- 577 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Nefsin Bahaneleri
Nefis, günlük hayatta gerçeklerden kaçmak için birçok bahane ileri sürer. Dinin hükümlerini uygulamaktan kaçmak için nefsin öne sürdüğü bahanelerin en başında "ailevi sorunlar" gelir. Vicdanının değil nefsinin sesine kulak veren ve Allah’a itaatte tutarlı davranmayan kişiler, "ailemle ilgilenmek tüm zamanımı alıyor, vaktim kalmıyor" ya da "dinin gereklerini yapmama ailem izin vermiyor" gibi bahaneler öne sürerler. İnsanın ailesine zaman ayırması doğaldır ve ailesiyle ilgili işleri de olabilir. Ancak bunun, Allah’ın emirlerini uygulamaya zaman bulamamak gibi bir sonucu olmaz. Dolayısıyla bu samimi bir mazeret değildir ve Allah Katı’nda geçerli olmayabilir. Kuran’da da bu konuya dikkat çekilmekte ve ‘ailevi sorunlar’ mazeretinin geçerli olmadığı bildirilmektedir. Kuran’da bildirildiğine göre, Peygamberle birlikte Allah yolunda savaşa çıkmayıp geride kalanlar, "bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti" gibi bir bahane öne sürmektedirler, ancak ayetin devamında Allah; "... onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar..." (Fetih Suresi, 11) buyurarak onların tüm samimiyetsizliklerini ortaya koymaktadır. Bu kişiler, belki çevrelerindeki insanları aldatabiliyor olabilirler ancak Allah’ın ‘gizlinin gizlisini bilen’ olduğunu ve dolayısıyla kalplerinde olanı da bildiğini unutmuşlardır.
Yine bir başka ayette, Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan bir savaş anında evlerinin ‘açıkta’ olduğunu öne sürerek kaçmak isteyenlerden şöyle söz edilmektedir:
"... Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı." (Ahzab Suresi, 13)
Nefsin öne sürdüğü mazeretlerin bir başkası da, ‘iş’ ya da ‘okul’ sorunlarının, dini yaşamaya engel olduğu şeklindedir. İşi ya da okulu nedeniyle çok yoğun olduğu ve namaz kılmaya, insanlara iyiliği emretmeye, müminlerle beraber olmaya zaman bulamadığı bahanesine sığınan kimsenin düşünce yapısında büyük bir çarpıklık olduğu açıktır. Bu kişi, yaşamındaki öncelikler konusunda büyük yanılgıdadır. İşinin ya da okulunun yaşamının en önemli konusu olduğunu düşünmekte, kalan zamanları da dine ayırmaktadır.
Oysa bir mümin için böyle bir durum asla söz konusu olamaz. "De ki: ’Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır." (Enam Suresi, 162) ayeti gereğince, bir mümin tüm yaşamında Allah rızasını gözetir. Yaşamın bir bölümünü dine, bir bölümünü ‘dünya işlerine’ ayırmak ise Allah’a ortak koşmaktır.
Allah’a itaat etmeyerek, bencil istek ve tutkularına esir olarak yaşayan insanları ahirette bekleyen azap bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)
Nefsin insanın Kuran ahlakını yaşamasını engellemek için öne sürdüğü bahanelerden biri de ‘çevre baskısı’dır. Bazı insanlar, çevreleri tarafından dışlanmaktan korktukları için dinin gereklerini yaşamaktan kaçınırlar.
Oysa Allah’ın dinine uyup, Kuran’ı rehber edinerek yaşamaya karar veren bir insan, bazı sıkıntıları da göze almalıdır. Dine yöneldiğinde, yakın çevresi kendisine tepki gösterebilir. Çünkü iman eden bir insan, çoğunluğu yanlış yolda olan "cahiliye toplumu"ndan gelmektedir:
... Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisi’nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler. (Yusuf Suresi, 40)
İnsanların çoğunun iman etmediği, bir başka ayette de, “... Allah, vaadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” (Rum Suresi, 6-7) şeklinde bildirilmektedir.
İnsanların çoğu, ayette haber verildiği gibi, dünya hayatının yalnızca ‘dışta olan’ kısmını bilmekte, ‘gizli’ kısmını kavrayamamaktadırlar. Ahiretten ise tümüyle gafildirler. Bu nedenle insanların çoğunluğu her zaman yanlışta ısrarlı olacaktır. Yüce Allah bu konuda tüm müminleri uyarmaktadır:
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar."... (Enam Suresi, 116)
İnanan bir insanın, Allah’ın uyulmaması konusunda uyardığı çoğunluğun düşüncelerini kendisine kıstas olarak kabul etmesi mümkün değildir. Bu çoğunluğa, doğal olarak kişinin eski yakın çevresi de dahildir. Ancak müminler, gaflette yaşayan bu çoğunluğa ters düşmekten ve onlar tarafından kınanmaktan asla çekinmezler. Kuran’da da belirtildiği gibi, ‘kınayıcının kınamasından korkmazlar.’
Çünkü müminlerin aradıkları yalnızca Allah’ın rızasıdır. Allah kendisinden hoşnut olursa, zaten insanlar da ona değer vereceklerdir.
Bu nedenlerle, "ailemle ilgilenmek tüm zamanımı alıyor”, “iş ya da okul yüzünden vakit bulamıyorum”, "çevremden tepki görmekten çekiniyorum" gibi sözler, yalnızca birer tevildir. Bu tür bahaneler öne sürerek müminlerle bir arada olmaktan, ibadetlerini ve kulluk görevlerini yerine getirmekten kaçınan bir insan, samimiyetten tamamıyla uzaktır.
Oysa hidayet lütfeden, doğru yola ulaştıran Rabbimiz, samimi olan insanın kalbini İslam’a açar. "İşittik ve itaat ettik" demek, Allah’ın dosdoğru yolunu seçen bir insanın kalbini tatmin bulmaya götürecek olan ilk adımdır. Kendisini yaratan, ruhundan üfleyen, dosdoğru yola yöneltip-ileten Allah’a itaat etmek, onu sonsuz huzur ve mutluluk yurduna götürecektir. Kısacası, "Biz ona (insana) ’iki yol-iki amaç’ gösterdik." (Beled Suresi, 10) ayetinde haber verildiği üzere, insanın önünde iki yol vardır; Allah’a itaate dayanan ve insana O’nun hoşnutluğunu ve cennetini kazandıracak imanın yolu ve nefsinin bencil tutkularını ilah edinerek izlediği horluk ve aşağılanmayla damgalandığı isyanın yolu. Bu ikinci yol, ahirette onu ‘daha büyük bir aşağılanmaya’ ve cehenneme götürebilecek olan itaatten çıkmış şeytanın yoludur.
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Tegabun Suresi, 16)
Haber Hilal