz de, düşlerimizi gerçekleştirme şekli de tıpkı çıkarcıların ki gibi ise, o zaman denilen olabilir. Bir taraf düzeni yıkmak için silaha sarılır. Diğer taraf düzeni korumak için silaha sarılır.
Aklıselim insanların, toplumsal çıkarların önüne geçen, bireysel, grupsal çıkarları engellemeleri gerekir. Aslında toplumun geneline göre, aklıselim insanlar hem çoktur. Hem de toplumun genel çıkarları daha adil ve geniştir.
Ama bireysel ve grupsal çıkar peşinde koşanlar azınlıkta olmasına rağmen ona göre teşkilatlanırlar. Parasal, şirketsel, cemaatsel, dinsel, etnik, dini, mezhebi teşkilatlar kurarlar. Bazıları da yasa dışı olaylara girerler. Yasa içi olanları kendilerine değişik şekilde aracı olarak kullanırlar. Bütün bunları içinde yaşadığımız ülkede duyuyoruz. Dünyada örneklerini haber alıyor.
Toplum ve toplumun aklıselim insanları bunları engelleyebilir. Bunların önüne set çekebilir. Bu konularda toplum, insanlar bilinçlendirilebilir. Gerçekten yasa dışı olduğuna inandıklarımızın işlerine çomak sokulabilir. Hem de aktif olarak değil. Pasif olarak. Yaptıkları işe ortak olunmayarak. Fakat görünen o dur ki, sanki hepimiz çıkarcıların çıkarından faydalanıyormuş gibi düzene uyup gidiyoruz. Her tarafta şikâyetlerin bini bin para. Kahvelerde, evlerde, televizyonlarda, işyerlerinde sürekli şikâyetler var. İşin en ilginci devleti yöneten, devletin bürokrat kesiminde görevli olan, her türlü düzensizlikleri engellemek üzere görevli olanlarda şikâyetçiler. İşte bunu hiç anlamıyorum.
Sosyal ve sağlık görevlileri sağlık hizmetlerini beğenmiyorlar. Eğitim görevlileri eğitim hizmetlerini beğenmiyorlar. Düzeni korumak ve kollamakla görevli olan, polis ve hukukla görevli olanlar, savcı, hâkim, avukatlar şikâyetçiler. Hizmetleri beğenmiyorlar. Sanki halktan görerek, “üzüm üzüme bakarak kararır hesabı” halkla birlikte görevlilerde şikâyet ediyorlar. Ben anlamıyorum. Beyler görevlerinizi yapsanız da şikâyet edilecekler ortadan kalksa olmaz mı?
Kurtuluş savaşı vermek, sadece düşman içeriye girince, silahı beynimize dayayınca, evimizi, işimizi, ailelerimizi elimizden alınca verilmez. Kurtuluş kavgası, yalana, riyaya, etik değerler dışındaki tüm hareketlere, görevliler ve halk olarak verilen sürekli bir savaştır. Bundan seksen yıl önce kurtulduk. Yeni bir devlette kurduk. Oh ne ala… Üzerine yatıp zıbaralım mı? Üstüne üstlük hiçbir şey yokmuş gibi geberelim mi?
İnsanlık adına, insanca verilecek bu kavgada ben, ilk önceleri gördüğüm çelişkiler üzerine yürüdüm. Yalanın ve riyakârlığın üzerine. Yazdım, çizdim, söyledim. Netice sanki sinek vızıltısı gibi ortalıkta dolaşıyor. Nasıl sineklere alışkın insanlar. Nasıl onlardan pek rahatsız olmuyorlar. Benim ve birçok arkadaşımızın ortaya çıkardığı gerçeklerden rahatsız olmuyorlar. Sanki doğal yaşam içinde, yalan, riya alışkanlık kazandırmış. Etik değerler dışına çıkmak. Her gün sürekli şikâyetlerde bulunmak doğallık kazanmış. Oturduğumuz yerden, devleti yıkıp, yeniden devlet kurmak alışkanlık kazandırmış. İnanın savcılar faaliyete girse. Devleti yıkacakları toplasa, toplumun neredeyse on sekiz yaş üstünün yarısından fazlasını toplar.
Her köşede insanlar gayet rahat sohbet ediyorlar. Bunlar bu işi beceremiyorlar. Ne siyasetçiler. Ne polisler. Ne savcılar. Ne de hâkimler. Hiç kimse görevini yapmıyor. Sanki hepsi asalak gibi dairelerine gidip geliyor. Bedavadan da maaş alıyorlar. Toplumun sırtından geçiniyorlar. Ben olsam... Diye başlayan sözlerle, insanlar artık sınırları zorluyorlar. Düzen yıkılıyor. Yeniden düzen kuruluyor. Asılıyor. Kesiliyor. Biçiliyor. Hatta bazen öyle aşırıya gidenler var ki, eline silahı alacaksın, önüne geleni geberteceksin. Temizlik yapmadan bu memleket düzelmez diyenler var. Hani Osmanlı tarihinde okumuşlar ya. Köprülü Mehmet Paşa gelince, memleketi düzeltmek için on bin kişi astığı söyleniyor. Onlarda asıp kesecekler işte. Memleket düzeltecekler güya.
Günlük konuşmalarımıza bir bakın. Tepkileri dile getiriş biçimlerimize. Sanki hepimiz devlet düşmanıyız. Sanki hepimiz toplum düşmanıyız. Sanki hepimiz potansiyel bir suçluyuz.
Bu noktayı gözlemlediğimde beni müthiş bir titreme kapladı. Ne oluyoruz ya? Ne yapıyoruz Allah aşkına?
İnsanlığın iyiliğine, güzelliğine fikir üretmek bu mu? Allah’ın dininin adı İslam, Arapça karşılığı, barış ve esenlik iken, İslam’ı savunmak bu mu? Adil olmak. Zulümden öte durmak bu mu? Veya insanların özgürlüğünü aramak mı bu? Veya çağdaş, modern insan olmak? Akıllı ve adil olmak? Bu mu? Allah, Allah!..
Hayır, elbette ki bu olmamalı. Bunlar olmamalı. İyi bir insan, iyi bir Müslüman asla kendine ve başkalarına zarar vermeyendir.
Her gün içinde yaşadığımız düzenin düzensizliklerini görüyoruz. İnsanların umarsızlığını, kendi umarsızlıklarımızla birlikte yaşıyoruz. Şöyle düşünelim. Ortada bir çöplük var. İnsanlar gelip geçiyor. Etrafında yaşayanlar var. Çöpü kaldıracak görevlilerde var. Ama hiç kimse görevini yapmıyor. Veya görevliler görevlerini yaparken ağırdan alıyorlar. Ortalığı çöp kokusu götürüyor. Düşünebiliyor musunuz? Böyle bir durumda, herkes birbirin suçluyor. Herkes çöpü gösteriyor. Aaa.. Ne pis çöplük? Öyle değil mi? Ortalığı kokudan sardı değil mi? Herkes birbirini suçluyor. Görevlilerde suçluyor. Olmaz böyle ya.. Olmaz ki diyor.
Ve ben görevli değilim. Ama bende bir vatandaşım. Görevlilerin yerine kalkıp düzeltmeye kalkamam. Kendimi, polisin, savcının, hâkimin, siyasetçinin, askerin, yargının, kanun koyanların yerine koyamam. Çünkü bilirim ki böyle yaparsam. Herkes böyle bir hakkı kendinde görürse o zaman işler karışır. O zaman, toplumda kaos doğar. Kimin eli kimin cebinde belli değil olur. Gerçi bu deyim bu gün birçok yerde kullanılıyor ama. Neyse. Evet, toplumsal yapılanma demek, yetkililerin, görevlilerin halk tarafından belirtilmesi demektir. Halk belirtiyor ama yetkililer yetkilerini başka şeylerde kullanıyorlar. Görevlililer mesailerini başka şeylerde harcıyorlar. Onlar yapmıyor öyleyse ben yapayım deme yetkim var mı? Elbette hayır. Böyle bir yetki var dersem, kesinlikle herkesin böyle bir yetkisi olduğuna inanmam gerek. Ama biliyorum ki, ilkel bir toplumda yaşamıyoruz. Gelişmiş, şehirleri, kasabaları, köyleri içine almış kocaman bir toplumda yaşıyoruz. Birlikte yaşamaya karar vermişiz. Bunun için yetkililer, görevliler bulmuşuz. Üstelik onlara avuç dolusu paralar veriyoruz. Onlara sosyal imkânlar sağlıyoruz. Şimdi onlar yapmıyor diye, kendimiz mi yapalım yani? O zaman onların o yetkilerde, görevlerde ne işleri var? O zaman herkes yerine gitsin. Köylü köyüne. Evli evine. Biz toplum olarak tekrar düşünelim. Bu yetkililer, görevliler beceriksiz, asalak mı çıktı diyeceğiz? Yoksa elimizdekiler bunlar. Bunları atamayız da, satamayız da, onların işvereni biziz. Halk, toplum, devlette yetki alan, görev alan bütün memurların işverenidir. İşverene düşen, işçileri atmak değil, çalıştırmasını bilmek midir diyeceğiz?
Öyle veya böyle bir şeyler yapmak gerek. Bir şeyler söylemek gerek. Ben bu yönde iki yol buldum kendime.
Birincisi;
Sürekli olayları gündeme getirip, ilgilileri suçlama yolu. Onlar doğru yapsa da, yanlış yapsa da, günah keçileri gibi her gün suçlanacaklardır. Bir de araya farklı ideolojik, dini, siyasi, mezhebi, partisel görüş farkları girdi mi suçlamaların dozunu artıracağız. Her fırsatta demediğimizi bırakmayacağız. Adamları; siyasetçi, polis, savcı, hâkim, devletin diğer kademelerinde görevli olduklarına bin pişman edeceğiz. Hatta bunlardan biri dahi olsak, sadece biz ve bizim gibiler çalışıyor. Diğerleri bu milletin sırtından geçiniyor. Hiçbir görev yapmıyor suçlamaları yapacağız. Olayları abarttıkça abartıp, abarttığımız olaylarla, düzeni yıkıp, düzenler kuracağız.
İkincisi;
Hayır, böyle olmaz diyeceğiz. Yetkili de, görevli de olsam, halktan biri de olsam. Bu toplumda yaşayan insan olarak gördüğüm aksaklıkları düzeltme yolunda bilgi ve bilince dayalı adımlar atılması gerektiğine inanacağız. Bu güne kadar yaptığımız hiçbir suçlamanın işe yaramadığı bilincine varacağız. Suçlamalarla sadece ortamı gerdiğimizin, toplumu böldüğümüzün farkına varacağız.
İşte bu noktaya vardığımızda önümüze iki yol çıkar. Ya kendi inançlarımıza,, ideolojilerimize toplumu düzeltme yolunu seçeriz. Ya da toplumun genelini kuşatacak, genel toplumsal etik değerlere sahip çıkarak, olumsuzlukların çarelerini öne çıkarırız.
Elbette aklıselim olanlar hemen ikincisi daha makul diyecekler. Hâlbuki çoğumuz birinci seçenektedir. Yani, kendi düşüncelerimiz dışında bu topluma kurtuluşun asla olmayacağına inanırız. Bütün çözümlerin kendimizde, kendi düşüncemizde olduğuna inanırız. Başka düşüncelere geçit vermeyen düşüncelerimiz ortalığı kasıp kavurur.
Yaşı 56’ya gelmiş biri olarak. Gençlik yıllarımdan itibaren hep bu olgularla yaşadım. Yaşatıldık. Hiçbir zaman ayranımız ekşi değildi. Bütün olumluluklar kendimizde, kabahatler başkalarındaydı. Ancak bu ülkeyi bizim düşüncelerimiz doğruya, adalete, iyiliklere, gelişmeye götürebilirdi. Başka düşüncelerin hiçbir zaman yeri olamazdı. Zira diğer düşüncelerin hepsi, ya satılmış, ya da ihanetleri tescil edilmiş düşüncelerdi.
Kaos yaratan bu düşünce tarzı toplumda büyük bir güvensizlik sergiliyor. Hiç kimse karşı görüşten birine güvenmek istemiyor. Her düşünce, kendi dışındaki düşünceye satılmış, hain, bölücü olarak bakıyor. Ortada çığırtkanlık dolaşıyor. Toplumda kendi düşünceleri adına savaş çıkarmak isteyen insanlar dolaşıyor. Bazıları bu tür insanlardan, insanların davranışlarından çıkar sağlıyor. Para kazanıyor.
Aynı aileden, kardeşler, anne, baba, oğullar, torunlar birbiriyle çatışmalı hale geliyor. Aslında her birinin kendine göre kavgası, dürüstçe, halkı için, vatanı için, gelecekte insanların daha mutluluğu için, ortadaki olumsuzlukları kaldırmak için değil mi? Elbette öyle. Ama kimi, düşüncesinin köklerini dine dayandırıyor. Kimi milliyetçiliğe dayandırıyor. Kimi, batıdan alınan, liberal, sol düşüncelere dayandırıyor.
İnsanların aralarındaki kavga, pratik olarak, insan için, toplum için, insanlık için ne tasarladıkları değil. Aradaki kavga, kökenler kavgası. Sen, ben, biz kavgası olarak ortaya çıkıyor. Her biri diğerine, siz ne derseniz deyin. Asla size inanmayız. Siz hainsiniz. Siz faşistsiniz. Siz gericisiniz. Siz Allahsızsınız. Siz şeraitçisiniz. Suçlamalar basit ve net. Güvensizlik keskin. Birbirine bakışlar ukalaca. Küçümseyici. Silici ve yok edici.
İnsanca tavır almak böyle olmasa gerekir. İnsanlarla birlikte yaşıyorsak, yaşadığımız sorumları birlikte yaşıyorsak, birlikte sorunları irdelememiz gerekir. Karnımızı doyuracak ekmeğin. Yaşacağımız evin. Çalışma, işyeri koşullarımızın. Devletin vatandaşlarına sağlayacağı sosyal garantilerin, insan olarak, temel hak ve özgürlüklerimizin, ne olduğu? Neler olduğu? Nasıl olması gerektiği konularında birebir görüşlerimiz. Önerilerimiz olmalıdır.
Ben şuna inanıyorum ki, gerçekten insanlarımız arasında, güvensizliği doğuran çıkarcılardan uzaklaşırsak. Düşünceleri kökenleriyle değil de, pratik yaşam değerleriyle tartışırsak. Birçok konu çözülecektir.
Ama insanımız bu olgunlukta değil. Devletimiz bu olgunlukta değil. Devlet yönetenlerimiz bu olgunlukta değil. Aydın kesimimiz bu olgunlukta değil. Her biri sorunun bir ucundan tutup, kendi yanına çekiştirme peşinde. Sorunlar üzerinden çıkar sağlama peşinde. Böyle olunca sorunlar büyüyor. Sorunlar işin içinden çıkılmaz hale geliyor.
Bu nokta da bazı kararlar almam gerektiğine inanıyorum. Sorunlardan sürekli söz etme yerine, sorunların çözümleri için fikir üretmek. Çözümler yolunda çalışmak. Bunun iki yolu var. Birincisi etkin siyaset yapma, ikincisi etkin siyasetin dışında kalmak.
İçinde yaşadığım toplumda etkin siyaset alabildiğince kirletilmiş durumda. Etkin olarak politikaya atılan biri, çok dürüst, etik değerleri sağlam bile olsa, muhalifleri tarafından her türlü karalama yoluyla yıpratılmaya çalışılıyor. Ortadaki medya, çıkarları uğruna, basın özgürlüğü adı altında bu tür girişimlere çanak tutuyor. Ülkemdeki yasalar. Yazılı ve görsel basının, çılgınca karalamalarına karşı insanları koruyacak yeterli yasal yapıya sahip değil. Eskilerin deyimiyle, çamuru at, yapışmazsa da izi kalır hesabı, her türlü çamur atılabiliyor. Bir basın habercisinin her hangi bir etkin siyasetçiye,
- Efendim, hakkınızda şöyle söylentiler var. Ne diyorsunuz?
Şeklindeki soru bile işini bitiyor. Bu soruyu duyan, muhalefet, o insanın düşüncesinin karşısında olanlar. Soru sorulana, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyerek hücum ediyorlar. Anlıyorsunuz değil mi? Sorulan soruya ait konu olmayabilirde. Sadece sorulduğu için, iddia edilmediği için, araştırma amacı güdüldüğü için suç sayılmayabilir. Sayılmıyor da zaten. Ama siz hiçbir şey demeseniz de, mahkemelere verip aklansanız da, artık işiniz bitmiştir. Soruyla atılan çamur yeteri kadar iz bırakmıştır.
O nedenle etken siyaset içinde yorulmak istemiyorum. Zaten ilkelerim, inançlarım buna elvermiyor. Öyleyse etken siyasetin dışında, aydın tavrını sürdürmeliyim.
Aydın tavrı deyince aklıma, geniş düşünen, sorun üretmeyip, sorunlara çareler üreten aklıma geliyor. Bu bağlamda, aydını dayatmalardan öte, özgürlükler için kavga veren. İnsanların mutlulukları peşinde koşan aklıma geliyor.
O nedenle inanıyorum ki, aydının; devlet, ideoloji, din, ilkeler, inançlar, mezhep, dayatması olamaz. Eğer bir aydın, bu tür dayatmalar içinde olursa, ona aydın denemez.
Elbette aydın kişi bir devlette yaşayacak. İdeolojik bir görüşe sahip olacak. İlkeleri, inançları, dini, mezhebi olacak. Ama asla bunları bir başkasına dayatma anlayışında olmayacak. Aydın olarak, inandığı değerler ile gördüğü sorunlar üzerine çözümleriyle gidecek.
Aydın insanın düşüncelerinde bağımlı olmayandır. Aydın bir devlette yaşar. Yasalarına tabi olur. İdeolojik görüşleri. Dini, mezhebi de olur. Ancak bunlar insanın pratik yaşamına inerken dayatmacı olamamalıdır. Aydın insan bilir ki, bütün bu oluşumların amacı, insanların doğallık içinde birlikte, hayatı, sevgi, saygı ve adil paylaşımlar içinde yaşamasını sağlamaktır. Elbette gün geçtikçe, bireysel, toplumsal ilişkiler yeni sorunlar doğuracak. Veya insanın, insanlığın bilgisi, kültürü artacak. Yeni şeyler bulacaktır. Aydın, yeniliğe açık olarak, ulaştığı yeni değerlerle, hem kendini düzeltirken, hem de toplumun oluşum değerlerine yeni bakış açıları kazandırmak zorundadır.
Fakat böyle bir durumda muhafazakârlık karşımıza çıkar. Muhafazakâr düşünce ve uygulama, her türlü gelişmeye karşı kapısını kapalı tutar. Ayak uyduramaz. Tek kavgası mevcudu korumak olur. Böylece gelişmenin, yenilenmenin önüne engel olur.
Ben bu noktada, inandığım aydın tipinin görevlerini üstlenmek istiyorum. İnandığım değerleri, en güzel şekilde topluma söylemek, yazmak istiyorum. Suçlamalar göndermeden. Sorunlar üretmeden. Çelişkileri görerek, sorun teşkil edecek konularda dengeli önerilerde bulunmak istiyorum.
Düşüncelerimin, önerilerimin insanlar tarafından okunarak, konuşularak, gelecek nesillere çığır açması en büyük dileğimdir. Etkin siyasetin kirliliklerinden uzakta, yalın temiz bir yaşam içinde, hiçbir baskının altında kalmadan, insana, ülkeme, insanlığa, dünyaya bir şeyler söylemek istiyorum.
İnanıyorum ki, etkin siyasetle çok şey yapılabilir. İnsanlığa en büyük hizmetler yapılabilir. Bu uğurda gerçekten insanlığa hizmet verenleri, etik değerlerinden ödün vermeyenleri, hangi düşüncede olursa olsun saygıyla karşılıyorum.
İnanıyorum ki, etkin siyasetin dışında da çok şey yapılabilir. Zamanı, zamanları kuşatacak, insanlığı kuşatacak, toplumsal etik değerlere, insanlığın ortak değerlerine ulaşacak, düşünceler, öneriler üretme yolunda insanlık kültürüne katkıda bulunabilir.
Hayatını, insanlık için adamış insanların, gerçekten insanlığa büyük hizmetler verdiklerine inanıyorum. İnançları ne olursa olsun onlar, bireysel çıkarları adına hareket etmeyen, insan için hayatlarını hiçe sayanlardır. Gerçekten onlar olmasaydı, dünya da gelişme durmuş, insanlık ilkellik devrini yaşamakta olurdu. Ama onlar ne pahasına olursa olsun bu damarı kırdılar. Her türlü muhafazakârlığın önüne geçerek, zamanlarını yeniliklerle kuşattılar.
Evet, yazımın başında, hayattan ne bekliyorum vardı. Hayatımda kısa vadeli hiçbir şey beklemiyorum. İnanıyorum ki kısa vadeli bütün çözümler benim inançlarıma, ideallerime çözüm olmayacaktır. Zamanımız kapitalizmin, para, silah, çıkar gücünün muazzam kuşatması altındadır. Bu kuşatma öyle, kısa vadeli çözümlerle yıkılacak gibi değildir. İnsanlığın, geçmişte yaşanan büyük fikir devrimleri gibi, yeni bir devrime ihtiyaç vardır.
Çağımıza egemen olan çıkarcı yaklaşım yer değiştirmelidir. Yerine, paylaşıma dayalı etik değerlerin insana ve toplumlara egemen olması gerekir. Aksi halde, insanlık arasındaki çıkarlar, birbirini yok edinceye kadar devam edecektir.
Belki de ilkel toplumlarda görülen yamyamlık, çıkarlar uğruna yeniden inşa edilecektir. Bu gün, sadece kan döken. İnsanların haklarını elinden alarak açlığa, sefalete iten olaylar, yarın onları besleyip, gıda sorununu çözme yoluna dönüşecektir. Zira dünya nüfusu hızla artmakta, insan ihtiyaçlarını karşılayacak, zirai alanlar daralmakta, hayvan nesilleri yok olmaktadır. Nüfuslar bu şekilde arttığı müddetçe, dünya açlığa doğru gitmektedir. Öte yandan, ozon tabakasının delinmesi. Buzulların erimesi. Su ile kaplı alanların artması. Karayı azaltacak. Ziraatı düşürecek. Hayvancılık yapma alanlarını azaltacaktır. Böyle bir durumda artan nüfus, karalara sığmayacak. İnsanların beslenmesi sorun olacaktır. Açlık sorunu insanları ilkelliğe dönüştürebilir. Yamyamlık tekrar icat edilebilir. Belki de edildi biz bilmiyoruz. Zaten sağlık açısından, böbreğe, kalbe, yani organ nakline ihtiyacı olanların başvuracakları yasa dışı, organ mafyası mevcut. Bu mafya, yasa dışı yollardan aranan organları bulup, akıl almaz paralar kazanıyorlar. Yarın et piyasasına et atmayacaklarını kimse garanti edemez.
Kısaca geleceğe sorunlar çok fazla birikiyor. Bu günden biriken sorunlar geleceğe taşındıkça, bu gün çözülmedikçe ki, gelecekte çözülmesi zor görünüyor. Geleceğimiz, yani çocuklarımız, torunlarımız müthiş bir kaosun içine doğacaklar.
Bütün bu gerçekler varken. Çocuklarının geleceği için bir şeyler söylediklerini iddia edenlerin, artık kısır çekişmelerden, çözümsüz suçlamalardan uzak durmaları gerekir.
Beyler, çözüm için önerileriniz varsa söylemelisiniz. Sorunları zaten herkes biliyor.
- Her türlü dayatmalara karşı ne düşünüyorsunuz?
- Farklı görüşlerle, hayat tarzlarıyla birlikte yaşayabilmek için ne düşünüyorsunuz?
- Günümüzde yaşayanlar, dünün tarihine, tarihsel kişiliklerine köleleştiriliyorlar. İnsanların köleleştirilmesine, geçmişe bağlı düşünerek robotlaştırılmasına ne diyorsunuz?
- İnsanın özgürlüğü, temel hakları için ne düşünüyorsunuz?
- Doğal değerleri paylaşımda, insanların emeklerini almasında, yaşam şartlarının iyileştirilmesinde ne düşünüyorsunuz?
- Eğitimde, sağlıkta, siyasal yönetimde, adalet sisteminde, koruma ve kollama konularında neler düşünüyorsunuz?
Buyurun eteğinizdekileri, aklınızdakileri, gerek fikirler olarak, gerekse yasa teklifleri olarak öne çıkarınız. Toplumda tartışmalara sokunuz. Belki o zaman, toplum, insanlar gerçekleri konuşmaya başlar. Belki o zaman, herkesin ne bildiği ortaya çıkar.
Bu yanlış demekten daha kolay ne var?
Asıl soru, doğrusu ne? Nasıl düzeltilir? Sorusunudur.
İşte o zaman, aklın, fikrin, bilginin gücü ortaya çıkar. Gerisi sadece lafı güzaftır.
YORUMLAR
Ben şuna inanıyorum ki, gerçekten insanlarımız arasında, güvensizliği doğuran çıkarcılardan uzaklaşırsak. Düşünceleri kökenleriyle değil de, pratik yaşam değerleriyle tartışırsak. Birçok konu çözülecektir.
Bu inancınıza uyan toplum yok Ülkemde....degil mi ??
Bazen degil ,artık çogu kes,Kendi lisanımı konuşmayan toplumlardamı yaşasam fikrim galip gelmeye başladı..
Aynı dili konuşsakta,ayni inancı yaşasakta,bu toplum ile beraber yaşamak bana zul geliyor,
anlaşamıyorum....
Her şey havada kalıyor,bunalıyor,sıkılıyorum,Evden her çıkışımda bunalmış olarak eve geriye geliyorum (((
Zira,gerçekten insanlarımız arasında, güvensizliği doğuran çıkarcılardan uzaklaşmak,. Düşünceleri kökenleriyle değil de, pratik yaşam değerleriyle tartışırmak.,imkansız...