- 753 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgi Var
Eskiden kalemi elime aldığımda konuşmayı yeni öğrenen çocuklar gibi gördüğümü anlatma telaşındaydım. Acemilikten bazı kelimeleri doğru yere yerleştiremiyor kendimi ifade edemiyordum. Her yazanın amacı aynı mıdır bilmiyorum. Ben sana kendimi en iyi şekilde anlatmak istiyordum. Yok, yok. Beni anlamanı istiyordum. Anlatmazsam, anlayamazdın. İnsanların en önemli meselesi de bu değil mi sence? İnsanlar; yesin, içsin, gezsin, barınsın, sevsin, sevilsin ama hayatında onu anlayan birileri olsun ister. Tek derdim tarafından anlaşılabilmekti. Okuduklarından anlayamadıysan bugüne kadar, hala acemiyim demektir. Düşününce kendi kendime tüm okuyanlar anlasa bile, sen anlamıyorsan başarısız bir kalemim var demektir diyorum. Sonra kızıyorum elbette ki hem sana hem bu düşünceye. Belki de anlamamakta inat eden biri var karşımda diyorum. İnsan vicdanında kendini korumak adına hep bir savunma güdüsü taşır değil mi? “Ben anlatamadım” demekten daha kolaydır çoğu zaman “sen anlayamadın” demek.
Ama biliyorsun ben zor yollarda yürümeyi seviyorum. Emeksiz kazanılan her şeyin kolay kaybedileceğini düşünüyorum. Tıpkı yolda bulduğun her hangi bir nesne gibi kolay elde edilen, düşünmeden feda edilebilir. Kayıp notayı arar gibi aramalı insan sevgiyi. Anlamayana anlatmalı derdini. Senelerdir babamdan kalan türkünün devamını arıyorum. Bir bilen olmalı diyorum. Aramaktan vazgeçmek kolaya kaçmak değil mi? Umut beklenmedik bir anda yeşerir ya da ansızın tükenir. Henüz vakit varken yorulmak, çalışıp, çabalamak en güzeli. İmkânsızı istiyor olsa bile insan, olasılık arıyor demektir. Yürüdüğüm yol bitene kadar ayağımı kesen taşlara bakmadan, taşlar içinden fışkıran ayrık otlarının yeşertisini seyre koyuldum hep. Elbette ki tüm bunlar oyundu yolun başında. Çocukluktan kalma bir korunma içgüdüsü.
Hiç sevmedim hayatın acıyan, acıtan yanlarını yazmayı, okumayı, dinlemeyi. İnsan kendini tanımalı. Ben kendimce, tanıyorum kendimi. Kasvetli kelimeler, kocaman yalnızlıklar bana göre değil. Her karanlığa ışık yakamıyor olsam da heybemde mum ışığının titrek umudunu saklamayı seviyorum. Acıtan bir türkünün sesini kısıp, kapatmanın yollarını biliyorum. İçimin karanlığından kurtulmak için kaleme sarılıp, sabahları yazıyorum. Hayatın sahne olduğunu biliyor, kendime oynamayı seviyorum. Küçük bir çocuk gibi kendimi mutlu etmeye çabalarken anladım ki insanın kendiyle barışık olmasının yolu kendini anlamasıyla başlıyor. Bu yüzden sana kendimi tarif ederken, pek çok insana ukalaca görünen meşhur cümlemi kurmuştum yolun başında. “Bir oyun varsa; ben kurar, ben oynarım, benim için önemli olan benim mutluluğum, ne demeye başkalarının oyununa müdahil olayım” Seni tanımadan kurduğum bu cümle şimdi güldürüyor beni. Nereden bilebilirdim ki aynı oyunu oynadığımızı.
Konuşur gibi yazıyorum. Her yazan böyle mi bilmiyorum. Çünkü ben sürekli içimde bir köşede seninle konuşuyorum. Susuyor olsan bile içimdeki "sen yanım" konuşuyor benimle. Şikâyetlerimi dinliyor, nasihat veriyor kendince. Olmadık yerde espri bile yapıyor. Kocaman bir otobüs kalabalığında yalnız yolculuk yapan bir insanın, kendi kendine hülyalar içinde tebessüm eden hali, şaşırtıp insanları şaşı bakmalarına sebep oluyor. Bakışların farkına vardığımda, mecburi bir aksi suret buluyorum yüzüme. İçimdeki "sen yanımın" sanrı olduğunun farkındayım. Öte yandan düşününce hem komik, hem katlanılmaz buluyorum bu geveze hallerimi. Gerçekte sen hayatımın kıyısında durmayı başaramamış, çoktan çekip gitmiş olsan bile olmayan varlığına, varsayımlar eşliğinde tutunuyorum, abartmadan. Elbette bu bir oyun. Kendimce ayakta kalmak, hayatta kalmak çabasındayım. Tutunacak bir dal ya da bir düşünce. Başlangıçta var olan “sen” düşüncesinden doğmuş hepsi bu. Söyle tüm bu davranışlar bir çaresizliğin getirisi mi? Yoksa bu duruş insanın aslında kendine tutunması mı?
Her insanın kişiliğinde var mı, bu bölünme. Gerçekte var olan “ben” yanım ve beni benden koruyan, sanrılarımla var olmuş, ikinci tekil şahıs gibi duran “sen” yanım. Bazen canımı yakan, bazen canımı sıkan, beni benden, hatta beni senden yahut seni benden koruyan, karmaşık bir iç dünya sanrısı. Yarım iken bütün olduğunu sanma hali. Belki de sevgiye duyulan açlığı avutan, kimsesizliğin getirisi bir saplantı durumu. Aşkın aslında saplantı olduğunun işareti mi tüm bunlar. Acıtan, kanatan, kalabalıklar içinde maskara edip güldüren meczupluk hali. Aşkın akıl işi olmadığının apaçık göstergesi. Aşk buysa eğer üzgünüm ama ben aşığım. Okuyunca güleceksin halime. Sen mantık adamısın ve şakayla karışık bana vereceğin cevap “o zaman sen, kendine âşıksın” olurdu. Çünkü sen artık yoksun hayatımda. Zaten aşk bir yokluk hali değil mi?
Seni anlattığımda insanlar, hoyrat bir sevgili olduğunu söylüyorlar. Aslında seni sevmiyor, hatta o seni hiç sevmedi diyorlar. Yalan bu diyorum içimden. Kırılıyor, üzülüyor, bu yüzden anlatmıyorum kimseye seni. Sevgimi başkalarının yargılamasına izin vermiyorum. Artık seni neşeye anlatmıyorum. Kızıyor hatta üzülüyor, kaçıyor neşesi. Ben seni en son gece boyu hiç susmadan konuşan cırcır böceğine anlattım. Tıpkı bana benziyordu. Tespih çeker gibi gece boyunca bir o tekrar etti, bir ben.
-Ben onu seviyorum, o da beni seviyor…
Arada bir sustuğunda, soran gözlerle bakıyordu bana.
-Evet, diyordum onaylayarak, gözyaşları eşliğinde.
Aşkta bıkmak, usanmak olmazmış meğer. O gün bugün içimde o minik cırcır böceği. Kâh atlaya, zıplaya birlikte mücadele veriyor, kâh geceleri şarkılar yazıyor, kâh çok konuşup, dertleşiyor, kâh gülüyor kâh ağlıyoruz aşkla. Ötelerden ses gelmese de nasır tutmuş parmağıma yaslayıp kalemimi yazıyorum kelime kelime sana. Demiştim ki “bitene kadar”… Sen gittin mi? Bittin mi? Bilmiyorum… Ama ben hala başkalarının da küçümseyerek dudak büküşlerine inat “olmayan sana” yazıyorum. Belki de insanlar sevmeyi unuttu zamanın çarkında. Bu yüzden bir tek o cırcır böceği anladı halimi. Bir tek o benim kadar âşıktı. Tekrar ediyorum tekerrür etsin diye. Sevgi ölmesin, unutulmasın diye. Her sevgi bir söz veriştir. Sözler uçup gitse de aklın kıyısından içimdeki bu sevgi baki kalsın satır aralarında. Ne çıkar sevgili artık okumuyorsan beni. Demiştin ki “edebi metinler yazarsan okurum seni”. Belki de bu yüzden yazıyorum sadece. Kitap gibi yazarak çoğalıyor sevgi, okuyarak çoğalıyor sevgi. Okusun ve bilsin insanlar, sevgi var.
Zeynep Özmen - 19 Mayıs 2012
YORUMLAR
Kimi zaman sen,
Akasyalar altında mutluluga bogulurdun.
Bende haziran sıcaklıgıyla,
Sana dokunmadan sevginle yanardım.
Dilek ağacına sevgilerimi bağladım. sana MUTLULUK getirsin diye.
saygılar
Yakamozmavisi
Saygılarımla.
sevginin özde olmadığı zamanlardayız sanırım.gerçek manada varlıkları sevmek,belki hala hayvanlarda varda,günümüz insanında kaldımı bilemem.
sevmek aşktan farklı bir duygu.Siz sevgiyi anlatırken aşkıda içine almışsınız.Sevgi hiç bitmeyen bir olgudur.özdeki güneştir.
aşk bir an parlayan şimşek gibi gürültü ve ışıklarıyla yakar kavurur, devamında yağmur yani gözyaşı vardır.Gözyaşının olmadığı bir aşk olamaz diyorum.Çünkü Anadolu ozanları bunu bize her bakımdan anlattılar.onlar gerçek aşkı yaşadılar,hiç kavuşamadan.
Sevmek, sevmeyi anlatmak,sevmeyi,cırcır böceğinin ötüşünde,martının kırık kanadında bulmak,insanı insan yapan oluşumun temelidir.
Bu sevgi demek hala aramızda bulunan insanlarda var ama ne kadarında.
yazdığınız her yazı diğerinden güzel.Abarttığımı sanmayın.Özellikle insan odaklı,sevgi ve ruh hallerinin yansıtılması mükemmel.Bunu nedenini derinliklerde aramak gerekir sanırım.
çocukken yaşanan gerçek sevgiler,dostluklar,mayalamış yürekte sevgiyi.
bu sevgiyi mahallenin yanında bulunan lüks apartmanların nefis dairelerinde pek bulamazsınız.Çünkü oralarda genelde para,maddiyat sevgiyle özdeşleşmektedir.Çocuklar böyle ruhlarla büyürler ve özdeki sevgiyi hiç tanımazlar.Vermeyi,paylaşmayı sızıyı bilmezlerki.
Bir gecekondu evinde yaşamak zaman içinde insanı isyankar kişiliklere ittiği gibi bazende derin sevgilerin harmanladığı mükemmel inan yapabilmektedir.Sanırım siz ikinci kısıma dahilsiniz.
Yokluk ve acıların arasında,isyan yerine sevgilerin yumak olduğu bir ailede mayalanmışsınız.
Çünkü bende kalabalık çok zengin olmayan bir aileden geldim.Sevgiyi paylaşmayı,dostluğu yaşadım.Bu sevgiyi hiç kaybetmedim.Bazen çok isyankar gaddar biri olsamda,içimdeki merhamet ve sevgi denen olgu artarak devam etmiştir.
Aşk....Bunu çok geç tadan biriyim aptalca ama ölümüne...
Ve inanın böyle bir aşkı her insanın yaşamasını isterim.Tertemiz duygularla, bedensel arzuların çok ötesinde, sadece bir göz ve bir elin varlığında, Mükemmel bir ruhla sahip olma.
Yazınızı çok beğenmemim nedeni insan odaklı.İnsanın temel değerlerini ele almanız ve güzel anlatım.çok insan okurda anlatımın güzelliğini fark etmez.konuya veya hikayeye bakar.kendine göre bir anlam çıkarırı.
Tekrar teşekkür ederim.güzel bir yazı okudum.
Yakamozmavisi
Saygılarımla.
Zeynep Kardeşim.
Benim nazarımda ''gerçek aşk'' denilen şeyi anlatmışsın...Evet bu gerçek aşktır...Ama aynı zamanda da bir hastalıktır. Fuzuli'nin dediği gibi : '''Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabip/ Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır'' diyorsun... Yani özet olarak: Ben hastalığımla mutluyum diyorsunuz. Öyle olunca da söylenecek bir şey kalmıyor tabii ki.
Selam ve saygılarımla.