- 1665 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Yaylada Sabah-2
Kahvaltı sofrasından kalkıp divana oturdum.
Karnım doydu.Doymak ne kelime neredeyse patlayacağım. Siyah kedi de karnını doyurmuş pembe diliyle tüylerini tarıyor, her tarayışında simsiyah tüyleri ışıldıyordu.
Evin içinde bana yapacak iş bırakmadılar.Ayaklarımı bir taraftan divanın üzerinden sallandırıp, divan örtüsünün bacaklarıma dolanmasına aldırmadan ile geri sallıyorum.
Bir taraftan da canım sıkılıyor ne yapacağımı bilemiyorum. Dış kapıyı açıp dışarıya çıkan teyzemin ardından evin içine, sıcacık kahkahasıyla giren güneşin büyüsü karşısında kendimi bir anda kapının önünde buluverdim.Birden değişen hava güneşin gelişiyle adeta can bulmuş, mevsim kış iken, bahar olmuştu. Evin badalının yan tarafında duran sekmeni ( tahta oturak) alıp oturdum. Ne sıcak, ne soğuk. Meltem sıcaklığı efil efil esiyor bütün yüzümde.Saçlarımın, örgüden firar eden telleri gelişi güzel savrulup , özgür kaldıkları için mutluluk dansı ediyorlar.
Teyzem, elinde ki yal kazanı ile badalları ağır ağır indi.Sıcak bir şey vardı içinde. Yal( artık yemekler bol su içinde ki kaynatılma hali) olduğunu anlamıştım.İneklere götürüyordu.Hemen kalkıp arkasından yürüdüm. Elindeki kazanı bırakıp ahırın kapısını açtı. Ağır, tahta kapıyı ileriye doğru itip, arkasından eğilip kocaman kazanı iki eliyle tutup kaldırarak ahırdan içeriye girdi.
Ahırdan tüm isyanıyla gelen sıcak kemre (tezek) kokusunun, burnumdan süzülüp genzimi yakmasıyla hafif bir tiksinti halinde gözlerimi göz çukurlarıma gömüp, buruşturdum yüzümü. Karanlık olan ahırın yan tarafındaki, küçük pencerenin önündeki tahta kapak açılınca, içerisi daha bir belirginleşmeye başladı.
Beyaz benekleri olan kahverengi iki inek, iki tanede küçük dana vardı.Birinin daha yeni doğduğu belliydi.Çünkü çok küçüktü.Diğeri ise düve olmuştu.Yani biraz daha büyüktü.Ergenlik çağına geçmeye yakın kızlar gibiydi.Hepsinin önündeki kaplara, kazanın içindeki yalı koyup biraz kepek ve su ile karıştırarak yenecek hale getiren teyzem, daha sonra küçük danayı çözüp anasının yanına getirdi. Küçük dananın ilk işi anasının memesinden yapışmak ve iyice emmek oldu.Öyle iştahlı emiyordu ki tıpkı bizim köyde ki Fatma yengenin yeni doğmuş kızı Zehra’nın açlıktan çıkmış, neredeyse koparacak gibi her emişinde daha çok içmek için sütü, kafasını adeta memelerin içine gömüyordu.
Öyle durup seyretmek bana büyük haz vermişti. Keçilerin ve koyunların olduğu yan odaya yöneldik.Onlarında önüne ot koydu teyzem.Bende yardım ettim.Üst üste yığılmış otu birbirinden koparmak kolay olmamıştı benim için ama, yine de birkaç sefer yaptıktan sonra ağızlarında geveleyişlerini izlemek, saman kokusunun havaya saçtığı kokuyu zikretmek güzeldi doğrusu…
Teyzem eline aldığı çapayla, tahta döşemelerin üzerinde ki hayvanların kemrelerini bir araya toplayıp kürekle açık olan pencereden dışarıya attı. Küçük küçük sineklerin şaşkınlıkları, geride kalmış döşemedeki kemrelerin içinde ki nasip arayışlarıyla sürdü. En küçük canlının bile boğaz derdinde oluşu ne garip.
Teyzem, saman dolu çuvalın içindeki kap ile yerlere gelişi güzel saman ekeledi.En çok da küçük buzağının yatacağı yere “haydi, havalar güzel, tavukları tüneklerinden dışarıya çıkar da biraz yemlensinler” demesiyle başımla ”tamam “ dercesine onayladıktan sonra tavukların tünedikleri yerlerinden elimle, bedenimi kullanarak “kışt kışt ” diyerek ahırın kapısından dışarıya çıkardım. Teyzem “follukta duran yumurtaları da “al haydi” dedi. Bende folluğa yanaşıp bir taraftan alıyor bir taraftan sayıyordum.Yumurtaların hala sıcaklıklarını korumaları yeni oldukları anlamına geliyordu.Elimdeki boş kovanın içi yumurtalar ile dolmuştu.Ne kadar çok yumurta vardı.
Oysa, bizim evdeki beş tavuk anlaşmışlar gibi her güne bir yumurta veriyorlardı. Oysa hepsi verimli görünüyordu.Babaannem” gelin şunlara bıçağı göster de korksunlar biraz.Bak bakalım o zaman da böyle yapabilecekler mi?. Akıllarıyla adam mas etmiyorlar(takmıyorlar)”
Annem, yapmamıştı tabi babaannemin söylediklerini.Babaannem bana bıçağı verip tavukların göreceği şekilde biraz sallamamı, gözlerimle de ters ters bakmamı söylemişti.Kocaman bıçak elimde, evin önünde yemleyen tavuklara gösteriyor bir taraftan da babaannemin öğrettiği gibi, kaşlarımı indirip gözlerimi karartarak düşman üzerine yürür gibi tavuklara bıçağı gösterip, annem görmeden geri çekiyordum. Tavukların kısırlaşmaları ve yumurtaların azlığından dolayı anneme göre, utanılacak bir misafir geldiği zaman her an elinin altında bulunsun diye terekteki rafın en üstündeki bakır çanağın içinde saklardı. Hele tereyağı ile de bir güzel olur ki. Tabi hafta da bir-iki kez yerdik o cimri tavuklar yüzünden.
Yan tarafta ki tavuğun yattığı yerden kalkmadığını görünce onu da “ kışt”lamak istedim ama o küçücük gözlerini kocaman açarak, oturduğu yerden kanatlarını ve cüssesini genişletip en heybetli haliyle bana kafa tutmaya çalışması doğrusunu söylemek gerekirse beni ürkütmüş, içimde soğuk bir rüzgarın esmesine tüylerimin diken diken ayağa kalkmasına sebep olmuştu.”O gülken yattı.Yavruları yumurtalardan çıkmadıktan sonra da asla kalkmaz oradan,”dedi teyzem. Anne tavukla yeniden göz göze geldim.Az önce ki kadar kızmıyordum ona.Sert sert bakmıyor hatta gülümsüyordum.Demek annelik böyle bir şeydi.İnsanların anne olmak ve çocuğunu korumak için dokuz ay karnında gezdirmesi gibi oda yavruları doğana kadar yattığı yerden kalkmayarak, yumurtaların sıcaklıklarını muhafaza ederek yavrularının iyi bir şekilde dünyaya gelmesini bu şekilde sağlıyordu.
Bizim ala ineğinde yavrusu olmuştu.Ama o hiçbir yumurtanın üzerine yatmamıştı. Karnı kocaman şişmişti.Sonra bir gece yarısı bağırtısına uyanmıştık.Babam ile annem üzerlerine aldıkları, gocuklarla ahıra doğru koşmuşlardı.Babam habere su getiriyor, annem de komşulara gidip yardım istemek için kapıları çalıyordu.Ben ise bu telaşenin nedenini merak etmiş soğuk olmasına aldırmadan, ahırın küçük camından minik kalbimin pata- küte yüreğimi dövmesiyle şaşkın şaşkın bakıyordum. Acaba ala ineği kesecekler miydi? Zavallı ala inek hala böğürüp duruyordu. Fatma teyzeyle, Ahmet amcanın gelmesinin niye olduğunu bilmiyorum ama içimi rahatlatmıştı.Ahmet amca daha evvelde ala inek yine bağırmıştı ve o gelmişti o zaman ala inek susmuştu.O zaman çok küçüktüm.Annem ile babam ahıra gitmemi istememişler beni babaannemin yanında bırakmışlardı.
Şimdi ise her şey gözümün önünde oluyordu.Ala inek bağırıp duruyor bir taraftan da bir şeye zorluyordu.Ahmet amca ile babam ineğin arkasından bir şeyi yavaşça çekiyor, annem ile Fatma teyzemde ineğin başında durup sakinleştirmeye, avutmaya çalışıyorlardı . Ben ise şaşkınlıktan, gözlerimi kocaman açmış, küçük dilimi yutacak gibi olmuştum.Küçücük bir yavru gelmişti dünyaya.Babam ile Ahmet amca’nın elleri arasında yere serilmiş bir örtünün üzerine bırakmışlardı.Bırakmışlardı bırakmasına ya o küçücük hayvan yatmak, dinlenmek yerine ayağa kalkmaya çabalıyordu. Daha doğar doğmaz bu acelesi neydi kim bilir? Ben ise bir yaşıma kadar yürüyememişim…
Ahırın kapısını kapatıp, tahta kapının üzerindeki ipi koca çivinin üzerinde birkaç kez çeviren teyzem, kapıyı ileri geri itip kontrol ettikten sonra elinde ki boş yal kazanıyla beraber eve doğru yürümeye başladı. Badalı çıkmadan kenarda duran tası gösterip
-Şu tasın içinde mısır var.Haydi onu tavuklara ver de yesinler.
-Tamam.Teyze.
İlk kez teyze demek bana bir garip gelmişti. Daha küçükken alışsaydım belki bu kadar zor olmazdı. Teyze, teyze. Hım söylemesi bile bir garip geliyor.Sanki ilk kez hiç tadını bilmediğim bir yemek ya da daha önce hiç koklamadığım bir çiçeği koklamak ve onun kokusuna rengine alışmak gibi bir şeydi.Alışacaktım elbet. Bir taraftan tası alıp, elimi tasın içinde ki mısırların arasında gezdiriyor bir taraftan da yeni bir hayatın başlangıcında olduğumuzu sezinliyordum.
Evimizden çok uzaktaydık. Evimi özlemiştim. Kuzinenin arkasında oturup ders çalışmayı. Gaz lambasının yanında kitap okuyup resim yapmayı. Annemin üşüdüğümü bilip bir tas tarhana çorbasını önüme koymasını. Babamın pilli radyosundan çıkan çocuk bahçesini ve türkülerin o naif dalgalanışlarını.Babaannemin ayağa kalkmadan pencerenin önünde durup dünyayı gezmiş gibi anlatmasını…
Tavukları bir araya toplamak için” geh bülübülü geh”diyerek çağırıyor bir taraftan da tasın içinde ki mısırları avucuma doldurup doldurup atıyordum.Tavuklar” gıdak”laşıp birbirleriyle yarışıyorlardı yem yemek için.
Dış kapının önünde, çamaşır sepetini kocaman karnıyla indirmeye çalışıyor ortanca teyzem.Adının daha sonra Lütfiye olduğunu öğreniyorum. Dikkatlice indiği badallardan evin arka tarafına doğru ilerliyor.Arkasından bakınca yürüyüşü sağa-sola sallanan bir pengueni andırıyor. Bana dönüp, su yeşili gözlerini, pembe çemberinin altından bakarak,” mandalları almayı unutmuşum.Kapının arkasında asılı poşetin içinde.Al da getir haydi kuzum,” derken benim teyzeme karşı anlamadığım bir sıcaklık içime doğru akıveriyor. Hemen kırmızı etekliğimi sağa -sola savurup evin kocaman badallarını çıkıp kapının ipini çektim. Kapının ardında asılı duran poşetleri el yormamıyla yoklamayıp anlamaya çalıştım.Birinde ekmek vardı.Birinde bulgur, prinç, mısır.En sonunda mandal torbası olduğunu anladığım poşeti yırtmadan, ayak parmaklarımın ucunda yükselerek itinayla çividen çıkarttım.
Teyzemin beni bir kuzu gibi sevmesi garip geldiyse de hoşuma gitmişti doğrusu.
Kendimi küçük, beyaz yeni yeni yürüyen kuzular gibi koşturur görmekten çok memnun ağzım ta kulaklarıma kadar gelmişti. Uzun zamandır ilk kez birinden güzel bir söz duymuştum. İçimden sanki gürül gürül akan ırmaklar akıyor. Kocaman kocaman açan güneş gülümsüyordu. Teyzem, kocaman karnına rağmen eğilip çamaşır sepetinden çamaşır alıp, silkeleyerek birkaç kez açılsın diye hızlıca çırptı.Yüzündeki o zorlanmayla karışık acı çektiğini gösteren mimikleri doğrusu içimi acıtmıştı.Teyzeme usulca ve kendinden emin adımlarımla yaklaşıp:
-Teyze istersen ben silkeleyeyim.Sen asarsın.Olmaz mı?
Teyzem uzun boyundan bedenini döndürmeden başını bana doğru çevirip kocaman şiş karnının altında kendine yardım etmek için konuşan onun tabiriyle” kuzum” dediği benim tabirimle bastıbacak bir kızdan böyle bir konuşma beklemediğini, yüzündeki mimiklerinden iyice belli ediyordu.Su yeşili gözlerini iyice açıp “hım” derken başını hafif yana çevirip ”hım, bak sen şu çok bilmişe,”der gibi yapıyor.Yüzündeki o geniş gülümsemeyi yeniden görmek bana kuzu olduğumu hatırlattı.Yerimde duramayan içimi susturmak için, yüzümün kulaklarıma kadar kızarmasına engel olamamıştım.
Tahta mandalları her defasında çamaşırları silkeleyerek asan teyzeme uzatıyor ağzım kulaklarımda gülüyordum.Bunun manası neydi? Küçücük bir kızdım…Güzel bir kelime beni mutlu etmişti… İnsanlar bu kadar küçük şeylerle mutlu olabiliyorlardı demek…
Teyzem, çamaşır sepetini alıp iki adım atınca birden bağırmaya başladı .Ne olduğunu anlayamadım.Acaba ayağına diken mi battı?Yoksa taşa mı vurdu ayağına? Hiç ama hiçbir şey anlayamamıştım.Neler oluyordu. Karnını tutuyor avazı çıktığınca bağırıyordu. Teyzem ile annem evden fırlayıp iki kolunun altına girip eve doğru çıkarmaya başladılar. Ben ne olduğunu anlamadan arkaları sıra eve doğru badalları tek tek çıktım…
Teyzemi, anneannemin yattığı yerin tam karşısında ki sedire yatırdılar.
Teyzem.” Koş çabuk seninle ebe nineye gidelim" Ebe nine de kimdi? Teyzem üzerine uzun şalını alıp kolumdan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı.Annem:
“ Münire acele edin, zamanı kalmamış kızın” Ne oluyordu.Nereye acele ediyorduk.Kimin zamanı kalmamıştı. Evden nasıl çıktık.Bahçe kapısının oradan ne ara çıktık bilmiyorum.Tek bildiğim teyzemin ardı sıra sürüklenen bir süpürge gibi yaş toprağı süpürüyordum.Beyaz köpekte takıldı peşimize.Bir tarafta onun korkusu.Bir tarafta teyzemin var gücüyle sürükleyişi bende nefes bırakmamıştı. Beyazında dili bir karış dışarıda sallanıyordu.O bu işi oyun sanıyor etrafımızda sürekli koşturuyordu. Karşı tepedeki beyaz badanalı evin bahçesinden girdik.Teyzem artık beni bıraktı. Hızlıca evin badallarını üçer- beşer atlayarak tahta kapıyı yumruklamaya başladı. “Ebe nine .Ebe nine..açın kapıyı.ablam doğuruyor,ebe nine…”
Bir zaman sonra kapı açıldı. Beyaz sakalı yüzünü çepeçevre saran bir dede açtı kapıyı… Üzerine aldığı hırkadan kolunu sokmaya çalışıyordu.
-Buyur kızım, hayırdır?
-Hacı dede.Ebe nine yok mu? Ablamın günü geldi.
-Dağ köyünden geldiler sabahtan.Birazdan gelir.Geçin içeri…
Ben bahçe kapısının orda direniyordum( ayakta beklemek) Nefesim boğazımda kilitlenmişti.Yüreğim hop oturup kalkıyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu…Yüzüm kıpkırmızı olmuştu.
Çevremde kendince oyunlar oynamak isteğiyle dolaşan beyazı bile görmüyordum.
...
YORUMLAR
evet annem yazını okuyunca yıllar önce gittiğim altı parmak geldi gözümün önüne orada görmüştüm inek ağıllarını kar altında doğan küçük buzağıyı düşledim
beni nerelere götürdün bitanem onlarda sebze kabuklarını kaynatır verirlerdi inek lere
saygım sevgimlesin bitanesi
Ülviye Yaldızlıı
Öptüm göynünden çok
Ülviye Yaldızlıı
Saygıyla