- 465 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Düş Kırıklıkları
Bazen; beklediğin aydınlık ışık zifiri karanlıklar içinden koşar sana. Bazen; umudunun bittiğini düşünürsün, düşlerin umut olmuştur fark etmezsin. Bazen; sözün biter söyleyecek iki kelam bulamazsın, anlarsın ki en iyi cevabı
susarak vermişsin. Yaşamadan, denemeden, tatmadan hiçbir şeyi bilemezsin, bu çok iyi bilirsin. İşin aslı, bunu da biliyorsundur “ama” demek hoşuna gidiyordur kimi zaman. ” Ne desem boş, faydasız her çaba ” ondan da tatlıdır bu gibi zamanlarda.
Kimi günler de tanıdık, sıkıcı gelir. Bile bile hata yaparsın. Şansını zorlamak istersin. Çok canın yanmazsa, seni öldürene kadar tekrar tekrar deneye bilirsin hatta! Fark yaratayım derken göz çıkartırsın. Ak ve kara kadar net, gerçek kadar acımasız olur. Rüzgarı göğüsleyen yel değirmeni sanırsın kendini; güçlü, dirençli, dik ve fırıl fırıl. Acımasız olan efil efil koparırcasına yüzüne vuran rüzgar değil, bıkmak usanmak bilmez tutkularındır! Bilmezsin… Tecrübe edersin. Zihninin derinliklerinde var olan, üzerinde ” tecrübelerim ” yazan not defterine hemen iliştirirsin olanı biteni. Duygularına gem vurmak geçer içinden. Önce aklın ve kalbin çakışır. Sonra gerçek olmasını istediklerin ile yalanlar.
Tuhaftır, insan acının kendisini beslediğini düşünür. Kalbe atılan her çizik nasırlı bir yürekten başka bir şey değildir halbuki. Esasen ” taş kalpli ” değimiz insanlar en yufka yürekli olanlarımızdır. En cesurumuzdur. Bile bile, göz göre göre hatalarına hata ekleyerek, kırılmasını istemediği insanlar için acı çekenlerimizdir.
İnsandır ki o, ufacıcık olmasını bilip kos koca yürekli olan.
Yaprak döken ağacı hatırlayarak avunur, bahara hazırlarız aşklarımızı, sevgilerimizi. Çıldırtan dengeleri düşünür ölüme sebepsiz ilgi duyarız. Klarnet ve keman seslerinin en tiz notaları kulaklarımıza en acıklı şiirlerini fısıldar. Şarkıları tekrar tekrar dinler, demeye çekinip sustuğumuz kelimeleri melodiler eşliğinde defalarca söyleriz.
Umut olmayı iyi becerenlerin kıymetini bilmez, nankör kokan düşünceleri nefes nefes çekeriz içimize. Niye böyle olmalı? Yüzü gülen insanların hayatını geceye hapseder, hüzünlü gecelerinin ayını bile karartırız. Baş döndüren, çekilmez, yaramaz insanlar oluruz. Neden peki? Kime bu kin? Bu öfke kime? Kaybolmayı, bırakıp gitmeyi, saklanmayı iyi becerebildiğimiz için mi?
Çocuk olup karıncalar ile konuşmak için neler verilmezdi halbuki. Pamuk helvayı yapışan parmaklarımızdan yerken dilimize dolanan doğaçlama şarkıyı söylemek yada. Biliriz ki kötülüğün tohumlarını ekmediği uçsuz bucaksız ovalardır o minik yürekler. Sakıza, çikolataya ağlayan gözlerdir o gözler. Canını yakan şeyler kapıya sıkışan parmak, sehpanın köşesine çarpan ayaklar ile sınırlıdır. Oturup hıçkıra hıçkıra avazın çıktığınca da ağlaya bilirsin. Ovalarsın, üflersin geçer.
Büyümek ne zor iştir düşününce. Ne sesini çıkarabilirsin, nede şikayet edebilirsin olandan bitenden. Koca insanlar öyle yapar çünkü.
Bazı zamanlarda da “herkesin bağrında taşıdığı bir acısı vardır da, benim ki birazcık fazla mı” diye düşünürüz … O an beyaz bir ışık düzer gözümüzün önüne.
Birisi düş kırıklıklarından mı bahsetti?